Neoliberalizmin çöküş sinyalleri ve sosyal ekoloji siyasetinin önündeki olanaklar

Yakın zamandaki direniş ve sivil itaatsizlik eylemlerine bakarsak bu yıl önce Macron Hükümeti'nin Fransa’da ZAD otonom bölgesine, sonra da Merkel Hükümeti’nin Kuzey Ren Vestfalya Eyaletinde bulunan Hambach Ormanı yaşam savunucularına saldırdığını görüyoruz. Hükümetlerin bu bölgelere saldırmasının asıl sebebi oralarda giderek büyüyen komünal yaşam örnekleri oluşmasıdır.

Google Haberlere Abone ol

Erol Malçok

Neoliberal küreselleşme otuz yılı aşkın bir süredir insanların büyük bir bölümünün hayatlarını çekilmez hale getirdi. İronik bir biçimde bu konudaki en büyük işbirlikçileri de çoğunlukla sosyal demokrat partiler oldu. Sosyal demokratlar ve Avrupa sosyalistleri gerek iktidarda gerekse muhalefetteyken neoliberal ekonomiyle çelişen hiçbir harekette bulunmadılar. Bu durum, onlara umudunu bağlayan sıradan insanlarda büyük bir kırılganlık yarattı. Kısacası neoliberalizm kendi çöküşüne sol sosyalist büyük anlatıların çöküşünü de büyük bir başarıyla eklemleyebildi. Sosyal demokratların bırakın sağ partilere alternatif olmayı, onları neredeyse taklit etmeye çalışarak oy toplamaya girişmesi ve büyük şirketlerle arasına hiçbir mesafe koymaması sol seçmenin düş kırıklığına ve hızla erimesine yol açtı.

Geldiğimiz noktada insanlar çeşitli psikolojik, sosyal, ekonomik ve mülteci sorunu gibi nedenlerle ABD, Rusya, Türkiye, Hindistan, Macaristan, Polonya, Filipinler ve en son Brezilya gibi ülkelerde seçim yoluyla aşırı sağı işbaşına getirdiler. Bu dalga diğer ülkelerdeki sağ partilerin yükselişini de tetikliyor. Normal şartlarda böyle bir iklimde radikal solun yükselişi beklenir ancak sol, yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı kendi hikayesinin inandırıcılığını çoktan kaybetmiş durumda. Dünya çapında, insanların büyük bir bölümü sol siyaseti kendisine gösterilenden ibaret zannetmekte. İnsanların sağ politikaların gerçekte dertlerine derman olmayacağını göreceğini düşünerek rahatlamaya çalışsak da bu böyle olmayabilir. Birçok ülkede sağcılar uzun süre iktidarda kalabiliyor. Ayrıca ABD’de daha yeni yapılan ara seçimlerde Trump’ın beklenen büyük oy kaybını o kadar da yaşamadığını görüyoruz. Brezilya gibi sol geleneğin güçlü olduğu bir ülkede kadın, eşcinsel, doğa ve göçmen düşmanı, Trump hayranı Bolsonaro’nun seçilmesi bu dalganın yakın zamanda pek dinmeyeceğini gösteriyor. Bolsonaro’nun ilk icraatları: topraksız köylülere saldırmak, fosil yakıt, maden ve kereste üretiminin artacağını müjdelemek oldu. Dünyada yayılan bu diktatörlük eğiliminden en çok etkilenecek olansa bir bütün olarak dünya florası gibi görünüyor. Çünkü bu yönetimlerin mottosu her ne pahasına olursa olsun ulusal ekonominin büyümesi yani diğer bir deyimle doğa düşmanlığı. Bu büyüme çılgınlığına karşı İngiliz iktisatçı Kenneth E. Boulding “Sınırlı bir dünyada sınırsız büyümenin mümkün olduğuna inanan, deli değilse iktisatçıdır” demişti ama bunu duyacak kulak çok az var.

