Geleceğe doğru

Paul Celan’ın şiirleri, tanık olduğu ve başına gelen her şeyi aşmıştır. Döngüselliğin boyunduruğunda bir acının sahibi değildi. Kesintilerin ve bir gözün içine sığan zamanın çatlaklarının şairiydi. Yahudi olmasının verdiği yabancılık ise sahip olduğu çatlaklardan biriydi.

Google Haberlere Abone ol

Nevin Ferhat-Kemal Baş

Herakleitos’un düşüncesinin nesnelerinden biri olan nehir, şehrin kapsadığı bütün devinimleri kendisine benzetir. Öyle ki, onun kenti bölen varlığının akışı boyunca yürümek, düşünmek, şarkı söylemek veya araba sürmek zorundasınızdır. Akla gelecek bütün devinimleri biçimlendiren ve nihayetinde kendisine doğru çeken ve toprağımıza yalnızlık katan kuvvetin diğer bir adıdır nehir.

Yeryüzünde yaşamış en büyük şairlerden biri olan Paul Celan, bin dokuz yüz yetmişin yirmi nisanında bu büyük kuvvete, Paris’teki Seine Nehri’ne kendini bırakır. Yahudi asıllı Rumen şair, on sekiz ay toplama kampında esir kalır ve ailesini Nazi kamplarından birinde yitirir. Şairin şiirlerinde ölüm kampının derin izleri mevcuttur. Bu noktada ister istemez Adorno’nun Autzwich’den sonra şiir yazmak barbarlıktır sözünü anımsarız. Lakin en büyük barbarlık yazmamak olurdu. O yalnızca yok etme kamplarının içindeki ölümleri, işkenceleri hatırlayarak ve acı çekerek yaşamadı. Bir tanık olarak dikilmekten veya bunları anlatmaktan daha fazlasını yaptı:

“Onca yitirilen arasında erişilebilir, yakında ve yitirilmeden kalan ise hep bir tek şey oldu: Dil. Evet, o, yani dil, her şeye karşın yitirilmeden kaldı. Ama kendi yanıtsızlıklarıyla, korkunç bir suskunlukla, öldürücü konuşmaların binlerce karanlığıyla çarpışmak zorunluluğuyla karşılaştı. Bütün bu badirelerin içinden geçti ve olup bitenler için sözcük harcamadı; fakat bütün bunları yaşadı. Yaşadı ve ondan sonra, bütün bunlarla ‘zenginleşmiş’ olarak, yeniden gün ışığına çıkmasına izin verildi. Ben, gerek o yıllarda, gerekse daha sonraki yıllarda işte bu dilde şiir yazmaya çalıştım: Konuşmak için, kendimi yönlendirmek için, nerede olduğumu ve nereye götürülmek istendiğimi betimleyebilmek için...” (1)

Paul Celan’ın şiirleri, tanık olduğu ve başına gelen her şeyi aşmıştır. Döngüselliğin boyunduruğunda bir acının sahibi değildi. Kesintilerin ve bir gözün içine sığan zamanın çatlaklarının şairiydi. Yahudi olmasının verdiği yabancılık ise sahip olduğu çatlaklardan biriydi.

Her şeye biçim veren nehirlerin ayrılan kolları vardır ve onların birbiriyle karşılaşmasının ilk belirlenimi ise karşıtlıktır. Bin dokuz yüz atmış yedi senesinde Paul Celan ile Heidegger öyle karşı karşıya gelir. Paul Celan bu görüşmeyi büyük bir ısrarla talep etmiştir.(2) Görüşme sonrasında Heidegger’in kalemi eline alıp Naziler’in yeniden yükselmesine karşı bir uyarıda bulunacağını umacaktır.(3) Şair bu buluşma sonrasında “Todtnauberg” adlı şiiri kaleme alır.

