Ana akımın gazetecilikle imtihanı

Normal koşullarda mali olarak çoğunluğu elde bulunduran medya şirketlerinin esas olarak kamuoyuna verdiği haberlerin doğru olduğuna ikna etmesi gerekir. Ancak artık bu ana akımın böyle bir kaygısı yok, tıpkı mutlak olarak biat ettikleri Cumhurbaşkanının yönettiği ya da temsil ettiğini iddia ettiği halkı inandırmak gibi bir kaygısının olmaması gibi.

Google Haberlere Abone ol

Tezcan Durna*

Yazıya “biz eskiden…” diyerek başlamak ilk aklıma geldiğinde, birden kafama dank etti. Bu lafı etmeye başladıysam yaşım epeyce ilerlemiş ya da kendimi avutmak için “son beş yıldır zaman olağanın dışında bir hızla aktı, olaylar çok hızla gelişti” mi demeliyim diye düşündüm. İster yaşımın ilerlediğini kabul edeyim, isterse de olayların hızla geliştiğini ama gerçekten de biz eskiden iletişim çalışmaları alanında basında temsil çalışmasına başlarken, gazeteleri önce ana akımdan temsil yeteneği olanlar arasından seçerek, ardından da milliyetçi, İslamcı, solcu gibi kategoriler belirleyerek seçerdik. Ana akımın nispeten “ideolojisiz”, daha geniş bir kitleye hitap eden olmasına dikkat eder, bunun için de esas olarak tirajları baz alırdık. Öncelikli kriterimiz mümkün olduğunca “ideolojisiz” olması ise bir ana akım gazetenin ikinci kriterimiz en yüksek tirajlı olması idi. Elbette kültürel bir ürünün içinde ideolojinin olmamasını savunmak ya da beklemek safdillik olur. Ki zaten bu iddia, benimsediğimiz paradigmaya da taban tabana terstir. Ancak ana akımın içinde de elbette ideoloji vardır da bu ideolojiyi mesleğin birtakım normlarını daha iyi işleterek nispeten daha iyi gizler ana akım. İşte tam da bu nedenle ana akımdır zaten. Bunu belirledikten sonra, soldan, sağdan temsil kabiliyeti olan gazeteler belirleyip, bunların herhangi bir örnek olayı nasıl sunduklarını muhtelif yöntemler belirleyerek analiz ederdik. Elbette hâlâ bunu yapmaya çalışıyoruz da bu zamanda artık ana akımı belirlemek bir hayli güçleşti. Sanırım bu zamanda ana akım ve diğerleri şeklinde bir ayrım yerine, gazetecilik yapanlar/yapabilenler ile gazetecilik yapmayanlar ya da tetikçilik yapanlar şeklinde bir ayrım gerekiyor. Elbette tetikçilik yapan gazeteler eskiden beri vardı. Azınlık gruplardan tutun da hedef belirledikleri isimleri “hedef gösteren” ve kitleleri bu kişi ya da grupların üstüne salan çok gazete/gazetecilik örneği vardır tarihimizde. 6-7 Eylül olayları bunun en tipik örneklerindendir. 90’lı yıllardaki gazetecilik örneklerinde de bol miktarda görürüz bu marifetleri. Ancak bu dönem sanırım bambaşka. Belki bu marifetler bir zamanlar istisna iken bu zamanlarda kural haline gelmiş durumda. Bu nedenle de “ana akım var mı yok mu, ya da ana akım iyi gazeteciliğin garantisi midir?” gibi soruları tekrar tekrar sorup, en azından bir meslek olarak gazeteciliğin selametini ısrarla tartışmakta yarar var.

Ana akım verili olarak iyi gazeteciliği beraberinde getirmez. Ana akım tek başına nesnelliği, tarafsızlığı, dengeliliği garantilemez. Örneğin ana akım Abdi İpekçi’nin 70’lerdeki politik şiddet haberlerini verme biçiminde ortaya çıkar, ancak bu örnek neredeyse istisnadır. Örneğin sol bir grubun şiddet eylemini dönemin Tercüman gazetesi “anarşistler ülkücülere saldırdı!” başlığıyla verebilir. Yine dönemin Cumhuriyet gazetesi bazen “Komandolar Konya’da 6 devrimci öğrenciyi bıçakla yaraladı” şeklinde verebilirken, bazı durumlarda “Kayseri’de faşistler töreni yarıda kesti” gibi başlıklarla verebilmektedir. Bütün bu başlıklar somut bir araştırmanın bulgularına dayanmaktadır. Bu bulgulara ve yetmişlerde politik şiddetin basında nasıl çerçevelendiğine dair araştırmanın kaynağını şuraya iliştireyim.