Ekonomik, sosyal, ekolojik durum bu haldeyken son yıllara baktığımızda insanlarda bir arayış olduğunu da görüyoruz. Örneğin; Yunanistan’da Syriza koalisyonunun büyük bir oy alması ve sistem karşıtı ciddi bir boykot gerçekleşmesi, İspanya’da Podemos’un yükselişi, ABD’de Bernie Sanders’in neredeyse Clinton yerine başkan adayı olacak kadar taraftar bulması, 2016 Haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı oy ve geçen yıl İngiltere’de kendi partisinin bile muhalefetine, medyanın amborgosuna rağmen Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin yüzde 40 oy alması en sonunda da Avrupa’da Yeşiller Partisi’nin yükselen oyları insanlardaki ekonomik, sosyal ve ekolojik kaygıları göstermesi açısından büyük bir potansiyel öneme sahip. Bernie Sanders ve Jeremy Corybn’in yeterince bütünsel ve çok etkileyici bir politika ortaya koyamamalarına rağmen bu teveccühü görmeleri bütünsel, inandırıcı ve hakiki bir hikayenin ne kadar karşılık bulacağını gösteriyor bize. “İnsanlara yeni bir hikaye vermeden onların hikayesini ellerinden alamazsınız. Her ne kadar zamanı geçmiş ve itibarsızlaşmış da olsa, eski anlatıya meydan okumak yeterli değildir. Değişim ancak bir hikayenin yerini başka birisi aldığında gelir.” (1) “Hikayeler sayesindedir ki duygusal beyin, entelektüel beyin tarafından toplanan bilgiye bir anlam verir. İnsanlar veriler ve sayılar biçiminde bilgi sahibi olabilir ama bu bilgi hakkındaki kanaatlere tamamen hikayeler biçiminde sahip olunur.” (2)

Yalnız şunu söyleyebiliriz ki yukarıdaki örneklerin hemen hepsinin ortak sorunu hükümet olarak değişim yaratma yoluna gitmek istemesidir. Bu yönelimin uluslararası sermaye tarafından engelleneceği - Syriza örneği- bir tarafa diğer taraftan hiyerarşik örgütlenme ve devlet olma hali ekonomik – sosyal eşitsizliğin ve ekolojik kırımın ana sebebini oluşturmaktadır. Bunu biraz açmak gerekirse Murray Bookchin’in de söylediği gibi doğa sömürüsünün temelini insanların kendi arasındaki hiyerarşik ilişkiler oluşturur. Doğayla uyumlu bir yaşam ancak hiyerarşinin çözülüşü ve yeryüzü merkezli bir bakış açısıyla mümkündür. Bu bakış açısına göre: İnsan doğanın dışında veya üzerinde değil içerisindedir. Yeryüzü merkezlilik, ölümüne kadar vegan ve anarşist olarak yaşamış, hiyerarşinin her türüne karşı çıkan Paris Komünü öncülerinden Elisiee Reclus’e ait bir kavramdır. Bu kavram bugün de toplum-doğa ilişkisinde yakıcılığını korumaktadır. Çünkü ekolojik yıkımın birinci sebebi fosil yakıtlarsa ikinci sebebi de hayvansal beslenmedir. Et, süt, yumurta üretimiyle hayvan endüstrisi yem ihtiyacı için ormanları GDO’lu tarıma açmakta ve kullandığı devasa boyutlarda elektrik enerjisi ve su ile büyük bir tahribat yaratmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse; “Sadece ABD’de et ve süt ürünleri için beslenen hayvanların yemi için yılda kullanılan tahıl 250 milyon ton. Bu miktar tüm Amerikalıların yılda tükettikleri miktarın yedi katına karşılık geliyor ve 840 milyon vejetaryeni doyurmak için yeterli.” (3) Vegan beslenme hem hiyerarşisiz bir yaşam hem de ekolojik yıkımın önüne geçme açısından giderek etik bir tercih meselesinden çıkıp zorunlu hale geliyor.

Bütün bunlar göz önüne alındığında gelecek siyasetin olmazsa olmazının hiyerarşisiz ve sömürüsüz olması gerektiğini söyleyebiliriz. Zaten son yıllarda gelişen kitlesel ve lokal isyanların çoğuna baktığımızda otonom bir içerik görüyoruz. Önceki işgal et hareketlerini herkesin bildiğini düşünerek yakın zamandaki direniş ve sivil itaatsizlik eylemlerine bakacak olursak sırasıyla bu yıl içerisinde önce Macron Hükümeti'nin Fransa’da ZAD otonom bölgesine sonra da geçtiğimiz aylarda Merkel Hükümeti’nin Kuzey Ren Vestfalya Eyaletinde bulunan Hambach Ormanı yaşam savunucularına saldırdığını görüyoruz. Fransa ve Alman hükümetlerinin bu bölgelere saldırmasının asıl sebebi oralarda yürüteceği ekonomik faaliyetlerden çok, giderek büyüyen komünal yaşam örnekleri oluşmasıdır.

