Sharo Garip'e cevap: Kürt hareketinin çatlaklarında yeşeren köygöçürenler

Sharo Garip, “Kürdün Kürt’ten başka dostu yoktur” gibi ultra milliyetçi fikriyatı savunup, sol, sosyalizm, demokrasi vb. şeyler bizi ilgilendirmez diyerek safi bir Kürt birliği istiyor. Kürtlerin birlik olması tabii ki sosyalistler için eleştirilecek bir şey değildir. Dünya üzerindeki sınıf ve politika ilişkilerinin bağımsız politik birlik oluşturma isteği tabii ki ham hayaldir.

Google Haberlere Abone ol

Veli Saçılık-Osman Özarslan

Geçtiğimiz hafta, Gazete Duvar'da, Sharo I.Garip'in, HDP, Kürtler ve sol arasındaki ilişkiyi değerlendiren bir yazısı yayınlandı. Yazı mealen, "Kürt hareketinin güncel (zayıflama) durumundan HDP'nin içindeki sosyalistler ve HDP'nin bu insanlarla kurmuş olduğu ilişkiler sorumludur" ve "Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur" fikirlerini savunuyor. Yazı akademik bir mantıkla ama politik bir üslupla kaleme alınmış, uluslaşma sürecine ilişkin sosyo-tarihsel analizi, kolonyal-post kolonyal ülkelerde yaşanan ulusal mücadelelere ilişkin kimi deneyimlerle örneklendirilen siyasi çıkarımlar takip ediyor ve buradan oluşturulan teorik-tarihsel arka plan HDP-Kürt hareketi ve Türkiye devrimci hareketi arasındaki problemli ilişkiye şablon olarak kullanılıyor. Böylelikle, birkaç cümleyle özetlenebilecek KDP menşeli çiğ düşünceler için tutarsız bir analiz ve teorik satıh inşa ediliyor. Şimdi tüm bu tutarsızlıkları, üslubundan başlayarak ele almaya çalışalım.

Her şeyden önce, bu yazının üslup ile ilgili bir sorunu var. Türkiye sol hareketi ve Kürt hareketi cemazülevveli bir kenara, 80-90-2000'ler boyunca, üslupsuz bir şekilde tartıştı. Ne var ki, 2000'lerden sonra, bu çevreler akademi ile biraz daha fazlaca hemhal olunca (belki de sol ile akademinin yakınlaşmasının tek faydası bu oldu), ergen üslubu, 'laf sokma', palavra meydanı polemikçiliği bir kenara bırakıldı ya da bu tarz artık kanonik değil. Gaip’in yazısı tatsız bir yazı ama daha da kötüsü başlığı ve başlığından mücessim düşünceler, üslupsuz. Nedir kayyum? Sol hareketi HDP'nin içinde temsil eden isimler, Beştepe'den mi atandı? Bu insanlar belirli bölgelerde belirli siyasi çevrelerden ve belirli bir siyasi temsiliyet ile orada bulunmuyorlar mı? Ama, Garip'in asıl itirazı, temsiliyetten ziyade bu insanların, HDP’nin tarz-ı siyaseti değil, elitist Marksizm marifetiyle Türkiye koloniyalizminin ideolojik aparatını (Kürtler için imal edilmiş olan zihinsel protezleri) temsil ve tedarik ediyor olmalarına! Yazının tamamında, Garip'in, epistemoloji ile gerçeklik arasındaki gergin ilişkiyi iyice gerdiği yerlerden birisi burası.

