Ferdinand: Tuhaf bir kaçış öyküsü

Bu kaçış öyküsü çok derinlerdeki bir çağrıyı yeniden duyulur hale getirmişti bizim için. Ferdinand’ın yaşadıkları sembolik çağrışımlara çokça fırsat yaratan bir firar eylemiydi aslında. Pazar yeri, sahip, ip, kaçış, deniz -ki enginliktir – ve uzaklar kilit sözcükleriydi bu kaçışın.

Google Haberlere Abone ol

Hanife Altuntaş

Kurban Bayramı'nın son gününde, haber sitelerinde şaşırtıcı bir gündemle karşımıza çıktı.

Anlatılanlara göre, Rize’de hayvan pazarında alıcı bekleyen dana, ipinden kurtulup kaçmayı başarmıştı. Pazar, denizin yakınında mıydı yoksa zavallı hayvan can havliyle uzun mesafeler koşarak denizin yolunu içgüdüsel mi buldu bilmiyoruz ama o devasa cüssesiyle kendini Karadeniz’in pek de sakin olmayan sularına bıraktığından eminiz. Bayramın son günü Trabzon’un Sürmene ilçesinde vatandaşlar denizde yüzen danayı yetkililere haber verince, sahil güvenlik devreye girip sudan çıkmaya pek de niyeti olmayan hayvanı sahile çekmeyi başardı ve sahibine teslim etti.

Haberlerde okuduğumuz buydu ve içimizde onun kurtulmuş olmasının sevinci, yakalanmış olmasının getireceği akıbetin korkusuna karışmıştı.

Bayramın son günüydü ve hâlâ kurban edilebilirdi. Danayı elinden kaçırarak zarar eden sahibi, bunu acilen tazmin etmek isteyebilirdi.

Sevincimiz kursağımızda, elimiz yüreğimizde beklemeye başladık.

Yazgının dayattığına karşı çıkan, kendisi için hazırlanmış sona razı gelmeyen, kaçan, uzaklaşan ve başka bir var olma fırsatını yaratan bu hayvanın bizde yarattığı duygu hali aslında ve büyük ölçüde bunun kendi insan hallerimizde karşılık bulan bir firar eylemi olmasındandı belki de.

Haberi ilk okuduğumda bu hayvanın tam da kesim anında kaçtığını düşünmüştüm. Çünkü sadece ölümle yüzleşmek varlığın kendine ve doğasına rağmen öngörülemez bir eyleme girmesini açıklayabilirdi. Bir pazar yerinde onlarca diğer hayvanla ortak yazgı paylaşan, kurban için seçilip bayramın ilk günü kesilecek bir hayvanın ancak çok sezgisel olarak kaderinin farkında olabileceğini söylemek kimilerine abartılı gelebilir ama ölüm karşısında her türden yaşamsal varoluş biçimi çoğunlukla düşündüğümüzden daha uyanıktır.

Bu hayvanlara bakıp sadece küçükbaş, büyükbaş kurbanlıklar, mallar, sermaye ve et görenler için söylenenler elbette çok anlamlı değildir. Ama bu dananın kaçışı hepimize ve özellikle böyle düşünenlere yeni bir anlayış ve bakış açısını çağıran, hissettiren, sezdiren bir hal yaratma fırsatı değilse de nedir ki?

Elimiz yüreğimizde bekledik...

Tam bu esnada, dananın ve endişelerimizin kurtarıcısı ortaya çıktı. Haluk Levent’ in çabaları sonucu, ismini vermeyen iki kişi danayı sahibinden satın aldılar ve kesilmeden, satılmadan yaşayacağı bir ömür için onu İzmir’de bir çiftliğe gönderdiler.

Üç gün boyunca Karadeniz’in dalgalarında özgürlüğüne, yaşama hakkına yüzen bu kahraman dana, onu diğerlerinden ayıracak ve hikayesine başlık olacak bir isme de kavuştu. Ferdinand...

Hepimiz olmasa da bir kısmımız, ipini koparan danadan yanayız demiştik en başından beri. Ferdinand ipini koparmakla kalmayıp, günler süren bir can pazarında ve nereye gideceğini bilmeden attı kendini sulara. Bazen varış yerinizden çok, kaçtığınız, uzaklaştığınız yerdir önemli olan. Hayvan pazarından başka bir yerin varlığının sezgisi ve o akıl almaz hayvani içgüdüsüyle ölümün kokusunu almış olması Ferdinand’ın yazgısını değiştirdi.

Biz elimiz yüreğimizde günlerce onun kaderini beklerken aslında beklediğimizin başka bir şey olduğunu çok azımız anlamıştı belki de.

Bu kaçış öyküsü çok derinlerdeki bir çağrıyı yeniden duyulur hale getirmişti bizim için. Ferdinand’ın yaşadıkları sembolik çağrışımlara çokça fırsat yaratan bir firar eylemiydi aslında. Pazar yeri, sahip, ip, kaçış, deniz -ki enginliktir – ve uzaklar kilit sözcükleriydi bu kaçışın.

Kendimizi nerede konumlandırdığımız, hangi tutku ya da korkunun boynumuzdaki ip, yaşamımızın üzerindeki elin gölgesinin kime ait olduğudur kendimize sormamız gereken sorular. Ferdinand gibi ölümün en yalın anlamıyla yüz yüze gelmemiş olsak bile, türlü ölme biçimlerine ne kadar yakın durduğumuz gerçeğiyle yüzleşmektir belki de. Kime ve neden kurban edildiğimizden daha önemli olan soru, kurban olmak konusunda niye bu kadar istekli olduğumuzdur.

İsteğin sönümlenip, sahibin ve ipin ayırdına varmaya başlamak, işin en zor kısmı değildir aslında. Çünkü boynunda bir ip olduğunu bilerek ömür geçirmek, o ipi koparıp gitmekten daha kolay gelir birçok insana. Kurban olmak bilinen yazgının sıcak kucağında sonsuz bir uykuya dalmanın sıcaklığıdır çoğu zaman çünkü.

Asıl cesaret- ki Ferdinand bunun dersini vermiştir bize- yazgı sandığın esareti sonlandırmak ve olmak istemediğin yerden varlığın tüm gücüyle uzaklaşıp, bilmediğin sulara dalabilmektir. Çünkü kader denilen şey, senin kendin için yazdığın, sonunu bilmeden, sorgulamadan, güven duygusunu koltuk değneği yapmaksızın çıktığın bir yolculuktur.

Ferdinand, kahramanlık öyküsünü bu kez iyi insanların eşlik ettiği bir sonla bitirdi.

Onun kadar cesur olabilenlerimiz içinse bitmeyen bir öykü yazdı.