Filistinli yazar Kenefani’nin devrim ve aşk hikâyesi

Kenefani, yurtsever ve devrimci özüyle kitleleri heyecanlandıran Filistin şiirleri aracılığıyla Arap dünyasının gözünü ve gönlünü açmasını bildi. Davasına ve halkına adanmışlığı, onu, öğrenmek isteyen yerli veya yabancı herkese Filistin’in meselesini bıkmadan usanmadan anlatabilmek için açık kapı siyaseti gütmeye sevk etti.

Google Haberlere Abone ol

Faik Bulut

1970’lerin başında üç Filistinli aydın; Ğessen Kenefani, Mecid Ebu Şerar ve Kemal Naser Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) için yaşamsal önemde ihtiyaç haline gelmiş bir enformasyon bürosu kurmak amacıyla bir araya gelmişlerdi. Maksat, mazlum Filistin halkı adına kurtuluş mücadelesi veren FKÖ çatısı altındaki çok sayıda örgütün siyasal, diplomatik, kültürel ve askeri faaliyetlerini, kısacası Filistin meselesini her bakımdan dünya kamuoyuna duyurmaktı. Bundan ciddi biçimde ürken İsrail; 1972’de Kenefani’yi, 1973’te Nasır’ı ve 1981’de de Şerar’ı katletti. Diğer bir amaç ise Filistin halkının simgeleri sayılan bazı şahsiyetlere suikast düzenlemek suretiyle her tarafa dehşet saçarak mücadele azmini kırmak; yurtsever aydınların sınır ötesine taşan seslerini susturmaktı. Gel gelelim beklenenin tersi oldu: Mesela bedeni cansız kalan ve sesi kısılan Kenefani, sadece Filistin’de değil hemen hemen bütün Arap dünyasında; bu arada geçmişte sosyalist diye adlandırılan ülkelerde ve belli oranda Avrupa ölçeğinde daha fazla tanındı ve eserleri okunup izlendi. Sanki ölmüş ama yeniden canlanmış; devrimci hayaleti, Ortadoğu semalarında, özellikle İsrail’in neredeyse kuşlara bile yasaklanmış atmosferinde dolaşmaya başladı. ABD’de yaşayan Lübnan asıllı öğretim görevlisi As’ad Abu Khalil, babasının siyasi ve gazeteci arkadaşı olan Kenefani’nin bilinen ve karanlıkta kalan yaşamı hakkında İngilizce (The Second Life of Ghassan Kanafani) başlığıyla 12 Temmuz 2017 tarihinde bir makale yayımladı. Giriş kısmına bakalım: “Bugüne kadar hiç kitap okuma alışkanlığı olmayan Arap dünyasının genç kuşağından herhangi biri, size onu kolaylıkla gösterebiliyor. Posterleri ve fotoğrafları çok sayıda Arap ülkesinde bolca mevcuttur, onun eserleri veya özdeyiş tarzındaki ibareleri, Arapça sosyal medyada sürekli dolaşımdadır. Kenefani ve ayarındaki aydınlar, Filistin devriminin sembolleri haline gelmişlerdir.”

Neden?

Cevabın birinci kısmını, Kenefani’nin sürgün ve vurgun yemiş mülteci hayatında bulmak mümkün. 1936 yılında henüz işgal edilmemiş Akdeniz kıyısındaki tarihi Akka şehrinde doğdu. Orta halli ailesiyle birlikte Yafa şehrine taşındı; oradaki Fransız ilkokulunda okudu. 12 yaşına bastığında İsrailli Siyonist çetelerin Filistin şehir ve köylerine saldırılarına tanık oldu. Bu nedenle baba, anne ve yedi kardeşiyle beraber yurdunu terk ederek önce Güney Lübnan’a, ardından Suriye’nin başkenti Şam’a sığındı. Artık bir mülteciydi o.