Aslında, sosyal bilimler ile hemhal olurken, iradi göz ardı etme (selective neglect) bu işin şanındandır. Ama göz ardı edeceğiniz şeyleri neden göz ardı ettiğinizi ve neden resmin bütününe koyamadığınızı okuyucunun bilmeye hakkı var. Mesela diyelim tarihten bahsediyoruz, Kürt uluslaşamamasının talihsizliğini Birinci Dünya Savaşı'ndan başlatınca bütün suçu şu iki meşhur subay (Sykes-Picot)'a atmış oluyoruz ki, bu noktadan itibaren yazının seviyesi ister istemez lise inkılap tarihi kitaplarının topuk seviyesine geliyor ki, bu noktadan boy veremiyoruz. Tarihten başlayarak meseleyi biraz daha derinleştirmeye çalışalım:

Aslında Garip söylese daha güzel olurdu ama Kürt uluslaşamamasının tarihi mesela 1808 Baban isyanı ile başlatılabilir, Bedirhan, Yezdanşer, Hamidiye Alayları, Ermeni kıyımı, Ağrı, Zilan, Şeyh Sait, Seyit Rıza diye devam edebilir... Bu doğrusal çizgi bize şunu anlatır: Evet Kürtler bir 'ulus devlet' kuramamışlardır ama burada mesele bir İngiliz ve bir Fransız subayının ellerine gönyeyi alıp Ortadoğu'da bir takım sınırlar çizmeleri değildir. Mesele bir Osmanlı'yla, bir Türkiye ile bir İran ile bir Rusya ile anlaşıp, isyan eden aşireti yalnız bırakan diğer aşiretlerdir de ama tabii bu aşiret meselesini biraz kazıyınca altından KDP-KYP siyasetinin çetrefilli tarihi çıkıyor ki, bunu 'büyük resme' koymaya gerek yok; bunun yerine zaten kökleri İttihat ve Terakki'ye dayanan “Türk solu”ndan bahsetmek hem kolay geliyor demek ve hem de yazının değişik yerlerinde, “Boğaz’da viski içen kolonici monşerlerin sol eli” anlatısıyla da örtüşüyor. Böylelikle, “Türk solu” denilen şey, hangi köklerden İttihatçılık ve Kemalizm üretti, hangi köklerden sistem ile kopmaya çalıştı, resmi ideoloji eleştirisi yapmaya çalıştı filan gibi bir zahmete girmeye de gerek kalmıyor. 68, 78, 90'lar devrimcilerini, Beşikci'nin, Başkaya'nın ve Gerger'in çalışmalarını, Kaypakkaya'nın Kemalizm'den kopmak için gösterdiği azmi elbette dikkate almaya gerek yok!

Garip, bütün yazısı boyunca, bir kolonyalizm hikayesi anlatıyor bize. Bunun üzerinde konuşmadan önce Foucault ve Said'in kolonicilik üzerine söylediklerini bir kez daha hatırlayalım. Foucault, 'Kelimeler ve Şeyler' isimli çalışmasında, modernizmi 'epistemolojik bir müdahale' olarak tanımlar; güç ve iktidar ilişkilerinin kamusal alanda temsil edilmesine izin vereceği şeyler, belirli bir diskur etrafında dolaşıma sokulmaktadır ama bu diskur tüm bu iktidar ilişkilerini içeren bir temsiliyet düzleminde iş görecektir. Yani modernlik siyaseti her şeyden önce, adlandırma ve temsiliyet sahnesinin düzenlenmesi işidir. Said, Foucault'nun açtığı patikayı takip eder ve koloniyalizmi, Batı'nın epistemolojik düzleminin doğuyu tanımlaması olarak görür. Bu bakımdan kitabının en önemli bölümlerinden birisi, Batılının gözünden Doğu'nun temsilleri ile ilgilidir. Benjamin'in deyişiyle, bir bakış açısı, bir konumlanma olarak modernlik, ya da Orwell'in deyişiyle "İki kere ikinin kaç etmesini isterdiniz?" Garip, Türkiye devrimci hareketinin, "İttihat ve Terakki etmesini" istiyor, tuhaf bir şekilde koloniciler gibi düşünüyor; sürekli adlandırıyor, dahası damgalıyor, damgasını affektif hale getiriyor ve tüm bunları kendi tarihsel sahnesinde siyaset ontolojisinin temsilleri olarak sergiliyor, Timothy Mitchell, Mısır'ın koloniciler gözünden inşa edilmesini anlattığı eserinde, koloniciliği tuhaflıklarla dolu bir sergi salonu olarak tanımlıyordu.

