İdeoloji ve sınıf politikası

Hazır seçimler de yaklaşırken sosyalistlerin işi, işçi ve emekçilerin maddi çıkar taleplerine bir yanıt vermek ya da maddi çıkarları çerçevesinde örgütlemektir. Bu nedenle DİSK’in “krizi yüzde bir yarattı, bedelini yüzde doksan dokuz ödemeyecek” sloganıyla başlattığı girişim çok önemlidir ve bütün sosyalistlerce desteklenmelidir.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Kemal Coşkun*

Neredeyse her seçimin ardından işçi, emekçi ve yoksul kesimlerin neden kendi çıkarlarına uygun davranmadığı, hatta tam da tersine neden kendi çıkarlarının karşısında olan partilere oy verdikleri sorusu özellikle sol cenahın gündemini meşgul eder. Bundan daha da önemlisi, hangi fraksiyondan olursa olsun sol çevrelerin önemli bir kısmı bu soruyu “cahillik”, “bilgisizlik”, “yanlış fikriler”, biraz teori ile içli dışlı olanlar da “yanlış bilinç” biçiminde yanıtlar. Yani kısacası “ideolojik süreçler”. Bunun anlamı, kitlelerin, ister gazete, ister televizyon, isterse başka araçlarla olsun ideolojik bombardımana maruz kalması dolayısıyla “zihinlerinin” yanıltılmasından, toplumsal gerçekliğe ilişkin “çarpık ve bozulmuş bilgiler” edinmiş olmalarından başka bir şey değildir. Böyle olunca işçi ve emekçilerin politik tercihleri ile maddi çıkarları arasındaki ilişki ya hiç görülmez ya da ikinci plana atılır. Meseleyi böyle görmenin ortaya çıkardığı sorun, sol partilerin kitlelere yönelik politikalarını da bu bakışa göre biçimlendirmesinde yatar.

Kitlelerin kendi maddi yaşamlarından, deneyimlerinden yola çıkarak “bütünsel” bir bilgiye ulaşamadıkları doğrudur. Daha çok “parçalı”, yani bütünün bir parçası olan olaylara ilişkin ister istemez kısmi bilgilere ulaşacaklardır. Eğitim sistemi içinde olup da kapitalist toplumda eğitimin işlevi ve yerine ilişkin bütünsel bir bilgiye ulaşamayan sürüyle profesör yok mu örneğin? Çok daha basit bir örnek verelim. Asgari ücretle çalışan biri, “bu patron benim ekmeğimi veriyor” dediğinde hiç de yanlış bir şey söylemiyordur aslında. Doğru, tam da ona iş vererek yaşamasını sağlıyor o patron. Ancak bu, o işçinin yaşadığından çıkardığı parçalı, kısmi bir bilgiden başka bir şey değildir. Bu cümlenin yanlış olması, bütünü ihmal etmesinden ya da bütüne ilişkin olmamasından kaynaklanır, ama parçaya ilişkin söylendiğinde doğrudur. Ancak ne zaman asgari ücretle çalışmasının patronun artı değerine el koyma çabasından, yani daha politik bir bakışla bu durumun kapitalist sistemin işleyiş mantığından kaynaklandığını anlarsa o zaman daha bütünsel bir bilgiye ulaşacaktır. Nitekim asgari ücret almasının nedeni, patronunun ahlaksız, kötü vb. bir insan olmasından kaynaklanmaz, zira bu ahlaki bir mesele değildir, doğrudan kapitalizmin işleyiş mekanizmalarıyla ilgilidir. Bu durumda aslında patron ona ekmeğini verirken, her kapitalistin temel motivasyonu olan daha fazla kâr elde edebilmek için sömürüyor demektir.

İdeoloji yanlış bilinç olarak tanımlandığında, insanların kendi deneyimlerinden doğru sonuçlar çıkaramadığı sonucuna ulaşılır mecburen. Yani insanlar, maddi yaşamın gerçekliğinden, gerek kendi kendilerine gerekse başka etkenlerin yönlendirmesiyle yanlış sonuçlara ulaşmaktadır. Bu kavramın neden sürekli Marx’a atfedildiğini, bunun tam olarak nereden kaynaklandığını bilemiyorum, herhalde Alman İdeolojisi’ndeki camera obscura benzetmesinden, lakin bu kavramı birkaç yerde kullananın asıl olarak Engels (mesela Franz Mehring’e mektubunda) olduğunu belirtmekte fayda var. Ama Engels’in bunu cahillik anlamında kullandığı da asla söylenemez.

Öncelikle ideolojiyi yanlış bilinç olarak tanımlamanın materyalist felsefenin özüne aykırı olduğunu düşünüyorum. Eğer materyalizm, en temelde insan düşüncesini belirleyen şeyin maddi yaşam koşulları olduğunu söylemek ise, nasıl oluyor da insanların yaşadıkları maddi koşullardan ve deneyimlerden yanlış sonuçlar çıkarıyor oldukları üzerinde düşünmek gerekir. Elbette ki maddi gerçeklik insan zihnine doğrudan doğruya, olduğu gibi yansımaz, birtakım kırılmalara uğrar. Ancak bunun bütünüyle yanlış olduğunu/olacağını söylemek doğru değildir. Nitekim Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm kitabında, “materyalizm, doğanın nesnel yasalarının ve bu yasaların insan zihninde yaklaşık bir uygunlukla yansımasının kabulüdür” (s. 166) diye yazar.