İkinci cevabı, sıradan bir mülteci olarak hayatını sürdüren Kenefani’nin edebiyat alanındaki faaliyetlerinde buluyoruz: 1953 yılında “Beni Tesadüf Kurtardı” (Enqazetni el Sudfe) ilk öyküsünü yazıp Şam radyosunun “talebe köşesi” isimli programına gönderdi. Öykü, yayınlandı ve beğeni topladı. Birkaç ay sonra “Yeni Güneş” ismiyle “el Ray” dergisinde basılan ikinci öyküsünü yazdı. Gazzeli küçük bir çocuğun etrafında dönen olayları tasvir eden bir öyküydü bu. Aynı yıl, Kenefani, Kuveyt’e giderek öğretmenlik yaptı. Halkından mültecilerin Kuveyt’in kavurucu ve susuz çöllerindeki azap dolu günlerini ve oradaki egemen ilişkileri yakından tanıdı. 1963’te gün yüzüne çıkan “Güneş Altındaki Adamlar” (Rical’un Tehte’l Şems) başlıklı öykü, o günlerden kalan unutulmaz acı izlenimlerin ürünüdür.

Salt edebiyatçı değil; siyasi kimliğiyle ortaya çıkan Kenefani, yurtsever devrimci aydın kimliğiyle üç farklı alanda aktif faaliyet halindeydi: 1950’lerde Arap Ulusal Hareketi üyesi, 1960’larda Kuveyt’ten Beyrut’a döndüğü devirde gazeteci ve öykü yazarı. İzleyen yıllarda eski yol arkadaşı Corc Habeş ile birlikte kurduğu Filistin’in Kurtuluşu İçin Halk Cephesi (FKHC) örgüt sorumlusu. Bu noktadan itibaren Kenefani’nin edebi, siyasi ve örgütsel kimliği iç içe geçmiştir. Biri diğerinden ayrılamaz hale gelmiştir. Yazar ve yayın yönetmeni sıfatıyla çalıştığı yayın organları şöyle sıralanabilir: Panarabist (Arap Ulusal) Hareketi’nin yayın organı haftalık el Hürriye (Hürriyet) gazetesi. 1963 yılında el Muharrir gazetesi, el Envar gazetesinin kültür ekinde Farıs Farıs (bu ismi Cengâver Cango diye Türkçeleştirmek mümkün) kod adıyla edebi makaleler yazdı. 1969’a kadar el Hevadıs (Havadis) dergisinde çalıştı; kod adı ise Rebiî Matar idi. Ardından iki önemli öykü kitabı yazdı; bunlardan biri, “Hayfa’ya Dönüş” (Aidun ile Heyfa) adını alarak sürgündeki Filistin halkının yurduna dönüş özlemini dile getirmektedir.

Belirtmekte yarar var: El Hürriye, Arap dünyasının birliğinden yana olan öncü kadroların, aydın ve sanatçıların edebiyat ve siyaset tartıştıkları karargâh gibiydi. Fikirsel ve edebi konularda öncü bir rol oynayan gazete ve çevresindekiler, Arap okuyucuları, özellikle Filistin meselesine Marksist bir gözle bakan Fransız aydınların eserleriyle buluşturuyorlardı. Çünkü Fransız Marksistlerin söylemi, o sırada artık inandırıcılığını yitirmiş Arap Marksistlerin köhnemiş söylemlerinden çok daha farklıydı. Sovyet yönetiminin 1947’de İsrail’e tanınan bir devlet kurma kararını niçin onayladığını bile ikna edici biçimde açıklayamıyordu Arap komünistler. Kenefani, Lübnan’daki panarabist hareketin sözcüsü konumundaki el Muharrir gazetesinin Filistin ekini çıkarıyordu. Bu gazete, ulusal kurtuluşçu niteliğiyle, Lübnan’daki sağcı kesim ve ABD ile gerici Körfez ülkelerinin çıkarlarını kollayan el Nahar gazetesine karşıt bir yayın politikası izliyordu.

