Prokrustes'in yatağında

Devlet dediğimiz şey kendini insanın üstünde bir varlık olarak anlamaya ve dayatmaya başladığı anda, hikayedeki Prokrustes masum küçük bir çocuk gibi kalır onun yanında. O yataktan çıkan da artık zavallı adaletin tanıdığı, bildiği hukuk değildir. Tam tersi onun düşmanıdır aslında. Ona karşıdır. Onu yok etmek için tasarlanmış, yeniden düzenlenmiş bir şeydir. Bir canavara dönüşmüştür. Üstelik bu meşrudur da.

Google Haberlere Abone ol

Çiğdem Koç*

Mitolojinin haydutlarından biri olan Prokrustes, yoldan geçenleri evine davet eder, onları ağırlar, sonrasında da çok rahat bir yatağı olduğunu söyleyip yolcuları demirden yapılmış bir yatağa yatırırmış. Boyu yatağa uzun gelirse, ayaklarının dışarı taşan kısmını kesermiş. Eğer misafirin boyu kısa gelirse bu sefer de yatağa bağladığı misafiri mengene ile uzatırmış. İlle de o yolcuyu o yatağa uydururmuş yani; ne eksik ne de fazla.

Aslında hepimiz, geldiğimiz noktada tam da o yatağın önünde duruyoruz. Hoşçakal Arendt’in masası. Kamusal alan veya toplumsal yaşam dediğimiz şey özellikle bizim gibi toplumlarda tercihini çoktan yapmış sanırım. Yaşamaya dair her konuda işlevsel o yatak; her türlü egemenin içinde yatan Prokrustes ruhu, bazen zorla ama genelde farkında olmadığımız bir uysallıkla bizi o yatağa yatırıyor ve ölçülere uyduruyor. Bütün iktidar dengelerinin ve onları ellerinde tutanların mutlaka bir Prokrustes maskesi var. Gizli ya da açık bir yerde ve yeri geldiğinde onu kullanmaktan asla çekinmiyorlar.

Adına ahlak dediğimiz, bizim gibi toplumlarda ahlakçılık halini alan o dehşet verici “haydut” belki Prokrustes’den bile daha tehlikeli, onun yatağı bütün işkencelerin ötesinde bedenle yetinmiyor, ruhu da istiyor doymayan bir açlıkla. Kim bilir ne zaman ve nasıl, kim bilir kimler tarafından konulmuş ama ille de erkek kurallar, ahlaklı olmakla ahlakçı olmak arasındaki o boşluğa kurulu bu yatakta, ruhumuzu ve bazen bedenimizi parça parça ederek kendisine uydurmak için elinden geleni ardına koymuyor. Farkındalığın teslimiyetçiliği; yani özde meşrulaştırılan itaat etme algısı kuzu kuzu bu işkenceye bazen zevk bile alarak katlanıyor. Topluma uygun yaşamanın konforunda yattığını zannettiği o korkunç yataktan belki de bu şekilde sağ kalarak ve mutlu çıkmayı başarıyor. Aslında o yataktan kalkanın artık kendisi olmadığını bile bilmeden yaşamanın muhteşem(!) rahatlığını bir kez tadan insan, bulaşıcı bir hastalık gibi yayıyor bunu üstelik.

Direniyor musunuz? O zaman zorla yatırıyor sizi o yatağa. Ruhunuzu paramparça ediyor; acı içinde kıvrana kıvrana bilincinizi yitiriyorsunuz. Sizi o yatağa yatıranlar değişebiliyor; bazen anne ve babanız, bazen arkadaşınız, işiniz, toplumsal statünüz, eşiniz... Karşı koymanın güçlüğü bütün bunların kimliğinde nasıl da başka anlamlara bürünebiliyor değil mi? Aile, bağlılık, aşk, kaybetme korkusu. Halbuki her biri ayrı bir yüzü Prokrustes’in.

