Ünlülere kızmanın dayanılmaz cazibesi ve öfkenin kıymeti üzerine

Ünlüler dönüp dolaşıp neden kanaat arz ederken, şecaat serdediyor muhtelif havuz medyasında? Bunun esbab-ı mucibesi nedir? Cevabı çok basit. Ünlüler, adı, mesleği, geçmişi, politik angajmanı ne olursa olsun hınç paratoneri işlevi görüyor. Bir otokratın en iyi bildiği şey, öfkeyi üstüne çekmemektir...

Google Haberlere Abone ol

Tezcan Durna*

Seda Sayan’a kızmayın hanımefendiler, beyefendiler, Orhan Gencebay’a hele hiç aldırmayın, Yavuz Bingöl mü, “o da kimmiş” deyip geçiverin. Saray salonlarında arzı endam eden, saray sayfalarında, pardon yandaş medya köşelerinde şecaat arz eden, saray fikir sorucularına kanaat belerten, reisin sofrasında adı az duyulan meyve dişleyen şarkıcı, türkücü, gitarcı, futbolcu, sepetçi, sütçü, filmci, oyuncu, oyuncakçı kim varsa “he” deyin geçin. Kızmayın onlara, hele de sosyal medya kanallarında onlara hiç saldırmayın, sardırmayın, öfkenizi, kininizi, hıncınızı onlardan çıkarmayın. Onlar ki şairin dediği gibi “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar” artık. Yine şairin dediği gibi “korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden onlardır” ancak “yaratan” onlar değildir. Nazım bu dizeleri Türk köylüsü için yazdığından dolayı “yaratan onlardır” der. Zira Türk köylüsü tüm arızalarına rağmen yaratandır, üretendir, çalışandır. Ama mevzumuz o değil şimdi. Mevzumuz malum. Yukarıda saydığımız zatı şahaneler yaratan değildir artık. Aralarında kuşkusuz bir zamanlar yaratan vardır, ancak yaratamamaya başlayınca kendini başka şekilde var etmeye çabalayanlardır onlar. Bu yüzden aldırmayın onlara. Boşuna moralinizi bozmayın, boşuna sinirlerinizi germeyin. Hele ki öfkenizi boşu boşuna bu şahanelere yöneltmeyin. Zira öfke hele ki bu zamanda çok kıymetli bir duygudur, yöneleceği yer ve zaman doğru olduğu sürece.

Şu dar zamanlarda, şu zor durumlarda, şu herkesin herkese kuşkuyla baktığı, herkesin herkesi gammazlamaya fena halde meyilli olduğu, herkesin herkesi her an linç etmeye hazır olduğu bu berbat zamanlarda öfke bir yandan tehlikeli, diğer yandan çok kıymetli bir duygu. Öfke akacak doğru kanal bulursa çok şeyi değiştirebilir. Tarihte de çok şeyi değiştirmiştir. Halkın yokluk içinde debelendiği, adaletsizliğin ayyuka çıktığı dönemlerde öfke bir şekilde doğru kanaldan aktığı zaman devrimlere yol açmıştır. Fransız Devrimi, Patrona Halil İsyanı, Ekim Devrimi ve daha nice değişime yol açan hareketlenmeler, kitlelerin öfkesinin enerjiye dönüştüğü tarihsel anlara denk düşer.

Ancak şu zor zamanlarda, muktedirin bir dediğinin iki edilmediği, her anlattığında hikmet bulunduğu bu dönemde kimsenin öfkesi doğru kanala yönelmiyor. İster korkudan ister kanıksamadan kaynaklansın, öfkesini doğru kanala akıtamayan kişi ya da gruplar, kendilerinden daha güçsüz olanın üstüne abanıyor. Yolu kapatan polise, örneğin dert anlatmaya çalışan bir kadın, derdini anlattığını düşünüp yoldan geçebilecek hale geldiği anda, arkasından gelenin derdini anlatmaya çalışmasına tepki gösterebiliyor. Zira kendi işi daha aceledir, örneğin polisin toleransıyla gireceği sokağın üstündeki evden hasta bir yakınını alacaktır. Arkasındaki “benim de iş yerim orada, ben de işe yetişmeliyim, ben de bir zahmet yoldan geçeyim” dediği anda öfkesini yolu kapatan polisten arkasında duran sıradan yurttaşa yöneltebilir. Zira onun işi dünyanın en önemli işidir. O anda aklına bir an olsun o yoldan geçemeyenlerle bir olup aynı dili konuşup polise birlikte dert anlatalım fikri gelmez. Örgütsüzlük içine işlemiştir, gemisini kurtaran kaptan sözünü iyice kanıksamıştır. Yıllardır büyükleri “sen kendi başının çaresine bak” demiştir. Yoldan geçerken dayak yiyen hemcinsinin yüzüne bile bakmadan yoluna devam etmesi de bu yüzdendir. En iyi ihtimalle şahit yazarlar zira. Otobüste doğru durakta indirilmeyip, otobüsün şoförüne bunun hesabını soran yolcuya, diğer yolcuların tepki göstermesi de bu yüzdendir. Zira diğer yolcuların acelesi vardır. Bir an önce eve gidip, yemek yapması ya da çocuğunu okuldan ya da her neredeyse oradan alması gereklidir. Aklına şoföre hesap soran kişinin başına gelen şeyin on dakika sonra kendisinin de başına geleceği hiç gelmez. Bu nedenle o anın atlatılmasıdır önemli olan, şoförün o andaki keyfinin kaçmamasıdır gerekli olan. Zira şoförün tepesi atarsa, el frenini çekip otobüsü kenara çeker ve belki de büyük kavga çıkarabilir. Çıkan büyük kavganın ise hiç kimseye yararı olmaz. Hatta kavga eğer güçlüye karşı veriliyorsa büyük zararlar ortaya çıkabilir. Şoför örneğin belinden silahını çıkarıp havaya bile ateş edebilir, hiç değilse kendisine tepki gösteren kişiye kafa atabilir, hatta ona destek verene de yönelebilir şoförün tekinsiz öfkesi. Ortalık kana bulanabilir. Diğer yolcuların günü mahvolabilir ve hatta hepsini şahit yazıp karakolda sabahlatabilirler. Bütün bunlardan dolayı haklı olan yolcuya destek vermek yerine, ona “uzatmanın alemi yok, şoförü meşgul etmeyin” denilerek durum geçiştirilmelidir. Ne de olsa bir zamanların reyting rekortmeni olmuş dizisinde sürekli denildiği gibi “ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey” diyerek durum her zaman idare edilmelidir. Ancak öfkeden herkes burnundan solumaktadır. Öfkeler bir yerlere yönelmelidir. Neden çünkü öfke, tıpkı libido gibi dizginlenemez bir enerji barındırır içinde.