Beyrut basın dünyasının tanınmış gazeteci-yazarlarından biri haline gelen Kenefani, serbest vezinle şiir yazmakla da ünlenmişti. Öyle ki Lübnan sağ kanat sosyetesine hitap eden Şiir dergisinin açtığı yarışmayı bile kazanmış; büyük övgüler almıştı. Öte yandan halkına yararlı olabilmek amacıyla yayın hayatına yeni başlayan örgütün el Hedef dergisinde simgesel bir ücrete çalışmayı hemen kabul etmiş; daha önce çalıştığı çok satan el Envar gazetesinden aldığı yüksek ücretten vazgeçmişti.

1967’nin sonlarından itibaren panarabist hareket önemli oranda fikir değiştirip Marksist-Leninist bir yönelime girince Dr. Corc Habeş, Dr. Vediî Haddad ve Ğessen Kenefani gibileri Filistin’in Kurtuluşu İçin Halk Cephesi (FKHC) adıyla radikal bir örgüt kurdular. İlgi duyanlardan çoğu bilmez ama bu örgütün yayın organı el Hedef dergisi, radikal eylemlerin beyni ve planlayıcısı sayılan Dr. Vediî Haddad’ın önerisi ve teşvikiyle kurulmuştur. Kenefani, Habeş’in lideri olduğu Marksist FKHC örgütünün üyesi olarak siyasal ve kültürel faaliyetin içinde boy göstermeye başladı. Söz gelimi Lübnan Komünist Partisi’nin soğuk, kalıplaşmış ve sıkıcı söylemini kullanmıyordu. Edebiyatla enformasyonun, sanatla devrimin bir sentezini yaparak kitlelere, Arap ve dünyadaki kamuoyuna hitap ediyordu. Son derece şeffaf davranıyor; yurt içi ve yurt dışından dergiye maddi yardımlarda bulunan kaynakları açıklıyordu. Arada bir de Batı ülkelerinde okuyan öğrencilerin alçak gönüllü para havalelerini de yayınlıyordu. Bu şeffaflık, ters tepti; İsrail’in etkilediği kimi Batı hükümetleri “terörizme destek veriyor” gerekçesiyle, bu tür havalelere yasak getiren kararlar aldılar. Dolayısıyla mülteci kamplarındaki sivillere dışarıdan gönderilen bağışlar bile engellendi. Özetle, uluslararası ölçekte yansımaları olan ve dünyadaki devrimci basın üzerinde önemli iz bırakan el Hedef dergisinin yayın yönetmeni Kenefani, katledildiği güne kadar bu görevini sürdürdü.

Kenefani, yurtsever ve devrimci özüyle kitleleri heyecanlandıran Filistin şiirleri (Mahmud Derviş, Semih Kasım ve Tevfik Zeyyad gibi şairlerin yazdıkları) aracılığıyla Arap dünyasının gözünü ve gönlünü açmasını bildi. Davasına ve halkına adanmışlığı, onu, öğrenmek isteyen yerli veya yabancı herkese Filistin’in meselesini bıkmadan usanmadan anlatabilmek için açık kapı siyaseti gütmeye sevk etti. İngilizcesi çok akıcı olmamakla birlikte derdini anlatmasına yetiyordu. Bunu fırsat bilerek Batılı aydın ve gazetecilerin röportaj tekliflerini asla geri çevirmiyordu.

FHKC lideri C. Habeş ile eylemci sağ kolu sayılan Dr. Vediî Haddad, yoldaşları olan devrimci aydın ve yazar Kenefani’nin entelektüel birikimine hayrandılar. Her ikisi de herhangi bir eylem planı yapmadan veya karar almadan önce, Ortadoğu ve dünyadaki gelişmeleri onun ağzından dinlerlerdi. Filistin davasının gidişatına ilişkin değerlendirmeleri de ondan öğrenirlerdi. FKHC’nin 1972’deki 3'üncü Kongresinde, politik raporu okumakla görevlendirildi. Habeş, Kenefani’yi en yakın arkadaşı olarak kabul etmişti. Ölümü üzerine şöyle demişti. “Bedenimin yarısını kaybettim.” Bazılarına göre Habeş, yoldaşının katlinden sonra bir daha eski haline dönememiştir.

