'Ayağa Kalk' - Birleşik Hareket

Hareketin hedefi solu güçlendirmek, ancak bu güçlendirmenin nasıl olacağı sorusu burada önemli hale geliyor. Çünkü bu konuya hareketin önde gelenleri dahi tam olarak net bir yanıt verememekteler. Hareketin kuruluş bildirisine baktığımızda, devrimci ya da radikal bir perspektif görülmemekte.

Google Haberlere Abone ol

Tamer İlbuğa* - [email protected]

Almanya’da uzun zamandır merakla beklenen “Ayağa Kalk” – Birleşik Hareket (aufstehen – Die Sammlungsbewegung) 4 Eylül’de Berlin’de yapılan bir basın toplantısıyla resmen kurulmuş oldu. Yaklaşık iki saat süren ve yoğun ilgi gören basın toplantısı, Almanya’nın bir kamu kanalında canlı yayımlandı. Bu yoğun ilgi, aslında toplumsal atmosferin sağa kaydığı bir ortamda etkili sol bir hareketin toplumda karşılık bulabileceğinin göstergesi olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, önceden birçok kez tecrübe edilmiş ve merak edilen şey, böyle bir hareketin solu bir şekilde bölüp bölmeyeceği.

Bu yazıda Almanya’da genel olarak siyasi ortama ve özünde solun durumuna kısaca bakarak “Ayağa Kalk” hareketi değerlendirilmeye çalışılacaktır. Federal Almanya kurulduğu 1949 yılından 1980’lerin başına kadar üç parti tarafından yönetilmişti. Bu üç siyasi parti Muhafazakârlar (CDU/CSU), Sosyal Demokratlar (SPD) ve Hür Demokratlar (FDP) idi. Genellikle iki büyük partiden biri, küçük olan FDP ile koalisyon kurarak hükümeti oluştururlardı. Bu iki büyük parti, halk partileri olarak 70’li yılların ortasına/sonuna kadar sosyal devlet anlayışı benimsemişler ve merkezin ne sağında ne de solunda başka siyasi partilere alan bırakmışlardı. Bu durum 68 Hareketi’nin getirdiği değişim rüzgârının ve 70’li yılların ortasında sona eren “altın dönemin”, yani sosyal devletin krize girmesiyle değişmeye başladı.

ESKİ BİR GELENEĞE DAYANIYOR

İlk olarak 70’li yılların sonuna doğru çok güçlü gelişen barış ve çevre hareketleri SPD’nin solunda Yeşiller Partisi’nin kurulmasına olanak sağladı. Yeşillerin tabanını daha çok sınıf siyaseti değil de kimlik siyasetini merkeze alan “yeni sol” oluşturmaktaydı. Böylece 80’lerin başında solda ilk büyük bölünme yaşanmış oldu. Çok uzun süren 80’li ve 90’li yıllarda Almanya, merkez sağın ılımlı neoliberal politikalarıyla yönetildi ve bu arada hem Avrupa’nın bütünleşmesi hem de iki Almanya’nın birleşmesini organize etti. 1998’de Sosyal Demokratların ve Yeşillerin iktidara gelmesi, geriye dönüp bakıldığında toplumsal dönüşüm açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Sosyal devlet modelinin ılımlı neoliberal politikalar ile baskı altına alınması toplumsal gerginlikleri de beraberinde getirmiş ve sosyal devletin dönüştürülmesi de yeni “sol hükümete” kalmıştı. SPD içinde Oskar Lafontaine öncülüğündeki sol kanadın etkisiz hale getirilmesi, partiyi büyük oranda neoliberal anlamda sağa çekmiştir.

2000’li yılların başında SPD ve Yeşillerden oluşan hükümet “Ajanda 2010” politikasıyla klasik sosyal devlet yaklaşımından vazgeçerek, piyasa mantığının tek geçerli ilke olduğunu benimsemiştir. Sosyal devletin radikal dönüşümünün muhafazakâr bir hükümet tarafından yapılması çok zordu. Çünkü büyük bir siyasi ve toplumsal muhalefetle karşılaşılması söz konusu olacaktı. Dolayısıyla, bu dönüşümü ancak toplumsal tarafta yeni sol, sermaye tarafında ise küresel piyasaları hedefleyen sanayi ve finans-kapitalin bulunduğu bir uzlaşı gerçekleştirebilirdi. Ve öyle de oldu. Bu toplumsal uzlaşıyı Nancy Fraser “ilerici neoliberalizm” kavramı ile açıklamaktadır. “İlerici neoliberalizm”, günümüzde Angela Merkel tarafından da temsil edilmektedir. Sonuç olarak geniş bir toplumsal tabana sahip olsa da “ilerici neoliberalizme” karşı hem sağdan hem de soldan muhalefetin genişlediği görülmekte.

Siyasi partilerin durumunu özetlersek, önümüze çıkan manzara şu şekilde olmaktadır: “İlerici neoliberalizm” her ne kadar merkez sağ parti CDU’nun büyük bir kısmınca benimsense de, kardeş partisi olan CSU’nun büyük bir kısmı tarafından benimsenmemektedir. Sağdaki çözülme AfD ile yeni bir siyasi partiye yol açmıştır. 70 yıldır yüzde  7-8 oy oranı olan, ancak uzun yıllar önemli bir siyasi güce sahip olan Hür Demokratlar (Liberaller) “İlerici neoliberalizmin” önemli bir parçasını oluşturmakta. Belki de “İlerici neoliberalizmi” en iyi şekilde temsil eden ve yükselmekte olan parti Yeşiller partisi olabilir. Sosyal demokratlar bir türlü “Ajanda 2010” politikasından vazgeçemedikleri için oyları yüzde 20’ye düştü. Bir şekilde bir yenilenme süreci organize etmeye çalışsalar da şimdilik halk tarafında bunun bir karşılığı bulunmamakta. Oy potansiyeli yüzde 10 olan Sol Parti ise ikiye bölünmüş haliyle etkin bir muhalefet yapmaktan çok uzakta. Bununla birlikte, solun bir tarafında parlamento grubunda daha fazla gücü olan Sahra Wagenknecht öncülüğünde “etatistler” grubu yer almakta, diğer tarafta ise parti başkanlarının da olduğu ve partiye daha hakim olan “enternasyonalistler” grubu bulunmakta. Sol Parti, genel olarak “ileri neoliberalizm” uzlaşısını ilkesel olarak reddeden tek parti.

'AYAĞA KALK', SOLUN YENİ UMUDU OLABİLİR Mİ?

Almanya’daki siyasi ortamı kısaca açıkladıktan sonra, “Ayağa Kalk” hareketine daha yakından bakabiliriz. Hareketin çıkış noktası, geniş anlamda solun parlamentoda sayısal bir çoğunluğa sahip olmaması ve mevcut politikalarla da sahip olamayacaklarına duyulan kaygıya dayanıyor. Ancak bu hareket bir siyasi parti değil. Şimdiye kadar resmi olarak sadece bir dernek kuruldu ve bu dernek hiçbir örgütsel yapıya sahip değil. Bu harekete ilgi duyan kişiler yaklaşık bir aydır internet sayfasında katılmak istediklerini ya da bilgi almak istediklerini beliriyorlar. Şimdiye dek 100 binden fazla kişi harekete ilgisini belirtmiş durumda. Sol Parti ya da Yeşillerin üye sayısının 50-60 bin olduğu düşünülürse, bu çok ciddi bir rakamdır.

Hareketin öncülüğünü Sol Parti parlamento grup başkanı ve partinin “etatist” kanadını temsil eden Sahra Wagenknecht yapıyor. Hareket 80 kişiden oluşan bir inisiyatif grubu tarafından hayata geçirildi ve ortak bir kuruluş bildirisi hazırlandı. Bu bildiriyle sadece genel anlamda siyasi çerçeve belirlenmiş asıl program bütün katılımcıların tartışmaya dahil olabileceği bir süreçten sonra hazırlanacak. Hareketin en önemli hedefiyse, bir şekilde mevcut üç sol partinin (SPD, Yeşiller, Sol Parti) içindeki “ilerici neoliberal” akıma dahil olmayan kesimleri ve bu partilerde yer almayan insanları bir araya getirerek, bu partilere politikalarının sosyal politika odaklı olması yönünde siyasi baskı uygulamak. Seçmen kitlesini de SPD ve Sol Parti’nin ırkçı AfD’ye kaybettiği seçmenlerin bir kısmını geri alarak genişletme hedefi bulunmakta. Böylece, seçimlerde genel olarak solu güçlendirip, tekrar iktidar olma seçeneğinin mümkün olmasını sağlamak.

Hareketin hedefi solu güçlendirmek, ancak bu güçlendirmenin nasıl olacağı sorusu burada önemli hale geliyor. Çünkü bu konuya hareketin önde gelenleri dahi tam olarak net bir yanıt verememekteler. Hareketin kuruluş bildirisine baktığımızda, devrimci ya da radikal bir perspektif görülmemekte. Bildiriye göre, sosyal devleti tekrar inşa etmek, yani sınıf politikasını merkeze almak en etkin şekilde sadece ulus-devlet düzeyinde yapılabilir. Emek odaklı bir politikayla toplumsal eşitsizlikler azaltılabilir ve aynı zamanda da toplumun daha sağa kayması engellenebilir. Bunun için de ulus devletin güçlendirilmesi gerekmekte. Somut olarak bunun anlamı, Avrupa Birliği’nin ulus devletlerden aldığı egemenlik haklarını geri vermesi ve sadece egemen ulus devletlerin söz sahibi olduğu bir yapıya dönüşmesi.