Mesela Garip için, 'Marksizm' elit bir şey ama Biko bir referans kaynağı. Oysa biliyoruz ki, Biko, tam da sosyalist olduğu için öldürüldü ve Mandela uzlaşmaya açık ulusal çizgiyi temsil ettiği için hayatta kalabildi. Ya da, Kürt hareketini 'Marksist' olarak tanımlamak bayağı zor (özellikle harekette zaman zaman baskın olan AB'ci, anarşizan, post-yapısalcı teorik çizgiler eşliğinde) ama Kürt hareketini toptan karalamak mümkün olmadığı için, Marksizmi 'kötü' ilan edip, Marksizmin sınırları içinde kaldığı iddia edilen Kürt hareketini de bunun üzerinden kötülemek kolaylaşmış oluyor.

Garip'in bir başka epistemolojik müdahalesi de, 'elit Marksizm': Marksizm elit olmaz, elit Marksistler olur. Eğer birkaç kendini bilmez, parti yöneticisine ya da bar solcusuna bakarak böyle söylenebilecekse, biz de petro-dolarları Avrupa mekanlarında her fırsatta 'ezmekten' geri durmayan KDP-KYP elitlerine bakarak “Kürtler elittir” çıkarımını yapmalıyız ki. Saçmalamanın ne alemi var değil mi?

Kolonicilik tartışmasına gelince. Kürtlerin, Türkiye'deki statüsü iç sömürge, dış sömürge vb. yıllar yılı tartışıldı. Kimsenin aklına 'koloni' demek gelmedi. Kolonicilik herhalde başka bir şey olsa gerek ama kolonize edilmenin asıl alamet-i farikası yazının değişik yerlerinde de söylendiği üzere, sesini ve aklını bir zümrenin tasarrufuna teslim etmektir. Fanon, Memmi, Said sonrasında da Bhabba, Spivak, Chakrabarti vb. Afrikalı/Hint entelektüeller bunu ayrıntılı bir şekilde tartıştılar. Burada, Kürt hareketinin sesinin çıkmadığından ya da aklının esir alındığından, protez Türk aklı ile ikame edildiğinden bahsetmek gerçekten iyi niyet sınırlarını zorluyor.

Dahası, bilir bilmezlik kokuyor tüm bunlar. Zira, Türk solu dediğimiz hareketlerin önemli bölümü (TKP, ÖDP vb. hariç) zaten Kürt kadrolar ya da çevreler tarafından yönetilir, yönlendirilir. Bunun da ötesinde, sol hareketin bütün temel kültürel kodları, Kürt ulusal kültürünün kodlarına dolayımlanarak oluşturulmuştur. Mesela, bir eylemde horon ya da zeybek oynandığı, ya da Giresun karşılaması çalındığı vaki değildir ama halaysız, Kürtçe slogansız bir eylem düşünmek pek kolay değildir...

Şimdi yazının öne çıkan düşüncelerini ele alalım ve elimizden geldiğince değerlendirmeye çalışalım:

“Kürt Bloğu ve Kürt Koridoru oluşturulmalıdır. (KDP eksenli politik birlikten bahsediliyor) Kürt siyasetçileri ve entelektüelleri Kürt ve Kürdistan merkezli hareket etmelidir.”