Kenefani'nin ölüm haberi

Bu yüzden olsa gerek; Amerikan resmi arşivleri, ABD ile İsrail’in Filistinli bu devrimcinin sözleri ve yazılarıyla, siyasal ve kültürel faaliyetleriyle yakından ilgilendiklerini; onun basın dünyasındaki rolünden son derece rahatsız olduklarını gösteriyor. Bazı Amerikan belgeleri, özel olarak Kenefani’nin basın toplantılarına odaklanıldığını kanıtlıyor. Batı Beyrut’taki kimi çeteler, bir keresinde kendisini sokakta hırpalamışlardı. Sağcı el Nahar gazetesi, bu olayı haber yapmış ve kendisiyle alay etmişti. Onu ölüme götüren somut davranışın/edimin ne olduğu tam bilinmiyor. Ancak Kenefani, rahat hareket ederdi ve asla güvenlik tedbiri almazdı. Filistinli siyasi hareketlere karşı olan sağcı kesimlerle gerici çevrelerin kalesi sayılan Doğu Beyrut’ta ikamet ediyordu. Günlük alışkanlıklarını (işe, eve veya örgüte gidiş geliş saatleriyle güzergâhını) değiştirmezdi. Böylece takip edilmesi kolay biri haline geldi. Katledilmesinden bir-iki hafta öncesinde, dergideki arkadaşları, röportaj için gelip giden yabancı kadın gazeteci sayısındaki artışa dikkat çekmişlerdi. İsrail istihbarat servisi MOSSAD elemanları, bu güvenlik boşluğundan istifade etmek suretiyle kendisine ölümcül bir tuzak hazırladılar. Askeri faaliyetlerde hiç ilgisi bulunmayan Kenefani, arabasına yerleştirilen tuzağın patlaması sonucu 8 Haziran 1972 tarihinde hayata gözlerini yumdu.

Filistinli militan yazarın bir de magazinsel sayılabilecek özel yaşamı vardı. Kendisi, Hıristiyan bir ailenin evladıydı. 1960’larda Danimarkalı kadın araştırmacı Anny (Anna) ile tesadüfen tanışmış oldu. Anny, Filistin mültecilerinin durumunu yerinde gözlemleyip incelemek üzere Arap ülkelerini dolaşmaya başlamıştı. Yolu Beyrut’a düşünce, bu konuda yardımı dokunur diyerek yazar Kenafeni’yle buluşmuştu. Filistinli yazar ise, mücadelesinin sesini Avrupa kamuoyuna duyurur hesabıyla Danimarkalı bu kadın araştırmacının ilişkiyi sürdürmüştü. Zaman içinde âşık olup evlenmişlerdi. Anny, hem Filistin devrimi mücadelesine çok katkıda bulunmuş hem de eşi Ğessen Kenefani’nin çok ihtiyaç duyduğu işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerle bağlantı kurup Siyonist işgalcilerin zulüm, baskı ve katliamlarına ilişkin belgeleri örgüte taşımayı başarmıştır. MOSSAD’ın Kenefani’yi katletmesinin bir nedeni de budur. Çünkü arabasını havaya uçururken, kenarda şöyle bir not bırakılmıştı. “Danimarka’daki İsrail elçiliğinden selamlar!”