AB ÇAPINDA BİR DEĞİŞİMİ HEDEFLİYOR

Burada AB’nin neoliberal politikaları ulus devletlere dayattığı varsayımı var; ancak sonuçta AB’nin neoliberalleşmesi gökten inmedi, bilakis ülkelerdeki toplumsal mücadelelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yani AB neoliberal ise ulus devletler neoliberal değil mi? Bildiride ortaya konan mantığa göre, sosyal devletin korunması için gerekli başka bir önkoşul, ulus devletin istihdam piyasalarının artan göç hareketiyle baskı altına alınmasının önlenmesine odaklanmakta. Yani, AB içinde sınırların emek için kapatılması mı istenmekte? Göç konusu daha genel anlamda kritik konulardan birini oluşturmakta. Ancak genel olarak bildiride ele alınan pozisyonları ayrıntılı bir şekilde eleştirmeyi ileriki zamana bırakalım ve burada sadece birkaç muhtemel siyasi gelişmeye değinelim.

“Ayağa Kalk” – Birleşik Hareket solu birleştirecek mi yoksa bölecek mi? Tahminen ikisi de olmayacak ve harekete ilgi belirli bir süre sonra azalacaktır. Hareketin örnek aldığı Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi, Melenchon’un hareketi ve Bernie Sanders’in Demokrat Partisi, Almanya’da olan durumdan çok daha farklı bir toplumsal yapı içerisinde kısmen başarılı olmuştu. Corbyn bir parti içinde mücadele ederek partide çoğunluğu sağlayabilmişti. Ayrıca İşçi Partisi’nin dışında da başka bir önemli sol parti bulunmamakta. Bununla birlikte, Melenchon Sosyalist Parti’den ayrılarak bir partiye dönüşmesi öngörülen bir hareket oluşturmuş ve Fransa’nın başkanlık sistemi sayesinde başkanlık seçimlerinde önemli bir başarı elde etmiş olmasına karşın, parlamento seçimlerinde büyük bir yenilgi yaşamıştı. Bernie Sanders ise ABD’deki demokratların başkanlık adayının belirlendiği ön seçimlerde Hillary Clinton’a karşı ciddi bir mücadele vermiş olmasına karşın, sonunda parti “kurulu düzen”in bozulmasına izin vermeyerek Sanders’i aday göstermemişti.

ULUS-DEVLET YAKLAŞIMI, İLERİCİ BİR HAREKET OLMASINI ENGELLİYOR

Bu örnekler göz önünde bulundurulduğunda, Almanya’daki durumun çok farklı olduğu görülmekte. “Ayağa Kalk” hareketinin haklı bir şekilde sınıf siyasetini ön plana çıkarması ancak sorunlu bir perspektifle ulus-devlet düzeyinde kalması, bütün enternasyonalistleri dışlamak anlamına gelmekte. Sosyal sorunları kapitalizmin geldiği aşamada ulus devlet içine hapsetmek hem yanlış bir analiz olur hem de insanların esaretten kurtulmaları yönünde ilerici, yani sol bir adım olmaz. Kapsayıcı bir kapitalizm eleştirisi ve sistemin demokratik yolla dönüştürülmesi aslında Sol Parti programında bulunmakta ve bu programın gerisine düşmek daha fazla oy getirmeyecektir.

Son olarak “Ayağa Kalk” hareketinin medyadaki en tanınmış ve karizmatik temsilcisi olarak Sahra Wagenknecht’in son günlerde Almanya’nın Chemnitz kentinde yaşanan yabancı düşmanlığına karşı düzenlenen ve sol/liberal çevreden 65 bin kişinin katıldığı konsere gelmemesi, şimdiden bu hareketin nereye gideceğine ilişkin soru işaretlerine neden oldu. Aslında antifaşist kesim pazartesi düzenlenen bu konserle çoktan ayağa kalktı, fakat Sahra Wagenknecht orada değildi!

*1970 Avanos doğumlu. 2001’de Hamburg Hochschule für Wirtschaft und Politik’ten mezun oldu. 2001’den 2007’ye kadar Hamburg’da STK’larda göç üzerine çalıştı. 2008-2017 arasında Akdeniz Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümünde ilk önce proje koordinatörlüğü yaptı ve son beş yılda da AB ve Almanya ile ilgili dersler verdi.