Aşk mesela... Sanki görünmeyen bir kanun, yayımlanmamış ama dayatılan bir yönetmelik, tüzüğü olan bir kurum. Aşk genel kabul gören anlamları dışına çıktığınızda sizi birçok yere savurabilen çok tehlikeli ama dehşetli güzel bir var olma hali. Onu dilediğiniz gibi yaşamaya, kendi kurallarınızı koymaya, bu kavrama kendi anlamlarınızı yükleyerek taşımaya izin yok. Size ne deniyorsa, nasıl anlatılıyorsa öyle yaşamak zorundasınız sanki. Aksi halde karşınıza dikiliyor bizzat kendisi. Sizi o yatağa yatırmak ve kendi kalıbına uydurmak için asla acımıyor. O kadar güçlü ki aşk; Ahmet Altan bir yazısında “akılla duygunun çarpışmasında saklı bir sırrın şifresi” dedikten sonra; “Duyguları küçümseyen hiçbir filozof, o şifrenin kilidini bulamayacak” diye yazmıştı ki; tam da bu şifrenin adı aşk. O yüzden çok güçlü ve çok insafsız. O sizi değil siz onu ele geçirmeye kalktığınız anda Prokrustes oluyor hemen ve kişisel tarihinizin en acı yok olma tehlikesi baş gösteriyor. Ya o yatağa yatacaksınız ya da o şifreyi sonuna kadar kilitli tutacaksınız. O yatakta ruhunuz parça parça kesilip ona uyana kadar sevişmeye razıysanız zaten sizin için kaçınılmaz son o anda başlamış demektir.

Prokrustes’un yatağında sevişmek intihardır aslında, kendi cinayetinize ortak olmaktır. Suç ortağınız o yataktan tertemiz ve olduğu gibi çıkarken siz ebedi bir cehenneme sürülür ve cezanızı çekersiniz sonsuza dek.

Ve baskıcı devlet ve onun en tatlı avı adalet. Adalet dediğimiz duyguyu hukukla yan yana görme arzusu gibi büyük bir zaafın kaçınılmaz sonudur o yatak. Günün koşulları, egemenin istekleri, iktidara yönelik başkaldırıların derecesi, günahlarının bedeli,toplumun çaresiz beklentileri bir araya gelir ve hukuka uymak değil onu kendine uydurmak zorunda olduğunu anlarsa hemen koşar gelir. Bazı şeyler vatanseverlik gelir mesela din gelir peşinden, kutsal olduğu asla sorgulanmayan değer yargıları gelir ve hep birlikte el ele tutuşup Prokrustes maskelerini takarak o yatağın etrafında dururlar. Diledikleri gibi kesip biçerek, çekip uzatarak kendi var oluşlarına uygun bir hukuk çıkartırlar o yataktan. Devlet dediğimiz şey kendini insanın üstünde bir varlık olarak anlamaya ve dayatmaya başladığı anda, hikayedeki Prokrustes masum küçük bir çocuk gibi kalır onun yanında. O yataktan çıkan da artık zavallı adaletin tanıdığı, bildiği hukuk değildir. Tam tersi onun düşmanıdır aslında. Ona karşıdır. Onu yok etmek için tasarlanmış, yeniden düzenlenmiş bir şeydir. Bir canavara dönüşmüştür. Üstelik bu meşrudur da. Çünkü devlet üstüne kurduğunuz ya da devletin kendisini üstüne kurduğu bütün o değerler, bütün o kavramlar kendi haklılığından zerre kadar kuşku duymazlar ve o yatakta diledikleri ölçülere uydurdukları hukuk canavarı, hepsinin ortak silahıdır. Kabul edelim, hukuk devleti dediğimiz şeye yüklediğimiz anlam bir sığlıkta çırpınıyorsa eğer bu silahtan daha güçlüsü ve acımasızı da yoktur. Kendimizi, kendi kutsalımızla vuruyoruzdur. Çünkü içini boşalttığımızı fark etmediğimiz, küstürdüğümüzü ve Prokrustes’un evinin önüne gönderdiğimizi anlayamadığımız ya da kabullenemediğimiz bu hata hukuku parasını bizim ödediğimiz bir suikastçıya dönüştürür.

Şimdi başa dönelim... O yatağa nasıl geldik? Prokrustes bizi tatlı sözlerle davet etti, ziyafet verdi ve orada kalmaya ikna etti. Neden ve nasıl ikna olduk? Peki tek derdi sadece o yatağın ölçülerine uydurmak mı? Bir dost sol kulağıma fısıldıyor; “Prokrustes o yatağa yattığında, seni kesip parçalayarak ya da mengene ile uzatarak aslında öldüreceğini biliyor mu?”

Evet sorulması gereken son soru da bu sanırım…

*Avukat