Kenefani posteri

Beyrut sosyetesi, onun siyasal/kültürel faaliyetlerinden çok magazin dergilerine bitmez tükenmez konu olabilecek tarzdaki aşk hayatıyla ilgilenmişti. Çünkü Kenefani, Suriye çıkışlı kadın yazar Ğede el Semman (telaffuzu Ğedet-ul Semman) isimli kadınla gönül ilişkisi içindeydi. El Semman, Şam eşrafından bir ailenin kızıydı. Annesi de yazarmış. Babası ise üniversitede dekanlık, hükümette bakanlık yapan üst düzey bir bürokratmış. Kabına sığmayan, kalıpları kırmaya hevesli, başına buyruk ve özgürlüğüne sevdalı Suriyeli asi kadın yazarın 40 kadar roman ve şiir kitabı, Avrupa ve Slav dillerine çevrilmiş. Başta Londra, Paris, Beyrut ve Kahire olmak üzere birçok şehri mekân tutarak kültürel faaliyetlerde bulunmuş. El Semman, feminizmin dar kalıbına itirazlarıyla kadın haklarını savunan aykırı bir yazardır: “Kadın ile erkek arasındaki fark nicel değil niteldir. Kadın, şehir parklarındaki oturak değildir ki, erkekler istedikleri zaman gelip otursun ve sonra kalkıp gitsinler” diyerek ilk çıkışını yapmıştır; akıma karşı mücadelesi 1966 yılında yazdığı “Garipler Akşamı” isimli üçlemesinde görülür. “Felaket, facia, yenilgi diye diye halkı uyuşturdunuz ey efendiler. Bırakın da düşmana (başta İsrail olmak üzere) karşı mücadele ruhunu kazansınlar!” 1973 yılındaki dörtlemesi (Eski Limanların Yolcusu) aracılığıyla edebiyat yoluyla çürümüş milli Arap siyasetlerini eleştirmiştir. “Beyrut 75” adını taşıyan röportajlarıyla, o zamana kadar “Akdeniz’in İncisi, Doğu’nun Paris'i” olarak parlatılan Beyrut’un arka sokaklarındaki açlığı, yoksulluğu ve sefaleti bir gazeteci gözüyle kaleme almış; Lübnan’da büyük sansasyon yaratmıştır. Kenefani ile el Semman arasındaki tanışma Şam Üniversitesi’nde gerçekleşmiş, daha sonra Kahire’deki yazarlar gecesinde buluşmuşlar. O buluşmada Kenefani, müstakbel sevgilisine şöyle demiş: “Köyden ilk kez şehre inen bir kız gibisin! Nedir bu hallerin?” Bu söz, ikisi arasındaki ilgiyi tetiklemiş; aşka dönüştürmüş. Karşılıklı mektuplaşmalar devri başlamış. 1966 yılında Beyrut’ta iken âşık olmuşlar. Kenefani, bu tarihten sonra Londra’ya taşınan el Semman’a aşk mektupları yazmış. Tutkudan öte kara sevdaya kapılmış; neredeyse tek taraflı bir aşk hayatı yaşayarak gittiği her ülkeden (Mısır, Sudan, Şam, Bağdat, Moskova, Lübnan…) kadına içten, duygulu, coşkulu ve şiirsel mektuplar yazmayı sürdürmüş. Bu nedenle ikiliyi Romeo ve Juliet, Leyla ile Mecnun’a benzetenler çok olmuştur.

