Sivil din ve Andımız

Bir eğitimci olarak diyebilirim ki, çocukta varlık bilincini geliştirmek çok önemlidir. Varlığını sorgulamayı, varoluşun bileşenlerini bile öğrenemeyip onu feda etmeyi, armağan etmeyi ön kabulle ezberlemiş bir çocuk, bilgi sevgisinden, araştırma, öğrenme sevgisinden hayli uzak kalacaktır. Bu ise, eğitim kurumlarının amacına terstir.

Google Haberlere Abone ol

Gözde Yılmaz*

Son zamanlarda, Andımızın gerekli olup olmadığı ve sahip olduğu misyonu üzerine çokça tartışmalar yapılmakta. Ben bu yazımda, bu tartışmaların seyrinden farklı olarak, neden andımızı sivil dinin bir parçası olarak gördüğümü ve neden sivil dinden gayrı bir perspektif kazanmamız gerektiğini tartışacağım.

Bilindiği üzere sivil dinin en kapsamlı tanımı, Jean Jacques Rousseau tarafından, 18'inci yüzyılda Toplum Sözleşmesi adlı eserinde ortaya konmuştur. Rousseau’nun fikirleri, Fransız Devrimi’ne olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu isimlerine de çokça esin kaynağı olmuştur. Toplum Sözleşmesi’nde Rousseau sivil dinin, toplumu bir arada tutmaya yarayan, anayasaya, kanunlara ve devletin ilkelerine bağlılığı bir din yerine koyan misyonunu ele alır. O devirde artık semavi dinler toplumun biraradalığını sağlayabilme gücünü yavaş yavaş yitirmektedir ve yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duyulur. Sivil dine gönül vermiş vatandaşlar, toplumun iyiliğini kendi iyilik ve bekalarından üstün tutacaklardır. Zira ancak bu şekilde demokrasi işlevsel hale gelecek ve toplumsal huzur, hizipler olmadan yakalanabilecektir. Bu düzende fikri özgürlük, ancak ve ancak toplumun iyiliğine hizmet ettikçe kabul görür. Burada bireyler, homojen toplum yapısı içerisinde çarkın bir dişlisi konumundadır. Bu çarkı yönetenler ve yasaları koyanlar, güya halk için en iyi olanı bilebilen bir zümredir. Zamanla uluslarda sivil dinin içerisine milliyetçilik, ırkçılık gibi faktörler entegre edilmiş, yapay biraradalıklar hazırlanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde alevlenen Türkçülük, Turancılık, Osmanlıcılık gibi kimi akımlar, benimsedikleri ilkelerle kendi içlerinde bir sivil din oluşturma sürecine girmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulum aşamasında hararetlenen tartışmalar sonucu, Türkçülüğün etnik bir kimlik tanımlamasından ziyade, biraradalığı sağlayacak politik bir şemsiye olarak işlev görmesi, karar vericiler tarafından daha uygun bulunmuştur. Zamanının yükselen milliyetçilik atmosferinde böyle bir tavır kaçınılmaz addedilmiştir. Bu fikre dayanarak Türklük şemsiyesi, Osmanlı’dan devralınan cemiyete aidiyet hissiyatını besleyip pekiştirecek, azınlıkları da bu şemsiyenin altına dâhil ederek, toplum olarak hayatta kalmayı kolaylaştıracaktır. İşte Andımız, böyle bir fikirden beslenip, sivil dine hizmet eder konumdadır.

Andımız, Türk’ün doğru ve çalışkan olduğu ön kabulünden hareket ederek, varlığın Türk varlığına armağan edilmesi ve yurdun ve milletin özden çok sevilmesi gerektiğini vurgular. Liberal demokratik görüşle birleşmeyen Andımız, hür ve özgür iradesi ile her türlü aidiyeti sorgulamayı bilen ve eğer ki bir aidiyet isterse, hür iradesi ile bu aidiyeti seçebilen birey yetiştirmekten çok uzaktır. Toplumun bekası, bireylerin farklılıklarını, farklı algılayış biçimlerini silerek değil, bu farklılıkları besleyip, bir ortaklığın bu zenginlikte nasıl inşa edilebileceğini sormak ve cevap aramakla mümkündür.

Bir eğitimci olarak diyebilirim ki, çocukta varlık bilincini geliştirmek çok önemlidir. Varlığını sorgulamayı, varoluşun bileşenlerini bile öğrenemeyip onu feda etmeyi, armağan etmeyi ön kabulle ezberlemiş bir çocuk, bilgi sevgisinden, araştırma, öğrenme sevgisinden hayli uzak kalacaktır. Bu ise, eğitim kurumlarının amacına terstir. Artık zaman, bir birey olarak varlığın kendisinin değer görmeye ve göstermeye yeter olduğunu anlamanın, diyalog ile ön kabulleri kırmanın zamanıdır. Varlık bilinci gelişmeden ‘’birey’’ olunamaz ve birey var olmayınca liberal demokratik bir toplum inşa edilemez. Her birimiz bu dünyayı farklı algılarız ve ‘’biz’’in içerisine ‘’ben’’ i dâhil edemediğimiz sürece ne toplumumuzun ne de kendimizin farkına varacağız.

Ne der Ömer Hayyam;

Ben yoksam bu güller, serviler yok

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok

Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok

Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok…

*Uzman, Eğitim Yönetimi