Politik şiddet ile ilgili haberlerde 70’lerin Abdi İpekçi yönetimindeki Milliyet gazetesi ise neredeyse hiçbir siyasi grup için sıfat kullanmaz. Sağduyulu, şiddeti hiçbir taraf açısından da meşrulaştırmayan ve hiçbir tarafı yargılamayan bir dille haberleştirir olayları. Örneğin solcu ya da sağcı, faşist ya da anarşist demez. Her grubu kendine ne diyorsa o adla anar. Örneğin THKO üyesi gençler/öğrenciler olarak verir. Örneğin Milli Türk Talebe Birliği’ne üye gençler/öğrenciler diye bahseder. Hiçbir grup için bir sıfat kullanmaz. Eğer bir ana akım örneği arayacaksak, 70’lerin Milliyet’inin sağduyusunda görebiliriz. Yani aslında buradan şu sonuca varırız: Herhangi bir toplumsal grup için bir sıfat kullandığınızda mutlaka ana akımın dışına kayarsınız. Ana akım denilen şey, genelin, hegemonik olanın kültürünün, fikrinin hâkim olduğu alandır, ancak her zaman bu hegemonyaya sağduyu hâkim değildir. Sağduyu gazeteciliğe yüklediğiniz anlamla, bu gazeteciliği yapan gazetecilerin üretimden gelen güçlerini kullanma becerisindedir. Bu da ancak örgütlü bir emek gücüyle gerçekleşebilir. Ana akımı da gazeteciliği de tartışırken, bu örgütlenme eksikliğini ve sorununu tartışmadan bir yere varamayız.

70’lerin Milliyet’inin aksi bir ana akım örneği de vardır tabi ki. Bu da 90’ların Ertuğrul Özkök’ünün yönetimindeki Hürriyet’tir. Arşiv unutmaz. Tarih kaydetmiştir Hürriyet’in ana akımlığını da. Merve Kavakçı’nın başörtülü yemin krizini de Leyla Zana’nın Kürtçe yemin krizini de bir arada verme gayretkeşliğini mesela “Merve FP’nin Zana’sı” başlığıyla vermiştir Hürriyet. Bu sayede dönemin müesses nizamının iki muarızını bir başlıkla vurabilme cevvalliğini göstermiştir. Yine Magazin Gazetecileri Derneği’nin o meşum gecesinde Kürtçe albüm çıkaracağını” söyledikten sonra Türkiye tarihinin en yüz karası linçlerinden birisinin yaşatıldığı ve bu nedenle yurdundan uzaklarda hayata gözlerini yuman Ahmet Kaya için, bu olayın ardından “Vay şerefsiz” başlığını atmaktan uzak durmayan bir ana akım örneği vermiştir Hürriyet aynı yıllar içinde. Zira bu dönemin makbul ana akımının tıyneti, ahlakı, vicdanı bunu kaldırmaktadır. Hürriyet bu dönemin Türkiye’sinin özeti gibidir. Bu dönem vahimdir, Hürriyet’in üstlendiği ana akım işlevi de vahimdir.

İngilizce -Türkçe sözlük Tureng’de Türkçe’ye ana akım diye çevrilen “mainstream” sözcüğünün karşısında şu tanımlar yer alır: “yaygınlaştırarak yerleştirmek”, “yaygın hale getirmek”, “genel toplumsal tercih”, hâkim eğilim”. Her türlü hâkim eğilim, kuşkusuz içinde mutlaka ideoloji barındırır. Bu ideolojinin ana akım haline gelmesi için Althusser’in tanımıyla birtakım “devletin ideolojik aparatları”na ihtiyaç vardır. Ancak her genel eğilimin illa ki baskıcı olması şart değildir. Gramsci, zor ve rızanın bileşiminin hegemonyayı tesis ettiğini söyler. Bu hegemonya, kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu toplumlarda krize girdiğinde zor ağır basar. Ana akıma her zaman kuşkusuz ihtiyaç vardır, ancak bu ana akıma ezilenlerin, emekçilerin kendi ağırlığını verebilmesi için sınıfsal/sendikal mücadele vermesi önemlidir. Yoksa bu ana akıma tonunu veren kültür/anlam generalin/yöneticinin/sermayenin/diktatörün görüşleri olur. O zaman da diktatör her türlü yalanı fütursuzca söyler hale gelir ve halkın inanmasını bile umursamaz. Zira hakikat değil yalan norm haline gelmiştir bu koşullarda. Bu nedenle tek başına ana akım güzellemesi yapmak da yine ana akıma “tu kaka” demek de doğru değildir. Ana akıma ezilenlerin rengini/tonunu ve anlamını vermektir asıl mücadele alanı. Bu da kuşkusuz karşı hegemonya mücadelesiyle olur. Bu hele de bu zamanda kolay değildir. Ana akımlaşmak her politik mücadele veren siyasi hareketin kuşkusuz hedefidir. Ancak ana akım haline geldikten sonra despot/zalim haline geldiğiniz anda ana akım olmaktan çıkar, tikel çıkarın akımı haline gelirsiniz.