Sharo Garip, “Kürdün Kürt’ten başka dostu yoktur” gibi ultra milliyetçi fikriyatı savunup, sol, sosyalizm, demokrasi vb. şeyler bizi ilgilendirmez diyerek safi bir Kürt birliği istiyor. Kürtlerin birlik olması tabii ki sosyalistler için eleştirilecek bir şey değildir. Dünya üzerindeki sınıf ve politika ilişkilerinin bağımsız politik birlik oluşturma isteği tabii ki ham hayaldir. KDP’nin Türkiye egemenleriyle ilişkilerinin Rojava ve HDP’yle olan ilişkilerinden çok daha 'sıkı fıkı' olduğuna bakarak bile safi 'Kürt birliği' istemesinin hamlığı anlaşılabilir. Suriye’de Kürt güçlerinin çeşitli ulus ve inanç gruplarıyla demokratik kantonlar oluşturması örneğini göstermiştir ki; çeşitli uluslar eşit, demokratik birlikler oluşturarak etnik çatışmaları sonlandırabilmektedir. MHP gibi faşist bir partinin “bin yıllık kardeşlik” diyerek Kürtleri Türkleştirme siyasetine tepki vermek adına “Kahrolsun halkların kardeşliği” çizgisinde siyaset önermek akıl kârı değildir. Kürt ulusunun ezilen, sömürülen bir ulus olarak Kürt halkının talepleri ekseninde dilediği politik örgütlenme biçimini yapmasına enternasyonalist fikre sahip hiç kimse itiraz edemez. Ancak, “Kürtlerin çıkarları dışında, hiçbir evrensel, sınıfsal ve ilkeli politika bizi ilgilendirmez” diyenlerle “Türkler imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış millettir” diyenlerin aynı politik çizgiye geldiği unutulmamalıdır.

“Kürt siyasetine katı bir Marksist çizgi hakim olmuştur, Kürdistan’da gelişmiş bir isçi sınıfı da yoktur.”

Bu iddiaya biraz tebessümle cevap vermemek elde değil. Katı Marksist çizgi hiçbir zaman Kürt hareketinde hâkim olmamıştır. Sol kültür ve jargonun Kürt hareketinde etkili olduğu bir gerçektir, ancak sınıf eksenli politika yapma tarzının bırakalım Kürt ulusal hareketinde hâkim olmasını, kallavi Türkiye devrimci örgütlerinde bile yeterli hâkim politika tarzı olamamıştır. Bu zorlama argümanla Ş. Garip Türkiye devrimci yapılarıyla selamı keselim demektedir ama Kürtlere onca zulmü yapan AKP ile araya daha fazla mesafe koyalım dediği tek bir satıra rastlamak mümkün değil.

“Bir gece adeta darbeyle BDP, HDP’ye devredildi. Böylece 40 hatta 100 yıl gibi uzun bir zaman diliminde elde edilmiş “ulusal sermaye” “ideolojik sermayenin” hesabına geçirilmiş oldu.”

Siyasal İslamcıların “Latin alfabesine geçişle birlikte bir gece millet cahil oldu” klişe argümanını Ş. Garip olduğu gibi alıp “HDP’nin kurulmasıyla Kürtler bir gece ulusal değerlerini yitirdi” deyivermiş. Demagojik anlatım bir yana, iddia madden hatalı. HDP’nin kurulmasıyla ne BDP, ne de bileşen herhangi parti kapatılmadı. Örgütlü ya da bağımsız herkes HDK çatısı altında toplandı. Kural olarak bütün çevreler kendi parti ve örgütlerini koruyup, HDK çatısı altında demokratik ortak mücadelede birleşti. HDP, bir siyasal mücadele aracı olmaktan ziyade seçim partisi olarak tasarlanmıştı. "HDP üyeleri HDK üyesi olmak zorundayken, HDK üyeleri HDP üyesi olmak zorunda değildir" ilkesi konuldu tüzüğe. Kürt hareketi bir süre sonra BDP yerine DBP’yi kurdu ve yerel seçimlere DBP olarak katıldı. “HDP kuruldu BDP kapandı” demek açık bir çarpıtmadır. Kayyım ve siyasal soykırım saldırılarının sonucunda BDP kadrolarının HDP’ye geçişinin planlanan ya da istenen bir sonuç olmadığı açıktır.

“İspanya'da ETA’nın ikiye bölünmesi ulusal devrim isteyenlerle sosyal (sosyalizm) devrim hedefleyenler arasındaki kavganın sonucuydu. İspanya çapında sosyalizmi hedefleyenler İspanya sosyalistleriyle birleşip eridiler. Ulusalcılar ise Bask bölgesini statü ile sonlandırdılar.”