Bu nedenle yine tekrar ediyorum hanımefendiler, beyefendiler Ara Güler’e kızmayın, Neşe Karaböcek’e aldırmayın. Bu isimlerin hiç birisinin önemi yoktur. Önemli olan otokrata yönelmesi gereken öfkenin bunlara yönelmesidir. Otokrat, diktatör, popülist, adına ne derseniz deyin, önemli değildir. Bence sadece dediğim dedikçi deyin. Dediğim dedikçiye yönelmesi gereken öfkenizi bu aciz kullara, sıradan şarkıcı, türkücü, yazıcı, müzikçi, her neciyse işte onlara yöneltmeyin. Çünkü bu sıradan insanlara bizler politik misyon yüklüyoruz. Yüklediğimiz bu misyon hem o kişilerde hem de bizlerde bir vehme yol açıyor. Bu vehim onlara muhalif kimliği yüklememize neden oluyor. Sanatçı olmak, akademisyen olmak, müzisyen, yazar, şarkıcı, türkücü her neyse işte kişiye özünde muhalif olma konumu vermez. Meslekle, yapılan işle, hatta ve hatta geçmişte muhalif olmakla şimdi muhalif olmak arasında zorunlu bir illiyet bağı yoktur. Muhalif olmak, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı olmak, yazıyor çiziyor olmanın, iki kelimeyi bir araya getiriyor olmanın zorunlu koşulu değildir ya da tersi. Muhalif olmak, her koşulda muhalif olmak, illa ki sınıfsal da değildir. Örneğin Marki de Sade, soylu sınıfına ait olmasına rağmen eski rejimin en azılı muhalifi olmuştur. Ancak devrimden sonra devrimin öncüleri arasındaki Jakobenlerin de en katı muhalifi olmuştur. Bu nedenle en radikal kitaplarını hapiste yazmıştır. Termidor darbesinden sonra Napolyon Bonapart zamanında da yargılanmaksızın hapse atılmıştır. Neyse mevzumuzun merkezi elbette Sade değil. Ancak bu bir örnektir. Buna benzer örnekler daha çoğaltılabilir.

Gelelim tekrar ünlülerimize… Ünlüler dönüp dolaşıp neden kanaat arz ederken, şecaat serdediyor muhtelif havuz medyasında? Bunun esbab-ı mucibesi nedir? Cevabı çok basit. Ünlüler, adı, mesleği, geçmişi, politik angajmanı ne olursa olsun hınç paratoneri işlevi görüyor. Bir otokratın en iyi bildiği şey, öfkeyi üstüne çekmemektir. Hele de hakikatin, politik hakkaniyetin, kolektif iradenin darmadağın olduğu bir dönemde otokratın en mühim mahareti öfkeyi başkalarının üstüne yöneltmektir. Bu yüzden faizlerin yükselmesi dış güçler yüzündendir. Dolar Brunson yüzünden yükselir, hele ki enflasyon faiz canavarı yüzünden fırlamıştır.

Peki ünlüyü kanaat arz etmeye yönelten motivasyon nadir? Sadece üzerine öfkeyi çekmek için mi yapar bunu? Yani ünlüler kendilerini reisleri uğruna feda mı ederler? Elbette hayır. Bu motivasyonu yine iki duyguyla açıklayabiliriz. Birincisi korku, diğeri heves. Bir ünlü öncelikle artık esamisi okunmamasından korkar, sonra dizilerde rol alamamaktan, devamında konserlerinin iptal edilmesinden korkabilir, elbette bu korkuyu çeşitlendirmek mümkündür. Bu korkuya hele de heves eklenirse, ünlü kanaat sorucuların karşısında bülbül kesiliverir. Kanaati sorulan herkesin uzman kesildiği ülkemizde ünlünün uzman kesilmesi; sosyal bilimci, psikolog, tarihçi, hatta ve hatta atom fizikçisi olması işten bile değildir. Bu nedenle ünlünün hevesleri ve korkuları olan bir fani olduğunu unutmadan onları değerlendirmek gerekir. Ez cümle öfke kıymetli bir duygudur, ama heves ve korku insanı rezil eder, gönüllü kulluğa sevk eder.

*Barış Akademisyeni, um:ag Genel Yayın Yönetmeni