Mercimek tarlası

Bugünlerde Egidê Cimo'yu kaybettik. Aklıma mercimek tarlasında yüreğime nakşolunmuş serhat ezgileri geldi. Türkülerin sözlerinin muhteşemliği dışında kavalın içli sesiydi asıl yüreğimize dokunan. Kavalı bu kadar güzelleştiren neydi?

Google Haberlere Abone ol

Türkan Elçi

Sekiz köşe şapkaları ve ellerindeki tırpanlarıyla güzel ezgileri olan, türküler söyleyen adamlar gelmişti köyümüze. Onlar, adeta yazın sarı sıcağında sapsarı mercimek tarlasında tırpanlarını bir ileriye bir geriye savuran ter döken işçiler değil de müzikal bir oyunu icra eden oyunculardı. Gırtlaklarındaki ve türkülerindeki sesin acısını çocuk yüreğimle hissetmiştim. Kimdi bu bahsettiğim sekiz köşe şapkalı, şalvarlı daima terleyen, hayatlarını Diyarbakır’ın kaynayan yazın sıcağında türküler söyleyerek anılarımda iz bırakan bu adamlar? Serhat’tan Diyarbakır ovasına gelen tırpancılardı. O dönemlerde Muş, Ağrı, Kars gibi şehirlerden işçiler tırpancı olarak gelir mercimek, nohut tarlalarında hasat zamanında çalışırlardı. İnsanoğlu bu, gittiği yerlere kendisiyle beraber kederini, hayallerini, ağıtlarını, türkülerini de götürür. İşte bu sekiz köşe şapkalı adamlar türküleriyle köyümüze gelmişlerdi. Hüznün sarısına boyanmış tarlalarda aynı hizada sıralanarak ellerine aldıkları tırpanlarla aynı ritimde hareket ederek yaptıkları işi bir mecburiyetten öte eğlenceli bir gösteriye çeviriyorlardı. Şehirde doğmuş büyümüş bir öğretmen çocuğu olmama rağmen köyle ilişkimiz akrabalarımızın köyde olması dolayısıyla sürekli devam etti. Köye yaz tatillerinde de olsa geliş gidişlerimin, toplumumuzu daha iyi tanıma fırsatı sunmasına hep şükretmişimdir.

Bugünlerde Egidê Cimo'yu kaybettik. Aklıma mercimek tarlasında yüreğime nakşolunmuş serhat ezgileri geldi. Türkülerin sözlerinin muhteşemliği dışında kavalın içli sesiydi asıl yüreğimize dokunan. Kavalı bu kadar güzelleştiren neydi? Acı kendini insanoğlunun bedeninde yaşatırken çöreklenip oturduğu, bir türlü gitmek bilmediği biricik yer; göğüs kafesinde yüreğin ve ciğerlerin kapladığı alandır. Yürek her atımda acıyı besler, acı yüreği durdurmak meylindedir sürekli. Bir yılan gibi çöreklenmiş acı, nefes olup çıkarken kavala ses olarak akar. Kanımca başta kaval olmak üzere nefesli çalgıları diğer enstrümanlardan daha kıymetli kılan, insanoğlunun iç sesi ile olan direkt temasıdır. Kürtlerin yüzyıllardan beridir çektiği acıyı anlatmaya gerek yok, Egidê Cimo'nun kavalını dinlemek yeterlidir.

Kavalın piri*Kavalın piri*

Egidê Cimo gibi birçok sanatçıyı köye gidişlerimde yazın sıcağında gece damlara serilmiş yataklarda Erivan radyosunu dinlerken tanımıştım. Babaannem pilli radyosundan cızırtılar içinde Erivan kanalını bulmaya çalışırken hepimiz başına üşüşürdük. Sonra bir türkü başlardı, herkes dam yataklarındaki yerlerini alırdı. Gökyüzünde yıldızlar parıl parılken ellerimizi uzatırsak yakalayabileceğimize inandığımız yaşlarımızdı. Bizi bugün çoğu kişiden farklı kılan, toy yaşlarımızda bizi duygulu bireyler yapan kültürümüzün önemli icra alanı olan türkülerimizdi. Yaşanan acının kimsesizliğini yine bir köylü kadının türkü eşliğinde ağlamasında gördüm. Babaannem bir kaval kaseti almıştı yine Serhat ezgileriydi. Kardeşi vurulmuş köylü kadın, kaseti babaannemle dinlerken nasıl hıçkırıklara boğularak ağladığını hatırlarım. Bazen acı onu oturtmuyordu ki ayakta durmuş, ellerini havadaki boşlukta bir sağa bir sola sallayarak hareket ettiriyordu. Türkü dinleyerek, kaval dinleyerek içindeki acıyı odanın boşluğuna savuruyordu. Köylümüz olan o kadının kavalın ritmindeki tarifsiz acısını yaşayışını hiçbir zaman unutmadım. Kederini içinde böylesine usul usul, ince ince yaşayan kadını. Yıllar sonra aynı acıyı, öldürülme acısını ben de yaşayınca türkü dinlediğim çok oldu. Tahir ile daha önceden dinlediğim Botan ezgilerini dinledim onun gidişinden sonra. Serhat ezgileri çocukluğumda kalmıştı. Mihemet Arifê Cizrawî dinlerken aşk acısı çekiyorduk o zamanlar. Şimdi ise onulmaz bir ölüm acısı. Geriye dönüşü olmayacak gidişler.

Yıllar sonra sekiz köşe şapkalı, şalvarlı güzel türküler söyleyen adamların yerini takur tukurtularıyla biçerdöverler aldı. Teknolojinin azizleri sadece tarlalarımızdaki mercimekleri biçip gitmediler. Kültürel, tarihsel ruh birliğimizi de biçip gittiler. Ardımızda kültürel mirası boşluğa savrulmuş, çorak işe yaramaz topraklar kaldı. İşin asıl acıtan, kanatan yanı; aleyhimize işleyen zamana karşı bizim günden güne bu kan kaybına bir çare bulmamız gerekirken bu alandaki kayıplarımızı müstehzi bir gülümsemeyle geçiştirdik yıllarca. Oysa yaşadığımız acı hakikatleri yarınlara taşıyacak en önemli mecralardandır kültürel mirasımız, müziğimiz, sanatımız. İçimde çoğu zaman durduramadığım kendimce haklı gördüğüm serzenişi biraz teskin etmeye çalışarak umutlu olmaya çalışıyorum herkes gibi.Geçenlerde kütüphanede ders çalışırken genç nesilden bir arkadaşım abla “Şakiro dinliyor musun ?”dedi. Gülerek evet dedim. Kulaklığı telefona taktık. Kütüphanede dinlemeye başladık. Şakiro içli sesiyle kulağımıza “hey limin limin hey limin Asya yê bi sê denga ba min kır.” diyordu.