Ğede el Samman

Edebi derinliğine, şiirsel ifadelerine, ağdalı üslubuna ve yüksek belagatine rağmen mektupların içerikleri hep aynıdır. Tarihteki bütün o destansı aşk öyküleri gibi özlemi, acıyı, serzenişi, haykırışı, ayrılığı ve vuslatı içerirler. Mesela Kenefani, bir mektubunda şöyle der: “Anayurdum Filistin ile seni çok seviyorum. İkinize de bir önce kavuşmaktır dileğim. Filistin’i kazanmak için ölümüne mücadele edebiliyorum. Ya seni? Seni nasıl kazanacağımı bir türlü bilemiyorum?” Bir defasında da Kenefani, mektuplarına ve sevda dolu çağrılarına cevap vermeyen sevgilisinin kapısına dayanır. Postacı misali, mektubunu el Semman’ın eline tutuşturduğu gibi dönüp gider. Mektup, acı feryatlar ve serzenişlerle doludur. Bir diğerinde, “Korkun benden mi, kendinden mi bilmem ama ne bizleri dillerine dolayacak insanlar ne de ilişkimizin geleceği umurumda! Sen ne kadar öteye çekilsen de, parmakların beni cezbe çemberine almışlar. Küçük bir çocuğun renkli hurmaya hem arzulayarak uzanan hem ürkerek geri çekilen parmakları gibiler. Beri gel de dostlarla beraber muhabbet sofrasına oturalım, ölümü ve hayatı maskesiz karşılayalım.” Ğede el Semman ise sevgisini tasvir ederken, zamanın ruhuna da dikkat çekmiştir: “Aşkınla öylesine doluydum ki; yalnız seninle yetinivermiştim. Meğer zaman delik deşikmiş; mutluluk mızrağı süratle o deliklerden çıkıp gitti.” 1992’de mücadele ve devrim adamı Kenefani’nin ölüm yıl dönümü münasebetiyle adet ve alışkınlıkların dışına çıkarak aykırı bir şey daha yaptı: Sevgilisinin kendisine yazdığı toplam 66-68 mektup arasından seçtiği 10 adedini “Ğessen Kenefani’den Ğede el Semman’a Mektuplar” başlığıyla kitaplaştırıp yayınladı. Arap basın, edebiyat ve siyaset dünyasında kızılca kıyamet koptu. Çünkü el Semman, sevgilisinin mektuplarını yayınlarken, kendininkileri yayınlamamıştı. Ayrıca ikili özel ilişkinin en mahrem bölümlerini sansürsüz paylaşmıştı kamuoyuyla. Kimileri, kadın yazarın tabuları kıran bu çıkışını överken çoğu da töre, adet, gelenek adına özel hayatın böylesine pazarlanmasına veryansın etmişti. Çok sayıda eleştiri alan bu kitap ve aşk hikâyesi, aynı zamanda magazin basınının gökte ararken yerde bulduğu bir define haline gelivermişti. El Semman’ın mektuplara yazdığı çok uzun önsöz, bir bakıma kendi duygularının tercümanı veya aşk mektupları gibidir. Sevgilisini tasvir ederken “semmete raculun” ibaresi, her paragrafın başını tekrar tekrar süsler. “Orada bir erkek, bir adam, bir yiğit var ki….” manasında kullanılmıştır. Somut bir örnek: “Orada bir adam var ki çocuk yüzlü ve yaşlı bedenlidir. Bal rengi gözlerinde papağanlar okulundan firar etmiş yaramaz/haylaz bir çocuğun pırıltıları var. İçi geçmiş küheylanı andıran kırılgan bir gövdeyi taşıyor: Şeker hastalığının öldürücü darbelerinden korunmak için insülin iğnesiyle takviye yapıyor. Gasp edilmiş vatanından uzak bırakılmış masum bir çocuğa kalan hastalıklı bir mirastır diyabet. Dış görünüşü o bildik geleneksel kahramanlara asla benzemez:”

Edebi anlamda laf sihirbazı ve büyücüsü sayılan Ğede el Samman’ın özdeyiş niteliğinde birkaç cümlesiyle yazıyı sonlandırayım: “Fikirsel açıdan bir kez diz çöken, ikinci defa nasıl dik duracağını unutan kimsedir… Sessizliğe büründüğümüz için, bize sadece niyet etme vazifesi verilir… Bir kere namludan çıkan kurşunun geri gelmeyeceğini bilerek özür dilemen beyhudedir... Aşk beyanında bulunmak ferahlıktır… Oysa benim trajedim, aşkın vakti gelip geçtikten sonra onu açıklamış olmamdır.”