Bask’ın özerkliği Garip’in anlattığı gibi değil, PNV (Bask burjuvazisi) ile İspanyol Krallığı arasında bir ittifak sonucu gerçekleşmiştir. ETA, faaliyetlerini sonlandırdığı güne kadar bağımsızlığı savunmuş ve son bildirisinde de bağımsızlık yanlısı olduklarını ilan etmiştir. ETA içinden ayrılıklarla, BASK bölgesinin özerklik kazanması arasında doğrudan bir bağlantı yoktur.

“Kürt hareketinin iki ideolojik damardan beslendiği bilinmektedir; biri Türkiye sol hareketi (neticede İttihat Terakki damarına dayanan), diğeri Kürt ulusal damarından -DDKO gibi hareketlerden- beslendi diyebiliriz.”

Türkiye devrimci hareketini “neticede İttihat Terakki damarına dayanan” gibi toptancı bir üslupla aşağılamak için epey bir kin biriktirmek gerekir. Özellikle HDP bileşeni sosyalist parti ve örgütlere bu tip bir suçlama yapmak İ. Kaypakkaya ve bütün bir devrimci mirası karalamaktır. İttihatçı, ulu-solcu ırkçı derin devlet artıklarıyla ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunan devrimci hareketi aynılaştırmak ezilen ulus ile ezilen sınıfların dayanışma bağını kesmeye hizmet etmektir.

“Kürtlerin problemleri Türkiye’nin batısındaki Türk vatandaşların insan hakları problemi değil, çözülmemiş bir ulus ve ülke problemidir. Dolayısıyla Türkiye sol hareketinin öncelikleri ile Kürt hareketlerinin öncelikleri çoğu zaman örtüşmemektedir.”

Tersinden bir cümle kuralım: “Türkiye devrimcilerinin görevi Türkiye’nin doğusundaki Kürt vatandaşlarının talepleri ve insan hakları değil, sosyalist devrim, sosyalist ülke problemidir, dolayısıyla Kürt ulusal hareketinin dar ulusçu öncelikleri devrimci mücadeleyle örtüşmemektedir.” Böyle bir cümle kurmak toplumsal mücadele hakkında bir şey bilmemek, ezilen ulus ve ezilen sınıfların ortak mücadelesi olmadığı durumda iki ulusun uzun yıllara yayılan kanlı savaşının bitmeyeceğini anlamamaktır.

“HDP’nin “Türkiyelileşme” söylemi çok problemli bir kavramdı. Ruhen egemenden kopmuş olan Kürtleri tekrar entegre etmek gibi bir rol oynadı, belki de daha radikal bir söylemle sömürgeciliğin legitimasyonunu yeniden tamir etti.” 

HDP’nin “Türkiyelileşme” olarak adlandırılan bir kavram kullanması söz konusu değildir. HDP, zaten ortak mücadele aracı olarak kurulmuştur. Türkiye sınırları içinde bulunan ezilen uluslar, sınıf, cinsiyet ve inançların demokratik mücadelesi için vardır. Söz konusu olan Kürt hareketinin (DBP’nin) Türkiyelileşmesi ise eğer, bu sosyalistlerin dahil olacağı bir tartışma değildir.

“Kürt siyasetinin 'beyazların kontrolü' altına girdiğini açıkça ortaya koyan HDP oylarının yüzde 90’ını Kürtlerden almakta ama ısrarla biz Kürt partisi değiliz vurgusunu yapmaya devam etmekte, dayandığı tabanın iradesine ve isteklerine aykırı bir politika gütmektedir. HDP, yüzde 1 oy alan marjinal gruplara haziran seçimlerinde 30’a yakın sandalye vermiştir. Kürt siyaseti deyim yerindeyse Kürtlere sol kayyımlar atamıştır.”