Todtnauberg, Kara Orman’da bir köydür. Heidegger, “Varlık ve Zaman” adlı eserinin büyük bir kısmını bu köyde bulunan dağ evinde yazmıştır. Ayrıca Nazi arkadaşlarıyla, öğrencileriyle ve diğer düşünürlerle bu evde buluşmuştur. Paul Celan, bu şiirinde Heidegger’i ve onun Nazi geçmişini yeniden ve yeniden sorgularken, şairin kendi geçmişi de peşi sıra gelir. Nitekim adların kaydedildiği kitapla kuyudan derinlik birden ortaya çıkar:

“...

kitapta

-kimin adını kaydetti

benimkinden önce?-”4

Ölümün dağında oturan bir filozofun kalbinden “umut” sözcüğü kopuyor ve havada uçma özlemini yitirmiş bir toz zerreciğine dönüşüyor. Şairin gözleriyle geçmişe baktığımızda ise şu dizeler ister istemez dile gelecektir:

“Dua et, Tanrım,

dua et bize,

yaklaştık, yakındayız işte.”5

Şair, tanrıyı bile takatsiz bırakacak dünya hallerinde umut etmeye devam etmiştir. Bu hallerde umut, adalet ve zaman gibi kavramlar, ellerimize ve gözlerimize sığacak kadar olur. Yahut bazen de bizden uzak oturan, etten kaderimizin kanayan elleriyle saçlarını taradığımız tanrılara benzerler. Parçalanmışlık ve kapandı kapanacak aralığın sonunda bir kurtuluşa kavuşmanın bekleyişi ise her daim sürecektir. Nitekim Corona şiiri böyle bir bekleyişin ve aşkın en güzel biçimini bize sunar:

“Penceredeyiz sarmaş dolaş, kendimizi seyrediyoruz sokaktan:

vakt erişti, herkesler bilsin bunu!

Artık çiçek açma zamanıdır taşın,

yüreğinse tedirginlik zamanı.

Zamanıdır zamanı gelmenin.

Artık zamanıdır.”(6)

Şiirdeki sahnede pencere önünde bekleyen “biz” ile sokakta birbirine kavuşacak olan uzaktaki “biz”i görürüz. Bu ikiliden ilki mutlak gelecekte yer alırken, diğeri ise şimdidedir. İki ayrı zamanda duran iki ayrı “biz” arasında karşılıklı bir yönelim ve temâşâ vardır. Dahası bu temâşâ aracılığıyla insan ölüme doğru giden bir var olan olmaktan çıkarak belirli bir yaşama, sokaktaki yaşama doğru yüzünü döner. Hemen sonrasında sokaktaki iki sevgilinin kavuşacağına dair arzu yüklü sözü duyarız: “Zamanıdır zamanı gelmenin. Artık Zamanıdır.” Lakin iki sevgili kavuşurlar mı bilinmez: “Hiçlikten başka bir şey girmediğinde, bütünüyle kavuşuyorduk birbirimize”(7).

Bunun yanında geleceğe doğru yönelirken anlamları çoktan değiştirdiğimizin farkında olmamız gerekir. Anlamın yeniden biçimlenmesi; eskinin aşındırılması, bütünüyle yerinden edilmesi veya tersine çevrilmesi süreçlerine karşılık gelir. Bu açıdan P. Celan, gerek çağının problemleriyle gerek Heidegger’le olan ilişkisinde nihayetinde tarihin ve tekrarın yorgunluğuna yenilmeyerek anlamı değiştirmiştir. Pencerenin önünde ölümü imleyen bir Nazi subayının değil, yaşamın ve aşkın seyrinde bir şairin durabileceğini göstermiştir:

“Sen de konuş,

son olarak sen konuş,

söyle sözünü.

Konuş-

Ama ayırma hayırı evetten.

Anlamı da kat sözüne:

Ona, gölgeyi ver.”(8)

(1) P. Celan, 2015. Ellerin Zamanlarla Dolu. Çev. Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası Yayınlarıs. XXVII.

(2) P. Celan ile Heidegger arasındaki diyalog 1967’den önce başlamış olmasına karşın mektuplar haricinde yüzyüze görüşmüş değillerdir. Şairin, 1952-1953 yılları arasında Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı eserini okuduğunu bilmekteyiz (H. France-Lanord, 2004. Paul Celan et Heidegger “le sens d’un Dialogue”, s. 64-s.75).

(3) P. Celan, Documents, 2 Ağustos 1967, H. France-Lanord, 2004. Paul Celan et Heidegger “le sens d’un Dialogue” içinde, s. 233

(4) J. K. Lyon, 2006. Paul Celan and Martin Heidegger “Unresolved Conversation 1951-1970”, The Johns Hopkins University Press, s. 176.

(5) P. Celan, 1983. Bademlerden Say Beni. Çev. Gertrude Durusoy ve Ahmet Necdet, Adam Yayıncılık, s. 59.

(6) A.g.e. s. 19

(7) P. Celan, 2015. Ellerin Zamanlarla Dolu. Çev. Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası Yayınları, s. 72.

(8) A.g.e. s. 44.