Akademisyenlerin dönüşü ve yitirilen iyi bir insan

Biz Ceren Damar’ın yazacağı onlarca makalesini yitirdik, yetiştireceği binlerce öğrenciyi yitirdik, değerli bir akademisyeni yitirdik ve en önemlisi de bu karanlığa, bu cehalete, bu avamlığa karşı ‘iyi bir insan’ı yitirdik!

Google Haberlere Abone ol

Haberlere düştüğünde ciddiye dahi almadım. Türkiye'ye geri dönecek bilim insanlarına aylık 20-24 bin lira maaş öneriliyordu. Bırakın ciddiye almamayı, güldüm geçtim. Türkiye'deki yetkililer maaş vererek kaliteli akademisyenleri ülkeye getirebileceklerini zannediyorlar. Esasında idealist olup dönmek isteyecekler olabilir. Ancak siyasi iklim kendisine uyduğu halde Nobel Ödüllü Aziz Sancar dahi dönmediğine göre, hele hele bu iklimde, kaç kişi döner ki!

Esasında şimdinin aksine, 4-5 sene öncesine kadar, İsveç'teki rahatlığımı bırakıp Mardin'e yerleşmeyi düşünen ve "acaba sözleşmeli olarak dahi Artuklu Üniversitesi'nde çalışabilir miyim" diye alternatifleri araştırıyordum. Düşünün inovasyonun merkezi ülkelerden birindeyim ama memleketime dönüyorum. İsveç'te onlarca ülkeden öğrenciye ders veren biri olarak, memleketimde de bir faydam olurdu, değil mi? Hatta Mardin'de, girişimcilik ve inovasyon merkezi kurulabilir mi diye birkaç yetkili ile görüştüm.Sonradan rektörün ilahiyat mezunu olması dikkatimi çekti. O ister mi acaba diye soru işareti oluştu kafamda. Belki yönetim becerileri vardır diye düşündüm. Neyse, öyle bir durum olursa, İngilizce bilmeyen yetkilinin beni İngilizce sınavına sokmak istemesi, ancak beni test edecek hocayı başka şehirden getirmeyi düşünmesi gibi ilginç detayları atlarsam, Mardin'e yerleşmeyi ciddi ciddi düşünüyordum. Bahar havası vardı coğrafyamda, her şey güzel olacaktı ve memleketimde akrabalarımla ve dostlarımla seneler sonra beraber olabilmek harika olacaktı. Bir başka alternatif de, İstanbul idi. Üniversiteyi orada bitirdim, orada uzun süre yaşadım.Trafiği halen çekilmez bulsam da, danışmanlıkla alacağım iyi bir gelirle işe yakın ev tutabilir ve rahat rahat sosyal hayata dahil olabilirdim.

Sonra  bu süreçte gözlemlerim ve yaşadıklarım sonucu  Mardin veya İstanbul’a yerleşmekten vazgeçtim. Baktım ki, kolay kolay liyakatle yükselinecek bir ortam yok. Kim kimin arkadaşı, yandaşı, partidaşı, adamı, esas mesele o. Ben başkasına da bana da iltimas gösterilsin istemem. Tanıdığım doktorlar var diyelim, alırım sıra numaramı beklerim. İsveç'te sırada beklemek ibadet gibi bir ritüeldir. Sıraya girersiniz, bozmazsınız, kaynamazsınız. Müdür de olsanız, patron da olsanız, berber de olsanız, mesele sıra oldu mu eşitsiniz.

Vazgeçişimde esas nedenlerden biri de akademik ve fikir özgürlüğünün olmayacağını görmekti. Bunlar KHK'lardan çok önceydi. Mesela ben İsveç'te Volvo yöneticisinin işi bilmediği için istifa etmesi gerektiğini, Microsoft'tan birini Nokia’nın başına getirenlerin Nokia telefonu yok edeceğini düşündüğümü ve Truva atını işe aldıklarını rahat rahat derslerimde söyleyebiliyordum. Dersime istediğim misafiri ‘hangi görüştendir’ kaygısını duymadan misafir edebiliyordum. İstersem sağ partilere, istersem sol partilere üye olabiliyordum. Dersime çağırdığım kurumdan yetkiliye, İsveç'in TÜBİTAK’ı olan Vinnova’nın bazı projelerinin neden başarısız olduğunu rahatlıkla sorabiliyorum.  İktidar partisinden bir vekil geldiğinde, ben ve öğrencilerim çatır çatır sorular sorup: ‘Eşitlik diyorsunuz ama İsveç'te neden kadın bir başbakan olmadı halen’ diye sorabiliyorum. O vekilin aklından üniversiteye siyasi baskı uygulamak, beni işten attırmak geçmiyordu. Elbette kimi direkt, yüz yüze, bizim alıştığımız gibi geri dönüşümlere alışkın değiller ama temelde, farklı görüştensiniz diye işinizi kaybetme riskiniz yok.

KHK ile atılan yüz binlerce insanı, o kadar akademisyeni ve "farklı görüşten diye üniversiteden kimse atılmadı" diyebilen cumhurbaşkanı danışmanı eski akademisyeni dinleyince İsveç bu konuda bir cennet.

Akademik araştırma konusunda da belli saatlerden fazla ders verme mecburiyetiniz yok ve alanınızda istediğiniz araştırmayı yapabilirsiniz. İsveç'te artan ırkçılığı da araştırabilirsiniz, medyadaki ayrılıkçı söylemini de. Akademik kriterlere uyduğunuz müddetçe, araştırdığınız konunun siyaset tarafından dayatılması mümkün değil. Araştırmanızın yarattığı siyasi sonuçları düşünmeniz falan gerekmez. Size itiraz edenler de, akademik kriterlere ne kadar uyup uymadığına göre gene akademik kriterlerle itiraz ederler. Dışarıdan tepki alabilirsiniz ancak mesleğinizi kaybetmeniz, araştırmalarınızdan ya da fikirlerinizi beyan etmenizden dolayı olmaz. Hele hele akademik bir pozisyonunuz varsa, yolsuzluk yapmadıysanız, notları adil verdiyseniz, ırkçılık yapmadıysanız, kimseyi taciz etmediyseniz, dokunulmaz bir insansınız. Hatta derslerinizi verdikten sonra nerede olduğunuza dahi, pratikte kimse karışmaz. Üç ay ders verip araştırmasını üç ay başka ülkede yapanı da, makalelerini göl kıyısındaki yazlığında yazanı da biliyorum. Kimse sizden haftada 20 saat ders vermenizi beklemez. Bilirler ki, akademisyenin oturup okuması, anlaması ve araştırması için zamana ihtiyacı vardır.

Bakın, burada Türkiye'deki gibi bir bir hiyerarşik yapı da yok. Mesela ben tez danışmanlarıma adlarıyla hitap ederim. Bırakın tez danışmanımı, rektöre dahi adıyla hitap ettim tanıştığımda. İkincisinde rektöre metroda denk geldim, uzunca sohbet ettik metro çıkışında. Öğrencilerim için de ben Serdar’ım. Almanya’dan ve ya da Hindistan’dan gelen öğrencilerim Sir ve da Mr. dediklerinde, bana ismimle hitap etmelerini rica ederim. Öğrencilerim birçok hakka sahiptir, hatta hemen hemen sınırsız denilebilecek kadar bütünleme hakları da var. Onlara karşı Türkiye'deki gibi gücüm de yok. Bir keresinde, esasında ülkelerindeki eğitim sistemi farklı olduğu için Wikipedia’dan kopyalanan birkaç paragraf var diye öğrencilerimi uyardım. Olayın esasında hızsızlık olduğunu anlattığım zaman yüzlerindeki utancı ve kaygıyı halen unutamam. Aklıma hiçbir şekilde, not için, dersteki bir tartışmadan dolayı (ki benim dersimde bol tartışma olur) şiddetin olacağına, şiddete maruz kalacağıma dair bir şey gelmedi.

Bu yüzden de, Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel’in katledilmesini duyunca hem çok şaşırdım hem de kahroldum. Üstüne, eşinin herkesi iyi insan olmaya çağıran konuşmasını görünce çok sarsıldım. Aynı şehirdeki rektörün tweet'ini görünce ise cidden sinirlendim.

"Bu günlere gelebilmek, akademisyen olabilmek için yoğun emek verdi, büyük zorlukları aştı,yıllarını harcadı... Vandalın biri onu gencecik yaşında hayattan kopardı. Sözcükler bitiyor, üzülmek yetmiyor, yürek dayanmıyor... Kahroluyor insan..."

Erkan Rektör, defalarca rapor edilen biri, akademisyeni katlediyor, ama sanki bir insan katledilmedi de masa sandalye devrildi gibi katile vandal diyerek tweet atıyor!

Üniversitesindeki akademisyen Cenk Yiğiter’in hayatını yaşayan ölüye çevirmeye çalışan rektör Erkan İbiş’ten, katledilmiş bir akademisyen için düzgün tavır beklemek benim hatam olsa gerek. Sayın rektör, bizler kahroluruz, vatandaş kahrolur, ama sizler olamazsınız! Kalibresi, üniversiteye öğrenci olarak gelmesin diye, kişiye özel yönetmelik çıkararak Cenk Yigiter’in kampüse girmesini engellemesi ile belli olan sayın rektör, yaptıkları ve ettikleri ile, bu dönemin fotoğrafını çekmek için ibretlik bir örnek olarak anılacak.

Yaşanan elbette bir vandallık değil ve bu cinayet anlık bir cinnetten dolayı da değil. Bu katil (vandal değil, katil, basbayağı katil), bostanda, otlakta yetişmedi. Yetişmesi için ortam hazırlandı. Kadınlara şiddetin cezasız kalması ile, "sözde akademisyen" denilerek, eğitimli azınlık, eğitimsiz çoğunluğa hedef gösterilerek, "bizim vergilerimizle maaşınızı alıyorsunuz’"a tabi tutularak; bayağılık ve avamlık  yerel ve orijinal bir şeymiş gibi paketlenerek, olumlanarak hatta yüceltilerek ulaşıldı.

Meğer akademide olmak için dönmek ile sadece işinizi, özgürlüğünüzü değil, canınızı dahi kaybetme riskiniz varmış. Yetişmiş 250 bini aşkın gencini göçle kaybetmiş bir ülkenin ‘örgüt’ torbasına istediğini koyup etiketleyen, yetmedi akademisyenlerini meslekten atan, hapse tıkan bir sistemin, en ufak eleştirileri dahi ‘ihanet’ diye savuşturmak isteyenlerin, sanki bunların hiçbiri olmuyormuş gibi yurt dışındaki akademisyenlerin aylık 3-4 bin dolar maaşa, mesleklerini, özgürlüklerini ve hatta canlarını riske atarak Türkiye'ye döneceklerini sanmak, bu ortamda  bilim yapılabileceğini sanmak aymazlık değilse, cidden ama cidden saçmalık. Belki birkaç idealist, birkaç ailevi sebepten dönmek zorunda kalan ya da iş bulamayan döner, ancak temelde aklı başında hiçbir bilim insanı, bilim yapmak için ya da temelli dönmez. Umarım orada olanlar, kendilerine uygun ortamlara ve düzgün bilimsel araştırma ortamına sahiptirler.

Ben şimdi ne yazsam boş, Ceren Damar’ın eşinin ruhunda oluşan boşluğu, Ceren Damar'ın dost ve akrabalarının yaşadığı acıyı düşünmek dahi istemiyorum. Kelimelerin ifadeye gücünün yetmeyeceği, yüreğimizin yandığı bir noktadayız Bu karanlığa, bu cehalete, bu avamlığa karşı kaybettik. Biz Ceren Damar’ın yazacağı onlarca makalesini yitirdik, yetiştireceği binlerce öğrenciyi yitirdik, değerli bir akademisyeni yitirdik ve en önemlisi de bu karanlığa, bu cehalete, bu avamlığa karşı ‘iyi bir insan’ı yitirdik!