Ana akımın marjinalleştiği, marjinalin ana akımlaştığı zamanlardan geçiyoruz. Ana akım, verdiği haberin, bilginin inandırıcılığı için biraz da olsa kaygılanır. Bu nedenle her mesleğin olduğu gibi gazeteciliğin de ana akımının normları, kriterleri ve denetleme mekanizmaları vardır. İçinden geçtiğimiz zamanlarda medyanın sahibi artık medyaya yatırımı yapan kişi ya da kişiler değildir. Bunlar bir nevi taşerondur. Bunu kabul etmek gerekir. Normal koşullarda mali olarak çoğunluğu elde bulunduran medya şirketlerinin esas olarak kamuoyuna verdiği haberlerin doğru olduğuna ikna etmesi gerekir. Ancak artık bu ana akımın böyle bir kaygısı yok, tıpkı mutlak olarak biat ettikleri Cumhurbaşkanının yönettiği ya da temsil ettiğini iddia ettiği halkı inandırmak gibi bir kaygısının olmaması gibi. Örneğin cumartesi günü bir açılışta konuşan Erdoğan “Yasaklardan ziyade özgürlüklerin konuşulduğu, her türlü fikrin serbestçe dillendirildiği bir iklimde yaşıyoruz” buyurdu. Oysa uzunca zamandır, “bu özgürlük ikliminde” insanlar işlerinden atılıyor, çalışmalarına izin verilmiyor, ağaç kökü yesinler deniliyor, neredeyse her cuma sabahı akademisyen, hak savunucusu ve muhalif insanlar evlerine sabahın erken saatlerinde düzenlenen baskınlarla gözaltına alınıyorlar. Ama Erdoğan’ın inandırma gibi bir derdi yok, tıpkı ana akımlaşan medyanın verdiği uydurma haberlere okuyucusunu inandırma derdinin olmadığı gibi.

Ancak her şeye rağmen ana akım önemlidir. Çünkü haber yapmak pahalı bir iştir ve ana akımın maddi gücü bu pahalı işin yapılmasına olanak tanır. Elbette ana akımın içinde yapılan her haber yayınlanmayabilir. Buna engel bazen medya sahibinin kişisel çıkarları olabilir, bazen de korkuları. Yine bunların da pek çok örneğini gördük görmeye devam ediyoruz. Ancak ana akımın içinde bir zamanlar gücünü üretimden alan örgütlenmeler devam etseydi bu korkular da, çıkar kavgaları da gerçeğin ortaya çıkmasını engelleyen unsurlar olmayabilirdi. Velhasıl, alternatif mecralarda habercilik yapma gayretini sürdüren basın emekçilerinin gayretleri kuşkusuz önemlidir. Ancak haber yapmanın ne kadar pahalı ve zor bir iş olduğunu onlar daha iyi bilirler. Sorunu bu nedenle doğru yerden tartışmak için, ana akımın verili olarak iyi gazetecilik yapmaya fırsat tanıyıp tanımadığına takılmak yerine, aslen gazetecilik mesleğinin sürdürülmesi için nasıl hareket etmek gerektiğine odaklanmak gerekir. Elbette her türlü gazetecilik faaliyeti, üretilen haberin mümkün olan en fazla kitleye ulaştırılması meramından dolayı ana akımlaşma eğilimindedir. Alternatif gazetecilik girişimlerini tahakküm üretmeden, ayrımcılığa düşmeden, güçlünün değil güçsüzün yanında durarak, sesi çok çıkanın değil de sesi çıkmayanların sesi olmaya çalışarak ana akımlaştırmak mümkündür. Buna karşı hegemonya mücadelesi deniyor işte.

*Barış Akademisyeni, um:ag Genel Yayın Yönetmeni