Devlet şirket, Erdoğan CEO

Devleti şirket gibi yönetme isteğinin temel nedeni, özellikle ekonomik kararların tek elden ve çok hızlı biçimde alınmak istenmesi. Bunun başka önemli sonuçları da var. Nitekim yasama işlevsiz hale getirilip bakanlıklar da icra memurluğuna dönüştürüldü. Artık yasalar mecliste değil, doğrudan cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılıyor.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Kemal Coşkun

Adaylığının açıklanmasıyla birlikte Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı'ndan istifa etmesi gerekir mi gerekmez mi tartışması yapılırken Anayasa’ya ya da başka yasalara atıf yapılarak çoğunlukla teknik ya da sadece hukuk ile sınırlı tartışmalar yapılıyor. Bunlar gerekli elbette, ancak meselenin tam olarak ne olduğunun anlaşılması için yeterli değil. Daha doğrusu, konuyu sadece hukuk alanında kalarak tartışmak meseleyi “istifa etmeli”, “yok etmemeli” gibi bir tartışmaya dönüştürüyor sadece. Çünkü hukuki metinler, asla sadece birer hukuk metni değil, aynı zamanda siyasal metinlerdir.

Sahi, Binali Yıldırım neden istifa etmiyor? Neden tüm ülkede neredeyse her alanda hukuksuzluk aldı başını gidiyor? Özellikle siyasi davalarda, örneğin Barış Akademisyenlerinin yargılanmasında, savcı iddianameleri neden bir siyasi belge, bir parti bildirgesi gibi yazılıyor? Neden bir mahkeme kararı olmadığı halde KHK ile işlerinden olanların pasaport almaları engelleniyor? Daha da önemlisi, Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in gözlemlerinden yola çıkarak sorarsak, temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracına neden dönüştü? Neden hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline geldi? İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline neden dönüştü? Dolayısıyla asıl açıklanması gereken, bu “neden” sorusudur.

Dinçer Demirkent Gazete Duvar’daki son yazısında Binali Yıldırım’ın istifa etmemesini, Erdoğan’ın Anayasa’ya uymak zorunda olmadığını gösteren bir hükmetme stratejisi olduğunu vurguluyor. Doğrudur, ama bu açıklama da ülkedeki bunca hukuksuzluğun nedenini yine açıklamıyor ve dolayısıyla da ne yapmak gerektiğini önümüze sunmuyor.

Burada hukuksuzluğa ilişkin vurgulayacağım nokta aslında çoğumuzun bildiği bir şey. Ama neden sorusunu da bence bu nokta açıklıyor.

Epey bir zaman önce Erdoğan, “devleti bir anonim şirket gibi yönetmek” istediğini söylemişti. Yıllardır temelleri atılan bu sağ-liberal anlayışın son cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren doğrudan uygulanmaya başlandığını söyleyebiliriz. Ancak bu isteğin Erdoğan’ın kişisel hırsıyla açıklanması yanlış olur. Bir kere bu sağ-liberal yönetim anlayışı hiç de yeni değil. 80’li yıllarda İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan, bizde de Özal bu düşünceyi dile getirmişti. Şimdi de ABD’de Trump, Türkiye’de Erdoğan bunun öncülüğünü yapıyor. Buradan da anlaşılacaktır ki devletin şirket gibi yönetilmesi, kimsenin kişisel hırsından ya da keyfinden değil, burjuva sınıfının daha fazla kâr etme ve bunu yaparken de buna karşı olabilecek tüm sınıfları, daha doğrusu işçi ve emekçileri baskı altına alma ihtiyacından kaynaklanıyor. Böylece burjuva sınıfının desteğiyle Erdoğan, devleti bir anonim şirket, kendisini de bu şirketin CEO’su yaptı/yapıyor. İslamcılık ve muhafazakarlık da bu iş için en uygun ideoloji.

Ülkeyi şirket gibi yönetmenin değişik göstergeleri var. Örneğin Marksist devlet tanımından yola çıkalım. En üst soyutlama düzeyinde devlet, bir sınıfın diğer sınıflar üzerine baskı aracı olarak tanımlanır. Ancak pratikte, örneğin burjuva sınıfı, devleti doğrudan değil kendi temsilcileri aracılığıyla yönetir. Üretim tarzı düzeyinde yapılan bu soyutlamayı daha somut toplumsal formasyon düzeyinde değerlendirirsek, bir sınıfın diğer sınıflar üzerine kurduğu baskının, dolayımlarla, yani eğitim, aile, din gibi diğer kurumlar üzerinden, üstelik bütün toplumlarda farklı biçimler alarak kurulduğunu görürüz. Oysa cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan hükümette dört bakanın iş adamları arasından seçilmesi, bu durumun değiştiğini, yani burjuvazinin artık doğrudan doğruya devlet yönetimini eline almaya başladığını gösterir. İleride iş adamlığından gelen bakan sayısının artması olasıdır bu nedenle. Bu anlamda burjuva sınıfının diğer sınıflar üzerine hegemonyası, artık diğer kurumlar aracılığıyla, yani dolayımlar üzerinden gerçekleşmiyor, çok daha açık biçimlerle doğrudan bir baskı biçimine dönüşüyor. Toplumun yeniden üretimi, kapitalizmin yeniden üretimine dönüşüyor. Elbette ki işçi ve emekçi sınıfların bütünüyle aleyhine olarak.

Devleti şirket gibi yönetme isteğinin temel nedeni, özellikle ekonomik kararların tek elden ve çok hızlı biçimde alınmak istenmesi. Bunun başka önemli sonuçları da var. Nitekim yasama işlevsiz hale getirilip bakanlıklar da icra memurluğuna dönüştürüldü. Artık yasalar mecliste değil, doğrudan cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılıyor. Yargı ise tamamen cumhurbaşkanının ağzından çıkacaklara odaklanmış durumda. Artık cumhurbaşkanının her sözü bir “mahkeme kararı” biçiminde algılanıyor. Anayasanın bile rafa kalkması, AİHM kararlarına uyulmaması da bu yüzden. Neden hakimler vatandaşların temel hak ve hürriyetlerine müdahale eden görevliler konumuna geldi sorusunun yanıtı da burada yatıyor: Şirketin vatandaşları olmaz, olsa olsa işçileri olur. İşçilerin de Anayasa ile belirlenmiş temel hak ve hürriyetleri yoktur. Dolayısıyla bütün ülkede birçok alanda yaşanan hukuksuzlukların temel nedeni, ülkenin şirket gibi yönetilmeye başlanmasından başka bir şey değil. Grevler boş yere yasaklanmıyor. En basit bir eylemin bile iktidar tarafından tehditle karşılanması, işçilerin ve işçi önderlerinin tutuklanması da bu yüzden.

Ancak bu “şirket” batmak üzere. Aynı gemideyiz teraneleri de batan şirketin yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yüklemek için. Bu durumda yapılacak şey, devleti bir şirket haline dönüştüren ekonomik, siyasal ve ideolojik/kültürel politikalara karşı mücadele etmekten başka bir şey değil. Çünkü devlet şirket gibi yönetildikçe hukuksuzluk bitmeyecek.

*Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF, Sosyoloji Bölümü Eski Öğretim Üyesi