Geç kapitalizmin geç proleterleri

Çoğunlukla İstanbul’dan geliyorlar. Eğlenmek ve dinlenmek için çok paraları ancak az zamanları var. Bu yüzden çok aceleci ve çok saldırganlar. Eğlence ve dinlenmenin kendisinden çok düşüncesi onları meşgul ediyor. Yola çıkmadan önce görülecek yerler, gidilecek restoranlar, yenilecek yemekler ve hatta fotoğraf çekilecek noktalar belirleniyor. Turistik bir geziden beklenen yeni bir şey görme, bir mekânı keşfetmenin heyecanı tamamen ortadan kalkmış durumda.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Bir yaz sezonunun daha sonuna geldik. Eylül ayına girilmesiyle birlikte kıyı kentleri adeta terk edildi, yıllık geçimini yaz sezonunda çıkarmaya çalışan esnaf kepenkleri indirdi, sokaklar yaz için alınıp giderken geride bırakılan köpeklere kaldı. Oysa dokuz günlük bayram tatilinde ülke nüfusunun üçte birinden fazlası milyonlarca araç içinde yollara döküldü, trafikte oluşan uzun konvoylar, kazalarda ölen yüzden fazla kişi ve yüzlerce yaralı bayramın acı bilançosu oldu. Turizm merkezi olan kıyı kentlerine gelen ziyaretçiler yerleşik nüfusun katlarıyla ifade edilirken, taşıma kapasitesinin çok üstünde sayılara ulaşan kitleler parklarda ve plajlarda konaklamak zorunda kaldı. Uzun sözün kısası, tatil eziyete döndü. Peki insanlar neden bu eziyete ve bunca zorluğa rağmen yine de yollara dökülüyor, bir yer bildirimi, bir selfie uğruna nelere katlanıyor?

Bu turist istilasında hâkim bir turist profili belirgin bir biçimde öne çıkıyor. Çoğunlukla İstanbul’dan geliyorlar. Eğlenmek ve dinlenmek için çok paraları ancak az zamanları var. Bu yüzden çok aceleci ve çok saldırganlar. Eğlence ve dinlenmenin kendisinden çok düşüncesi onları meşgul ediyor. Yola çıkmadan önce görülecek yerler, gidilecek restoranlar, yenilecek yemekler ve hatta fotoğraf çekilecek noktalar belirleniyor. Turistik bir geziden beklenen yeni bir şey görme, bir mekânı keşfetmenin heyecanı tamamen ortadan kalkmış durumda. Her türlü yüksek teknoloji donanıma sahipler, telefonlarında her türlü yeme-içme, konaklama, eğlence uygulaması mevcut, bir dakikalarının dahi boş geçmesine, kayıtsız kalmasına tahammülleri yok. Gittikleri yerde otantik bir deneyim aramak yerine, rekreasyon alışkanlıklarını sürdürecekleri bir altyapı bekliyorlar. Çoğu zaman gittikleri yeri tanımak ve mekânın ruhuna, ritmine uymak yerine şehrin telaşını ve hızını yanlarında getiriyorlar.

Sınıfsal olarak bakıldığında bu turistlerin büyük bir çoğunluğunu geç proleterler olarak tanımlanabilir. Geç kapitalizm, birikim tıkanıklığıyla karşı karşıya kalan erken kapitalist ülkelerine yatırımlarını az gelişmiş bölgelere, yeni pazarlara, yeni ve ucuz kaynaklara doğru yöneltmesiyle ortaya çıkan yeni bir kapitalist döngüyü ifade eder. Böyle bir geçiş, kapitalizmin yayıldığı alanlarda yeni metalaşma süreçlerine, yeni proleterleşme aşamalarının ortaya çıkmasına neden olur. Geç proleterler, var olan tarihsel birikimin dışındaki yeni işçileşme sürecinin sonucunda ortaya çıkan grupları kapsar. Medyadaki yaygın ifadesiyle plaza çalışanları, geleneksel işçi sınıfına kıyasla daha eğitimli, görece daha vasıflıdırlar ve hizmet sektöründe çalışırlar. Ancak ne daha modern sektörde çalışıyor olmaları ne de görece yüksek gelir kazanmaları bu kesimi kapitalist üretim ilişkileri içinde ayrıcalıklı bir konuma, bir orta sınıf konumuna yerleştirmez. Orta sınıf illüzyonu, emekçi kitlelerin küçük bir kesimine sermaye sınıfı gibi yaşama imkânı sunarken, büyük bir çoğunluğu da sosyal dışlanmaya, görünmezliğe mahkûm eder. Orta sınıf gerek gelir düzeyiyle gerekse yaşam biçimiyle tanımlansa da bireyin sınıfsal konumu belirleyen kapitalist üretim ilişkilerindeki, piyasadaki konumudur. Kendi hesabına çalışacak sermayeden yoksun, üstlerinin denetimine tabi olan ve işsiz kaldığında piyasadaki tüm varlığını ve ayrıcalıklarını kaybeden herkes işçidir. Yüksek tüketim profilinden, isimlerin önüne gelen unvanlardan, modern yaşam tarzından ayrıcalıklı bir sınıfsal konumu ummak yabancılaşmanın başka bir biçimidir.

