Neden gelecekten umutlu olmak gerekir?

İnsan hayatını kolaylaştıran, insanca yaşamanın olanaklarını arttıran, insanların bireysel, insan topluluklarının kolektif haklarını çoğaltan gelişmeler ve Marksizm’in geçmiş çözümlemesi ve geleceğe dair sunduğu açıklamalar seti, insanlığın geleceğine dair umutlu olmayı fazlasıyla gerektiriyor.

Google Haberlere Abone ol

Abdullah Damar*

Büyük insanlık gemide güverte yolcusu / trende üçüncü mevki / şosede yayan / büyük insanlık.

Büyük insanlık sekizinde işe gider / yirmisinde evlenir / kırkında ölür / büyük insanlık.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter / pirinç de öyle / şeker de öyle / kumaş da öyle

/ kitap da öyle / büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok / sokağında fener / penceresinde cam

/ ama umudu var büyük insanlığın / umutsuz yaşanmıyor.

Devrimci ozan Nazım Hikmet, ‘Büyük İnsanlık’ şirinde, yaşantısından örnekler verdiği işçi sınıfının, her şeye rağmen sadece umudunun olmasının yeterli olduğuna ve umutsuz yaşanmayacağına vurgu yapar.

Hem yeni bir yıla girmiş olmak hem genel olarak ülkenin içinde bulunduğu kaotik ortam hem de özel olarak yaşanılan çok yönlü sindirme politikası nedeniyle, başta kamu emekçileri olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinde, geleceğe dair büyük bir umutsuzluk söz konusu.

Bu kötü koşullarda, iyimser olan, hayata gülerek bakan, sürekli bardağın dolu tarafını gören, bıkmadan-usanmadan karınca misali demokrasi ve sosyalizm mücadelesini sürdüren, geleceğe umutla bakan ve her yenilgiden sonra mücadele kararlılığından bir adım bile geri atmadan yoluna devam edenler, yılgın-umutsuz kitleler tarafından ya anlaşılamıyor ya da ‘Polyannacılık’ ile suçlanabiliyor.

Biz, yılgınlık ve umutsuzluğun nedeninin, dünyaya bir bütün olarak bakmamak, tarihsel süreci yeteri kadar yorumlayamamak ve ‘Büyük insanlık’ın kazanımlarını anlayamamak olduğunu düşünüyoruz.

Bu noktada iki konuya vurgu yapmak istiyoruz:

İlk olarak, dünyanın felsefi, ekonomik, tarihsel ve sosyolojik olarak yorumlanması, bu yoruma dayalı bir biçimde tutarlı açıklamalar getirilmesidir.

Bu anlamda Marksizm’in tutarlı bir açıklamalar seti sunduğunu söyleyebiliriz. Marksizm; bilimden felsefeye, tarihten ekonomi politiğe kadar birçok disiplinde, 19'uncu yüzyıla kadar sağlanan birikimleri bir potada birleştirebilmiştir.

Marksizm’in 19'uncu yüzyılda ortaya çıkması bir tesadüf değil, o yıllarda yaşanan gelişmelerin bir sonucudur. Ortaçağ karanlığının sona ermesiyle ortaya çıkan aydınlanma düşüncesi, teknolojideki gelişmeler, feodalizmin tasfiyesi ile oluşmaya başlayan kapitalist sistem ve nihayet feodalizmin ürünü olan aristokrasinin yok olarak, yerine sermaye sınıfı ve işçi sınıfının çeperinde yeni toplumsal sınıfların oluşması, yeni düşüncelerim ortaya çıkmasını tetiklemiştir.

Marksizm, o zaman kadarki ekonomi-politik, felsefe ve sosyalizm anlayışlarını eleştirel bir anlayışla tutarlı bir açıklama haline getirmiştir. Ekonomi-politik, kapitalist üretimin kaynağını, dinamiklerini ve temel bileşenlerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Felsefe, o dönemin Avrupa’sının geçirdiği köklü dönüşümlerden hareketle tarihin ilerleyişi, insanların maddi yaşam koşulları ile düşünce arasındaki ilişkiler ve insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor sorusunun cevabını aramıştır. Sosyalizm anlayışı ise kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve yoksullaşmanın çaresini aramış ve bu olgulara son vermeyi öneren modeller geliştirmeye çalışmıştır.

Marksizm, bu üç düşünce akımının eleştirel bir senteziyle, bir toplumsal formasyon çözümlemesi ortaya koymuştur. Buna göre; üretici güçler ve üretim araçları, kapitalist üretim ilişkilerini ortaya çıkarır. Kapitalist üretim ilişkileri sermaye ve işçi sınıfının çevresinde örgütlenir ve bir üretim tarzı oluşur. Bu üretim tarzı yapı ve üst-yapısal kurumlaşmaları tetikler ve koşullandırır. Kapitalist üretim tarzı ortaya çıktıktan sonra feodal yapı ve üst-yapısal kurumları bir anda yok etmez. Kendine has üst-yapı kurumlarını oluşturduğu gibi eski tarz üst-yapı kurumlarının bir kısmını da eklemleyerek, dönüştürür.

Marksizm’de, sınıf mücadelesinin kaynağında üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki vardır. Bu çelişki, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki çatışmanın kaynağıdır. Tarihin devindirici gücü sınıf savaşımıdır.

Marksist toplumsal formasyon çözümlemesi, yapı ve üst-yapı olarak bir bütünlük ortaya koyar. Bu bütünlükte söz konusu olan yapının, üst-yapıyı birebir belirlemesi değil, üst-yapı unsurlarının hangi koşullarda şekilleneceğine, hangi doğrultuda gelişip, değişebileceğine işaret etmesidir. Devlet, siyaset ve hukuk gibi üst-yapısal kurumların da kimi zaman önemli süreçleri tetikleyebileceği ve bu süreçlere çeşitli kanallar açabileceği kuşkusuzdur. Ancak son kertede belirleyici olan yine de yapıdır.

Marksizm’e göre tarihsel süreç, ekonomik temelli toplumsal oluşumların zaman içinde karşıtlarını üretmeleri, karşıtların giderek çatışmaya dönüşmesiyle de yeni oluşumun, eskisini ortadan kaldırması biçiminde yürür.

Ortaya çıkışından bu yana sınıf mücadeleleri sonucu elde edilen kazanımlar, her ne kadar 1990’lı yıllardaki reel sosyalist sistemin çöküşü sonucu geriye gitse de, hiç de küçümsenecek kazanımlar değildir. O kadar ki, çalışma hakkı, örgütlenme hakkı, maaş, sosyal sigorta, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, iş arama hakkı, yıllık ücretli izin, fazla mesai ücreti, hafta tatili, ara dinlenmeler, resmi tatil ve bayram izinleri, maddi ve manevi zararların tazmini, işe iade hakkı gibi haklar... Bu kazanımlar, sınıf mücadelesinin kararlı bir şekilde sürdürülmesinin, işçi sınıf ve en alttakilerin geleceklerinin kazanılmasında ne derece önemli olduğunu ortaya koymuştur.

Kapitalist sistemin kâr amaçlı işleyiş mantığının sonucu olarak, sürekli dönemsel ve yapısal krizler yaşayacağı, toplumun çoğunluğuna maddi ve manevi refah sağlamasının mümkün olmadığı, insanların sisteme ve kendilerine yabancılaşacağı da tarihsel süreçte sınanmış ve açığa çıkmış birer gerçekliktir.

Bu durumda, Marksizm’in rehberliğinde tarihsel süreç içinde dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıkların diyalektik bir süreçle birbirini etkilediği ve dönüştürdüğü gerçekliğini bilen ve işçi sınıfının bir parçası olduğunun ayırdında olan bir bireyin, umutsuzluğa kapılmak gibi bir duyguya kapılması söz konusu bile olamaz. Çünkü tarihsel süreç işçi, emekçi ve ezilen sınıflardan yana akmış, akmakta ve akmaya da devam edecektir.

İkincisi Marksizm’den bağımsız olarak, insan uygarlığının, geçmişten bugüne kadar neleri başardığı, sorunların üstesinden nasıl geldiği, ölümcül hastalıkları nasıl yendiği, insan yaşamını nasıl kolaylaştırdığı göz önüne alınırsa; küreselleşme, savaşlar, milliyetçilik, dinsel bağnazlık, iklim bozuklukları, soykırım, açlık, ekonomik sömürü gibi yaşanan sorunlara rağmen, insanlığın bu sorunları çözdüğü ve çözmeye de devam edeceğini görmek gerekiyor. Bu konuda, dünyaca tanınmış dört düşünür olan Steven Pinker, Matt Ridley, Alain de Botton ve Malcolm Gladwell, ‘Gelecek daha güzel günler mi getirecek?’ başlığıyla yaptıkları ve daha sonra kitap haline getirilen tartışmada kimi önemli verileri ortaya koyuyorlar.

Bu düşünürlerden Steven Pinker, hayata dair kimi konularda tespitler yapmış. Bu tespitler özetle şöyle;

İnsan hayatı gittikçe uzuyor. Bir buçuk asır önce insan ömrü ortalama otuz yıldı. Bugün yetmiş yıl. Bu yükseliş durma belirtileri göstermiş de değil. İnsan sağlığı konusunda devasa gelişmeler sağlandı. Kitlesel ölümlere yol açan çiçek hastalığı ve sığır vebası ortadan kalkmış durumda. Refah seviyesi oldukça yükseldi. iki yüzyıl önce, dünya nüfusunun yüzde 85'i aşırı yoksulluk içinde yaşıyordu. Bugün bu oran yüzde 10’un altına indi. Birleşmiş Milletler'e göre 2030'da sıfırlanabilir. İnsan etkinliklerinin en yıkıcısı savaşlar azalıyor. İç savaşlar devam ediyor ama onlar da devletler arası savaşlara oranla daha az yıkıcı. Ayrıca sayıları da azaldı. Bütün dünyada şiddet suçları düşüyor. Dünyanın önde gelen suç bilimcilerinin hesaplarına göre otuz yıl içinde cinayet oranları yarı yarıya düşecek. Tek tük ülkelerdeki irtifa kayıplarına rağmen, küresel demokrasi endeksi hiç olmadığı seviyelerde. Dünya nüfusunun yüzde 60'ı artık açık toplumlarda yaşıyor, ki bu oran hiç bu kadar yüksek olmamıştı. 1820'de insanların yüzde 17’si temel eğitime sahipti. Bugün bu oran yüzde 82. Ve oran hızla yüzde 100'e doğru yükseliyor. Devam etmekte olan küresel seferberliklerin hedefleri arasında çocuk işçiliği, idam cezası, kadınlara şiddet, kadın sünneti, eşcinselliğin normal sayılması ve insan ticareti gibi konular var. Her birinde önemli mesafeler kat edildi. Küresel verilerin gösterdiğine göre kadınlar artık daha iyi eğitim alıyor, daha geç evleniyor, daha çok kazanıyor, güçlü ve etkili konumlara daha çok geliyorlar. Dünyanın her yerinde IQ her on yılda üç puan artıyor.

Sonuçta insan ömrünün uzamasından insan sağlığı konusunda gelinen aşamaya, refah seviyesinin yükselmesinden devletler arası savaşların olmamasına, suç oranlarının düşmesinden küresel demokrasi endeksinin yükselmesine, temel eğitime sahip insanların oranının yüzde 100’lere doğru çıkmasından cinsiyet özgürlüğünün sağlanmasına, insan hakları konusunda elde edilen gelişmelerden ortalama IQ seviyelerinin yükselmesine kadar ortaya çıkan gelişmeler, insanlığın geleceğinin iyiye gittiğini açıkça gösteriyor.

İnsan hayatını kolaylaştıran, insanca yaşamanın olanaklarını arttıran, insanların bireysel, insan topluluklarının kolektif haklarını çoğaltan bu gelişmeler ve Marksizm’in geçmiş çözümlemesi ve geleceğe dair sunduğu açıklamalar seti, insanlığın geleceğine dair umutlu olmayı fazlasıyla gerektiriyor.

Ama umudu var büyük insanlığın/umutsuz yaşanmıyor…

*Gaziantep Eğitim Sen Şube Sekreteri