Dayatmacı eril zihniyete karşı mücadele edilmeli

Erkek egemen siyasetin bayrağı haline gelen başörtüsünü açma/kapama mevzusundan ziyade buna sebebiyet veren dayatmacı/zorba din ve ideoloji sahibi eril tahakkümün konuşulması elzemdir. Örtülü ya da örtüsüz kadınların ne giyinip giyinmeyeceğine bırakın kadınlar olarak biz karar verelim. Sizden öğrenecek değiliz.

Google Haberlere Abone ol

Gülsüm Postacı 

Günlerdir Instagram ve Twitter gibi sosyal medya platformlarında 10 yıl önceki ve 10 yıl sonraki fotoğrafların paylaşıldığı #10yearchallenge akımı, Türkiye'de başörtülerini açma kararı alan kadınların neden açıldıklarına dair açıklamaları ile yaptıkları paylaşımlar konuşuluyor.

Ben de 2014 yılında başörtüsünü çıkarmış biri olarak değişimime dair bir fotoğrafla destek verdim. Çoğunluğu çocuk denilebilecek yaşta ailesi tarafından zorla tesettüre sokulmuş kadınlardan oluşuyor. Geçen eylül ayında hayatlarının herhangi bir diliminde başörtüsü takmış, başörtüsünü çıkarmış, başörtüsü baskısını türlü şekillerde yaşamış ve henüz bu yönde mücadele eden kadınların hikâyelerini paylaşmak, dayanışmak ve haberdar olmak için bizzat bu mücadelelerden geçmiş ve onlara destek olan insanlar tarafından oluşturulan 'Yalnız Yürümeyeceksin' platformundan kadınlarla yüz yüze tanışma fırsatı bulmuştum. Her birinin paylaştığı hikâyeler birbirinden ağır bir o kadar da sarsıcıydı.

Benim serüvenim onlardan biraz daha farklı gelişti. Henüz 14 yaşında, Hz. Rabia'nın hayatının anlatıldığı bir filmden etkilenerek başımı örtme kararı almıştım. Başımı kapatmam konusunda hiçbir zaman ailemden bir baskı görmemiştim. Fazla dindar olmayan fakat sağ milliyetçi/muhafazakar, geleneklerine bağlı bir Anadolu İslamı yaşanıyordu evimizde. Anne tarafı akrabalarım semah dönerken baba tarafı akrabalarım ise milli görüş ekolüne sadık birer nefer gibiydiler. 80'lerde Turgut Özal Türkiye'sine dair bir gazeteden aklımda kalan anekdot, aile yapımı anlatmak için yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Başbakan Özal elinde cin tonik kadehi ile "Ramazan'da artık içkiye paydos" diyordu. Yeri geldiğinde içki içen yeri geldiğinde oruç tutan bir ailede büyüdüm. O yaşta başımı örtmem onlar için de radikal bir karar olmuştu. Halihazırda çekirdek ailemde o yıllardan bugüne benim dışımda başörtüsü kullanan da olmadı. Devamında İmam-Hatip Lisesi'ne gitme kararım dahi o yaşta anneme karşı bir duruştu. Lise yıllarında okul içerisinde kulaklığından cızırtılar yayılan Metallica hayranı, okuldakiler gibi başını örtmediği için sürekli boynun görünüyor şeklinde uyarı cezaları alan bir ucube olarak nitelendiriliyordum. Anlayacağınız kendimi tanıma, anlama çabam her ergen gencin yaşadığı gibi karmakarışık bir zihin dünyasıyla harmanlanmıştı. İnsanın bir ömüre sığdırabileceğinden belki de birazcık fazlasını gördüm, okudum ancak en çok da karşılaşmalardan öğrendim. Mülteciler, Müslümanlar, sanatçılar, solcular, MHP'liler, ekolojistler, Kürtler, Ermeniler, akademisyenler, spirüteller, LGBT'ler. Anlamaya çalıştım. Otoritelerle mücadele ettim. Yeterince makul bir evlat, toplumun istediği gibi de bir anne olmayı beceremedim. Bu süreçlerde gördüm ki seni en çok anneliğinden vuruyorlar. Kimse senin nelerle başa çıkmaya çalıştığını, neleri yendiğini / yenemediğini, kimlerin yanında olmak istediğini, neler hissettiğini neleri hissetmekten korktuğunu, içini, senden daha iyi bilemez.