Sırasıyla İngiltere, Avustralya ve ABD’de şu günlerde gelişen sivil itaatsizlik eylemlerine baktığımızda da ekoloji temelli otonom hareketlerin belirleyici olduğunu görüyoruz. İngiltere’de geçtiğimiz ay ortaya çıkan Kaygılı Yurttaşlar Hareketi, Yok Oluş İsyanı başlattıklarını bildirdi. Sayısız sivil itaatsizlik eylemi gerçekleştiren bu haysiyetli yurttaşlardan gözaltı ve baskılara karşı şu açıklama geldi. “Umut ölür eylem başlar; harekete geçtik durdurulamayız. Gözaltı ve hapis kararları bizi korkutamaz. Halk meclisleri ve yeni bir demokrasi kurulmalıdır. Hükümeti tanımıyoruz. Bu demokraside bizler değil dünyayı yıkımın eşiğine getiren politikacılar yargılanacaktır.” Din adamlarından milletvekillerine önemli bir desteğe sahip olan grubun mottosu ise şöyle: “Gerçekliği gerçeklik adına sevmek insanlığın bütün erdemlerinin tohumudur.” Jeremy Corbyn öncülüğündeki İşçi Partisi’nin tabanı da bu hareketten radikal yönde etkilenirse büyük bir potansiyel daha açığa çıkacaktır. Geçtiğimiz haftalarda Kaygılı Yurttaşlar Hareketi’nin bin kişiyle parlamento binasının kapısına dayanmasının ardından bir de Enerji Bakanlığı önünde protesto gerçekleşti. Bu seferki protestoya Hristiyan İklim Eylemcileri de katıldı.

İngiltere’de doğan hareket Avustralya ve ABD’ye de sıçramış görünüyor. Avustralya'da ortaokul ve liseli yüzlerce öğrenci iklim krizine karşı okulu kırarak grev yaptı. Ardından ABD’de Temsilciler Meclisi'ne seçilen bir grup milletvekili “doğa tahribatından kazanılan kirli paraya izin vermeyeceğiz” diyerek İklim Şahinleri grubunu kurdu. Bu grup aynı zamanda ABD kongre binası önünde oturma eylemleri yapan Doğan Güneş Hareketi’ne de destek veriyor. İklim krizine karşı bir başka hareket de Adalet Demokratları Grubu olarak ortaya çıktı.

İlk başta bahsettiğimiz hikayemizin içeriğinde neler olmayacağını çok iyi biliyoruz, neler olabileceğine dair de çok şey söyleyip genelleme yapabiliriz fakat bunu her yerel otonom yapının kendisi yapması gerekir. Çünkü hikayemizin hakikiliği kendi yerel sorunlarımızı evrensel boyutta nasıl ele aldığımızla doğrudan ilişkilidir. Hakikat ve inandırıcılık sorunun kendinde ve nasıl bir katılımla çözebileceğimizdedir. Artık zaman kaybetmeyip şunu dememiz gerekir: “Nerede atomlaşma varsa orada kamusal hayatı yaratacağız. Nerede yabancılaşma varsa orada yeni bir aidiyet hissi yaratacağız doğaya, yaşadığımız mahalleye ve topluma yönelik. Nerede pazar ve devlet arasında ezildiğimizi hissedersek orada hem insanlara hem de gezegenimize saygıyla yaklaşan bir iktisat biçimi geliştireceğiz. Böyle yaparak mutluluğumuzu, özgüvenimizi, haysiyetimizi ve yerimizi kurtarabiliriz. Bir kez daha hem yaşadığımız topluma hem de kendimize ait olacağız.” (4)

Yok oluşun eşiğinde olan bir dünyada aktivizm, yalnızca bir şeye karşı harekete geçmek değil sorumlu olduğun tüm canlı hayat adına kendini gerçekleştirmektir diyerek bitirelim.

(1) Bu Enkazı Kaldırmak Syf 11 – George Monbiot Everest Yayınları 2018

(2) George Marshall, Don’t Even Think About It: Why Our Brains Are Wired to Ignore Climate

Change ( Londra : Bloomsbury, 2015)

(3) Çöküş Syf 109 – Fikret Başkaya – Yordam Kitap 2018

(4) Bu Enkazı Kaldırmak Syf 32 - George Monbiot Everest Yayınları 2018