Sharo Garip’in hedef aldığı “beyazlar” Eş Başkan S. Temelli, S. Süreyya Önder gibi Türk kökenliler... HDP’yi eleştirirken sadece Türk kökenlilerin adını anarak saldırması dikkat çekici. “Uyanık Türkler” Kürt politikacıları kandırmış havası vermekte başarılı Ş. Garip. HDP politikalarının kurucusu S. Demirtaş’a tek söz söylemeye cesaret edemeyen Ş. Garip, MYK kararı sonrasında “S. Demirtaş’ın eleştirisine karşı özeleştiri vermeyeceğiz” diyen S. Temelli’yi “beyaz kibirle cevap verdiğini” söyleyerek kolay hedef haline getirmiştir. Ayhan Bilgen’in “Kürt halkının ulusal hakları dışında sosyal, sınıfsal hakları için de mücadele edeceğiz” sözüne pek bozulmuş Ş. Garip. 3. havalimanı inşaatında büyük çoğunluğu Kürt olan işçilerin hakları için mücadele eden HDP, Kürt ulusal mücadelesine 'sırt dönmüş' sayılıyor bu pek muhterem yazara göre. Ş. Garip’in haddini aşmakta dünya rekoru kırdığı cümle ise sosyalistleri “Kürtlere atanmış kayyımlar” olarak tanımladığı cümledir. Suriye’de, Suruç’ta, 10 Ekim’de dökülen kanları birbirine karışan sosyalistleri ve Kürt yurtseverleri düşmanlaştırma hedefi içermektedir bu cümle. Egemenlerin “Kürde dokunma, yanarsın” dediği koşullarda ölümü, tutuklanmayı göze alarak sarılmayı tercih eden sosyalistleri kayyımlara benzetmek hadsizliğin zirvesidir. Bundan daha yaralayıcı olansa HDP içinde bulunan bazı kişilerin bu yazıyı destekler biçimde yaymasıdır. HDP içinde marjinal olan bu "yapı sökümcü" şahıslar sosyalistleri “marjinal” olarak nitelemekten çok hoşlanmaktadırlar.

“Kürtler mevzubahis olduğunda, MHP-AKP-CHP, Barolar Birliği, Öğretmenler Birliği, sol partilerin büyük bir bölümü 'Türklük Sözleşmesi' gereği ortak hareket etmektedir!” 

Burada birinci eleştiri referansın kendisine, Barış Ünlü'nün geçtiğimiz yıl çok okunan kitabına ilişkin kimi ciddi eleştirilere İlker Cörüt'ün yazısından ulaşılabilir. Bu eleştirilere ek olarak belki şunu da eklemeliyiz; Avrupa'da Kürt siyaseti ile hemhal olmanın siyasi bir konforu ve getirisi olabilir; ama Türkiye'de maalesef böyle değil, HDP ile yan yana durduğu için, pek çok insanın işyerleri yakıldı, işleri bozuldu, işten atıldı, hapse atıldı, toplumdan izole edildi vb. Dolayısıyla, HDP ile yan yana gelmek, belki Avrupa'da kimi kapıları açabilir ama Türkiye'nin batısında siyasi ahlak dışında, 'siyasi ve ticari' bir getirisi yok.

“Kürtlerin HDP içinde BDP olarak kalmasına solcular neden karşıdırlar?”

Öncelikle bir düzeltme yapalım BDP değil, DBP. Kürt siyasetinin son partisi Demokratik Bölgeler Partisi’dir. S. Garip Avrupa’da yaşadığı için süreci iyi takip edememiş anlaşılan. Sosyalistlerin DBP’nin HDP bileşeni olmasına karşı olması diye bir şey söz konusu olamaz. HDP çok sayıda bileşenden oluşur, DBP sayısal ve nitel olarak en büyük bileşendir. Eleştirilmesi ya da karşı olunması gereken şey DBP’nin HDP içinde olması değildir, DBP’nin faşist baskı ve operasyonlar sonucunda müstakil örgütlenmesinden geri adım atarak cüssesinin tamamına yakınını HDP’ye taşımış olmasıdır. Güçlü bir DBP, güçlü bir sosyalist hareket, güçlü HDP demektir. 12 Eylül barajını halkların ortak mücadelesiyle üç defa aşan HDP’yi faşist baskılar engelleyememiştir, “iç mihraklar” da engelleyemeyecektir.