Hiçbir zaman başörtüsünü çıkardığım için kendimi özgür hissetmedim. Başkalarının koyduğu kurallarla, gelenekler ve ahlak anlayışıyla, kendi hayatınızı yaşadığınızı sanıyorsunuz. İpleri yukarıdan sarkıtılan insanın sahip olduğuna ya da olacağına inandığı ama hiçbir zaman sahip olamayacağı bir kavram özgürlük. Kendinizin seçmediği ailede, yerini kendinizin belirlemediği coğrafyada doğduğunuzu, ırkınızı, dininizi kendinizin seçmediğinizi unutup, bütün bu seçmediğiniz değerleri ölümüne savunuyorsunuz. Ve bu esarete, özgür irade diyorsunuz. Otuz dört yaşımda başörtümü çıkardığımda kendi oluşturduğum değerler doğrultusunda bir seçim yaptım. Başka bir toplum ahlakının, yazılı olan ve olmayan kuralları rehberliğinde, kendinize ait olmayan hayatlar sürüyorsunuz. Hayatınızın neredeyse tamamındaki ritüelleri bir başkası onayladığı için yaşıyorsunuz. Günlük rutinlerinizi siz doğmadan başkaları onayladığı, öyle uygun gördüğü için yaşıyorsunuz. Siz bunu koşulsuz olarak kabul edip sindirerek, bunu savunur hale geliyorsunuz. Okuyorsunuz, işe gidiyorsunuz. Aşık olduğunuzda bile nefret ettiğiniz halde toplumun belirlemiş olduğu zevzek ritüelleri koşulsuz kabulleniyorsunuz. Dolayısıyla da başörtüsünü çıkarınca özgür olmuyorsunuz. Sadece özgürce bir seçim yapmış oluyorsunuz.

Hakkımızda yapılan olumsuz eleştiriler, hakaretlerle hedef gösterilmemiz, manipülasyonla suçlanmamız nelere sebebiyet verebilir hiç düşündünüz mü? Savunduğu şey ne olursa olsun, bir şeyleri savunuyorsunuz diye kimsenin kimseye ceza vermeye hakkı olmadığını düşünüyorum. 1998 yılında Mersin'de evinin önünden kaçırılan ve Hizbullah operasyonu sırasında Konya Meram'da bir villanın bodrumunda cesedi bulunan İslamcı kadın yazar Konca Kuriş'i hatırlayalım. İslami cemaatler arasında kadınların din ve Kur'an tarafından değil, İslam'ı kendi yorumlarıyla kadınlar aleyhine değerlendiren "erkek egemen anlayış" nedeniyle geri planda tutulduğu tezini ilk kez yüksek sesle duyurmuştu. Bu çıkışları, Hizbullah tarafından öldürülmesiyle sonuçlandı. Başörtüsüne özgürlük sloganının cisimleşmiş haliydi. "Benim başörtülü bacılarıma saldırdılar" diyenler keşke başörtülü bir kadın olan Konca Kuriş cinayetine de el atsalardı. Tarikatlar filan, ne dersiniz? Ucu kendi zihniyetlerine mi dokunuyor ne? Nasıl ki 28 Şubat'ta başörtüsü ile okuyabilme mücadelesi verdiysem dini/ideolojik değişimim için de aynı mücadeleyi vermek zorundan kaldım. Erkek egemen siyasetin bayrağı haline gelen başörtüsünü açma/kapama mevzusundan ziyade buna sebebiyet veren dayatmacı/zorba din ve ideoloji sahibi eril tahakkümün konuşulması elzemdir. Örtülü ya da örtüsüz kadınların ne giyinip giyinmeyeceğine bırakın kadınlar olarak biz karar verelim. Sizden öğrenecek değiliz.