Demek ki ideoloji, yanlış bilinç demek değildir. Demek ki insanlar, maddi koşullardan ve deneyimlerinden bütünüyle yanlış sonuçlara ulaşmazlar. Demek ki şu cahillikleri ve bilgisizlikleriyle politik tavır geliştirdiği düşünülen şu dışarıdaki insanlar, en azından bizim bildiklerini sandığımızdan daha fazla şey bilebilirler. Yani deneyimlerinden birtakım sonuçlar çıkarırlar, üstelik bu çıkardıkları sonuçlar da bütünüyle yanlış değildir. Herkesi cahillik ya da bilgisizlikle suçlamak bizi hiçbir yere ulaştırmaz.

Bu noktada ideolojinin, zihnin tersine çevrilmesinden değil, gerçekliğin tersine çevrilmesinden ibaret olduğunu söylemek daha doğru olur. Yani kapitalist sistem, zihinleri değil, asıl olarak maddi gerçekliğin kendisini tersine çevirir ve tam da bu nedenle insanlar bu maddi gerçekliği tersine çevrilmiş biçimde görürler, algılarlar, tam da doğru biçimde. Öyleyse ideoloji, tersine çevrilmiş maddi gerçekliğe ilişkin doğru fikirler/algılar olarak tanımlansa hiç de yanlış olmayacaktır. Bir arkadaşınızın aldığı bir ayakkabının fiyatını sorduğunuzda, hiç “kim bilir buna ne kadar emek gücü harcanmıştır” dediğiniz oldu mu? Muhtemelen olmadı. Ama bir metanın değeri ona harcanan emek gücü ile belirlenirse, fiyatını sormak bize doğru bilgi vermez. Ama bu sistem, bize, fiyatını sordurur, zira zihnimiz değil, gerçeklik tersine çevrilmiştir. Kapitalizm zihnimizi değil maddi gerçekliğin kendisini tersine çevirir, bu nedenle de kitleler tersine çevrilmiş gerçekliğe ilişkin bilgi edinirler. O zaman bu sorun, tek başına zihinleri/bilinçleri değiştirmekle değil, tersine çevrilmiş bu maddi gerçekliği ayakları üzerine oturtmakla aşılabilir.

Eğer böyleyse, ideoloji meselesi sadece insan zihnine ilişkin, insan bilincinin değiştirilmesi ile ilgili bir şey değil, maddi gerçekliğin tersine çevrilmesi, yani doğrudan insanların deneyimleriyle, maddi yaşam koşullarıyla ilgili bir şey demektir.

Buradan ulaşacağımız sonuç şudur: Eğer işçi ve emekçilerin maddi yaşam koşullarına ilişkin, gündelik hayatlarına ilişkin bir şey söylemiyorsanız, yani onların gündelik maddi çıkarlarına ya da gündelik hayatlarına değecek bir şey önermiyorsanız, hepsini bir salona toplayıp soyut bir sosyalizm propagandası yapmanız tek başına hiçbir işe yaramaz demektir. Dolayısıyla işçi ve emekçiler, gerek iktidarın doğrudan doğruya uyguladığı politikalarla, gerek cemaatler, yerel yönetimler ve kendisine yakın sivil toplum örgütleri aracılığıyla, şu ya da bu biçimde işçi ve emekçilerin gündelik maddi çıkarlarına yanıt verdiği için o iktidara oy vermekte, onaylamaktadır.

Bu çerçevede, ideolojik mücadele kadar maddi gerçekliğin kendisi de mücadelenin konusu olmak zorundadır, bazen ideolojik mücadeleden daha fazla. Nitekim işçiler, çoğu durumda sosyalizm için greve gitmezler, ama ücretlerinin artması, çalışma koşullarının düzelmesi gibi doğrudan maddi yaşam koşulları ile ilgili olan meseleler yüzünden greve giderler. Politik bilinç böylesi pratikler ve mücadeleler çerçevesinde kazanılabilir ya da işçi ve emekçilere aktarılabilir. Çünkü asgari ücret alan, diyelim dört kişilik bir aileye bakmaya çalışan biri için ekmeğin bir liradan bir buçuk liraya çıkması, soyut bir sosyalizm savunusundan daha önemlidir. Dolayısıyla çubuğu sadece ideolojiye bükmemek, sınıfın maddi çıkarlarıyla beraber düşünmek gerekir.

Bu durumda hazır seçimler de yaklaşırken sosyalistlerin işi, işçi ve emekçilerin maddi çıkar taleplerine bir yanıt vermek ya da maddi çıkarları çerçevesinde örgütlemektir. Bu nedenle DİSK’in “krizi yüzde bir yarattı, bedelini yüzde doksan dokuz ödemeyecek” sloganıyla başlattığı girişim çok önemlidir ve bütün sosyalistlerce desteklenmelidir. Asgari ücretin artırılması, işsizlik fonunun sadece işçiler için kullanılması, ekonomik krizin emekçilerin sırtına yüklenmesi, her şeye zam yapılması vb., yani işçi ve emekçilerin gündelik hayatta karşılaştığı bütün somut sorunlar onları örgütlemenin aracı olabilir, olmalıdır. Zira hiç kimse bütünüyle yanlış bilinç içerisinde değildir.

Tam da bu nedenle sağcı, muhafazakar, dindar, milliyetçi vs. olmasını gerekçe gösterip işçi ve emekçileri örgütlemekten kaçınan bir sosyalist partinin başarılı olması olanaklı değildir.

*Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF, Sosyoloji Bölümü Eski Öğretim Üyesi

Etiketler seçim kriz işçi