Tatil tercihlerine benzer bir yaşam tarzı anlayışını ve tüketim davranışını gündelik hayatın diğer alanlarında da görülüyor. Burada en belirleyici unsur, yaşam tarzı inşasının çoğunlukla piyasaya bağlı olarak ortaya çıkması, yaşamsal tercihlerin ancak ve ancak bir parasal ilişki sonucu ortaya çıktığında anlam kazanmasıdır. Örneğin spor yapmak için yürüyüş veya koşu yapmak yerine spor salonlarına üye olmak, sağlıklı yaşamak için ekolojik pazarları tercih etmek, turşu kurmak için fermantasyon atölyesine, kışlık domates hazırlamak için salça atölyesine gitmek gibi tercihler yaygınlaşıyor. Daha da ötesi, piyasaya bağımlı yaşam tarzı inşası çocukların hayatında da belirleyici oluyor. Çocuklar kurstan kursa koşuyor, her birinden bir Fazıl Say, bir Roger Federer, bir Michael Phelps olması bekleniyor. Çocuklar artık sokakta oynamıyor, onun yerine oyun gruplarına, çocuk atölyelerine yazdırılıyor. Yaşamın tüm kendiliğindenliği metalaşmanın derin nüfuzu sayesinde ortadan kayboluyor.

Sanayi Devrimi sürecinde kitlesel proleterleşmenin ve seri üretime dayalı üretim sisteminde zamanın belli dilimler halinde düzenlenmesinin önemli sonuçlarından biri kitle turizminin ortaya çıkışı oldu. Çalışma ve uykuya ayrılan saatler dışında günün kalan kısmı emeğin kendini yeniden üretimi için ayrılırken, hafta sonu tatilleri ve tam zamanlı çalışanların yıllık izinleri bu yeniden üretim sürecinin daha büyük parçalarını oluşturdu. İşçi sınıfı, emeğini satarak kazandığı gelirle piyasadan birtakım mallar ve hizmet satın alırken, aynı zamanda kendine has bir kültür, bir davranış biçimi, tüketim alışkanlığı inşa eder. Çalışma hayatındaki deneyimler kadar bu deneyimlerin toplumsal ilişkilere yansımaları, yeni toplumsal kategorilerin ortaya çıkmasına yol açar. Kitle turizmi, deniz-kum-güneş temelli tatil anlayışı, bir turizm mekanının ortaya çıkışı böyle bir yansımanın ürünüdür. İngiltere’de Blackpool, ABD’de özellikle İşçi sınıfının yoğun olduğu New York’ta Coney Island ve New Jersey’de Jersey Shore, işçi sınıfı oluşumuyla paralel bir gelişme gösteren turizm alanları olarak öne çıktı. Türkiye’de kitle turizmi neoliberal küreselleşmeyle uyumlu olarak 1980 sonrası gelişme gösterdi ve yeni işçi sınıfının istilası önce Bodrum ve Marmaris’i, sonra Kuşadası’nı tüketti.

Türkiye’nin tarihsel olarak kapitalizme geç eklemlenmesi, sanayi kapitalizmini de yine gecikmeli olarak ve devlet eliyle, tepeden inme bir biçimde gerçekleştirme çabaları işçi sınıfı oluşumunda kendi özgü bir yapının ortaya çıkmasına neden oldu. Benzer durumdaki geç kapitalist ülkelerde de işçi sınıfı meselesi ulus inşası, milli ekonomi ve sanayileşme gibi büyük hedeflerin gölgesinde kalırken, işçi sınıfı, varlığı ve hakları ulusal çıkarlar karşısında ertelenen ve ötelenen bir konu oldu. Neoliberal küreselleşmeyle birlikte Türkiye dünya ekonomisine ucuz emek kaynağı sağlayarak eklemlendi. İşçi sınıfını oluşturan kitleler, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla gelen yabancı şirketlerde, çok uluslu şirketlerin fason üretiminde ve küresel ekonomiyi ayakta tutan satış, pazarlama, finans gibi işletme hizmetlerinde istihdam edilmeye başladı. Hizmet sektörü çalışanları, fabrika çalışanlarına kıyasla kol gücü yerine daha çok beyin gücüne dayalı ofis işlerinde çalışıyorlar ve bu ofis işleri için farklı vasıflar edinmeleri gerekiyor. Ekonomik yapıdaki bu değişiklik bireylerin yaşam biçimlerini, tüketim alışkanlıklarını mutlaka değiştiriyor. Ancak bütün bu değişiklikler sınıf yapısının değiştiği, bireyin üretim ilişkilerindeki konumunun değiştiği anlamına gelmez. Kapitalist üretime dayalı sömürü ilişkisi sınıfsal eşitsizliği yeniden ve yeniden üretiyor. Küresel kapitalizmin geç kapitalist ülkelere empoze ettiği orta sınıf illüzyonu, işçi sınıfı için tüketim odaklı bir yükselme arzusu yaratıyor. Görünen o ki, yabancılaşma kapanındaki geç proleterlerin yükselme arzusu ve piyasa bağımlılığı dönüp dolaşıp küresel sermayeye hizmet ediyor.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü