Hambach Ormanı direnişi ve Alman hükümetinin ikiyüzlülüğü

Kapitalist sistem dünyanın her yerinde ekonomik büyüme fetişizmiyle kadim ormanları yok etmekte hiçbir tereddüt göstermiyor. Bu da bize gösteriyor ki iklim krizini devletler “iyi niyet”leriyle çözemezler. Çünkü her şeyin üzerinde olan sermaye yasasına tabiler: “Ya büyü ya öl.”

Google Haberlere Abone ol

Erol Malçok

İkiyüzlülük diyoruz çünkü çok değil daha geçtiğimiz yılın kasım ayında Almanya’nın ev sahipliğinde Bonn kentinde COP23 Dünya İklim Değişikliği Konferansı yapıldı. Yaşam savunucularının linyit madenlerinden korumaya çalıştığı Hambach Ormanı ise Bonn’a 50 km mesafedeydi. Normalde linyit madenine alan açmak için ekim ayında ağaç kesmeye başlayan Alman enerji devi RWE şirketi bu sefer dünya kamuoyunun dikkatini çekmemek için kesim yapmayı ertelemiş olmalı. Keza kasım ayında iklim konferansı gerçekleşecekti. Şirket ve Alman polisi bölgeye olan medya ilgisinin azalmasını beklemiş olmalı ki ağaçları kesmek için geçtiğimiz hafta Hambach Ormanı’na girdiler. Fakat beklemiş olabilecekleri gibi aktivistlerin büyük bir direnişiyle karşılaştılar. Absürtlükler sadece bizim ülkemizde yaşanmıyor. Alman polisinin, aktivistleri zorla ağaçlardan indirip gözaltına alma gerekçesi ağaçlarda yangın merdiveni olmaması dolayısıyla hayat güvencelerinin yokluğuydu.

HAMBACH ORMANI VE SAKİNLERİNİN HİKÂYESİ

Almanya’nın Köln kenti yakınlarındaki Hambach Ormanı’nın 12 bin yıllık bir geçmişi vardır. Ormanın yüzde 90'lık bir kısmı linyit madeni çıkarmak için yok edilmişti. Kalan kısmın yok olmasını engellemek isteyen bir grup yaşam savunucusu bundan beş yıl önce ormanlardaki ağaçların tepelerine evler kurarak orada yaşamaya başladı. Alman yasalarına göre eğer ağaçta herhangi bir canlı yaşıyorsa o ağacı kesmek yasaktır. Aktivistler de buna dayanarak ağaçlara evler kurup, ağaçlar arası çektiği halatlarla iletişim ve lojistik destek sorununu da çözerek tam bir dayanışma içerisinde yaşıyorlardı. Onların direnişini soğuk ve yağmur hiçbir şekilde kıramadı. Geçtiğimiz yıl ekim ayında Bilbao’da gerçekleşen Dünya 2. Sosyal Ekoloji Konferansı’nda karşılaştığımız Hambach Ormanı sakini arkadaşlar, orada nasıl bir yaşam sürdüklerinin sunumunu yapmış ve doğanın şartlarıyla müthiş bir uyum yakaladıklarını anlatmışlardı. Alman hükümeti ve Avrupa’nın en büyük linyit maden ocağı sahibi RWE şirketi ancak beş yıl sabredebildi ormanın kalan bu kısmını da yok etmek için. Hambach Ormanı’ndan çıkarılan linyit Avrupa’nın en fazla sera gazı salınımı yapan enerji santrallarine taşınıyor. Linyit içerdiği yüksek karbon nedeniyle en kirli fosil yakıt olarak bilinmektedir. Angela Merkel hükümetinin ve polisinin 13 Eylül’de başlattığı saldırının ardından Hambach Ormanı iki farklı yaşam algısı ve pratiğini gözler önüne seriyor: Bir yanda doğayı ve canlıların tümünü kapitalizmin kâr hırsına feda eden bir şirket-devlet sistemi diğer yanda ise doğayla ve tüm canlılarla uyumlu yaşamayı amaç edinmiş yeryüzü merkezli bir hayat tahayyülü olan hiyerarşisiz ve cinsiyet eşitliği içerisinde yaşayan insanlar. Onlar için direniş ve alternatif bir yaşam oluşturmak birlikte anlam taşıyor. Yaşamlarını kentin vazgeçilmezlerinin neredeyse hepsinden vazgeçerek kurgulamışlar.

Gelinen noktada 4000 kişilik özel Alman polisi operasyonuyla tüm ağaç evler yıkılmış ve orada yaşayan savunucular gözaltına alınmış durumda fakat bu direnişi engelleyebilmiş değil. Ağırlıklı olarak Alman, Fransız, İtalyan, İspanyol, Amerika, Kanada, Belçika ve Türkiyeli yaşam savunucuları bölgeye akın ediyor ve ormanı terk etmemeye kararlı olduklarını söylüyorlar. Alanın terk edilmemesi için her kesimden çok bileşenli bir dayanışma var. Basında çıkan, "Eylemcilerden ikisi kendisini kuyuya kapattı ve karbondioksit gazından zehirlenince yardım istedi" şeklindeki haber ise tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Eylemciler tekrar ağaçlara tırmanabilmek için oraya tünel kazarak girmeye çalışırken karbondioksite maruz kalıp zehirlenme yaşıyorlar ve gelen yardımla maalesef tünel açığa çıkıyor.

Hambach Ormanı’ndakine benzer bir saldırı ve direniş de geçtiğimiz mayıs ayında Fransa’nın batısında, Nantes şehrinin 28 km. kuzeyinde bulunan ZAD (korunması gereken bölge) da gerçekleşmişti. Burada da Fransa’nın neoliberal yeni başkanı Macron’un ikiyüzlülüğü ve saldırganlığı vardı. Hem de COP23 Bonn İklim Konferansı’na Merkel’le birlikte katıldıktan kısa bir süre sonra. Fransa devleti 1974'den beri buraya yapılması planlanan havaalanı projesine izin vermeyen bölge sakinleri ve oraya yerleşen aktivistlerle göreceği hesabı hep gündeminde tuttu. Zaman zaman bölgeye jandarma saldırısı oldu fakat geniş bir alanda yaşayan yaşam savunucuları bu saldırıları köylülerin de büyük desteğiyle hep püskürtmeyi başardı. Büyük bir biyolojik çeşitlilik barındıran bölgeye en son saldırı 2018 Mayıs ayında inanılmaz büyüklükte bir jandarma gücüyle gerçekleşti. Üstelik hükümetin havaalanı projesinden vazgeçtiğini bildirmesinin ardından gerçekleşti bu saldırı. Bizce burada saldırının bir gerekçesi “aşamalı gelişme alanı” dedikleri projeye geçmek ise daha önemli gerekçe burada oluşan ve nüfusu oldukça büyük olan gelenekselleşmiş alternatif yaşam biçimini yok etmekti.

Kapitalist sistem dünyanın her yerinde ekonomik büyüme fetişizmiyle kadim ormanları yok etmekte hiçbir tereddüt göstermiyor. Bu da bize gösteriyor ki iklim krizini devletler “iyi niyet”leriyle çözemezler. Çünkü her şeyin üzerinde olan sermaye yasasına tabiler: “Ya büyü ya öl.” Doğa sömürüsünün temelinde tahakkümcü anlayışın büyük bir yer tuttuğunu düşünecek olursak bir bütün olarak biyolojik yaşamın çeşitliliği ve güzelliği otonom yaşamı savunan insanların ellerinde yükselecektir. Bu sorumluluğu ve iddiayı tüm gezegen için yerine getirmek zorundayız.