Hacer nerede?

Taşa çalsa, taşı yarayacak o bıçak belki o gün Mina’da İsmail’in boynunu kesmedi ama dünya dünya olalı nice insan bir şeylere kurban edildi. Adı değişir kaderi değişmez insanlardan ibaret dünya içerisinde kaç Hacer, inmeyen koçun gadrine uğradı Allah bilir. Bugün bu topraklardaki Hacerler Galatasaray Meydanında bir araya gelecekler. Hepsinin evlâdı bir şeylere kurban edildi. Bir gün vardılar, bir gün yok oldular...

Google Haberlere Abone ol

Doğukan Özdemir [email protected]

Tüm Müslümanların Kurban Bayramı'nı bilvesile tebrik ederek “bismillah” diyeyim.

Nice bayramlarda, sevenler sevdikleriyle buluşsun temennisiyle devam edeyim.

Madem ki vakitlerden bayram; bayramlardan kurban o zaman Hz. İbrahim’den okunan/bilinen bu hikâyeye bir de biz bakalım.

Bu hikâye İbrahim’in mi, İsmail’in mi yoksa Hacer’in hikâyesi midir? Bu sorunun cevabı tam bir paradoks.

Kıssa herkesin malumu lâkin kestirmeden bir hatırlayalım. İbrahim, geçkin yaşına rağmen Rabbinden bir erkek evlât diler. Mevlâ muradına cevap verir bir erkek evlât bağışlar. Adı İsmail’dir bu yavrucağın. Hacer’in gözbebeği, İbrahim’in kabul olmuş duasıdır İsmail.

İsmail, yedi yaşına geldiğinde İbrahim yıllardır gördüğü rüyayı evlâdına açar ve kendisini Allah’a kurban edeceğini dile getirir. İsmail küçük yaşına rağmen büyük bir olgunlukla kaderlerine razı olmaları gerektiğini ifade ederek babasına güç verir. İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Mina-Müzdelife bölgelerine yakın bir yere gider.

Peki, Hacer nerededir?

Bence kıssanın hikmeti tam da burada.

Kıssa tevile muhtaç değil. Yüzlerce yıldır belki milyon insanın üzerine konuştuğu, tartıştığı, anlattığı bu hikâye İbrahim’in sadakati, İsmail’in teslimiyeti gibi durumlarla açıklanmıştır. Ki hepsi de bir bakıma doğrudur.

Neden Hacer konuşulmaz? Neden Hacer’in durumundan, kıssayı dinleyenlerin hissesine bir paye düşmez?

Kadın diye mi?

Tarihî Yarımada’nın incisi Nihat Hatipoğlu köşesinde bu konuyu şöyle naklediyor: “Nihayet Hz. İbrahim ile Hz. İsmail emre uymak için hazırlık yaparlar. Hz. İsmail babasına şöyle der: ‘Babacığım. Kollarımı arkadan bağla. Sımsıkı. Gömleğimi soy ki kana bulanmasın. Annem görür dayanamaz.’”

İsmail’in dilinden Hacer’in hâlini özetleyen bu detay her ne kadar dikkat çekmese de Hacer’in nezdinde bütün annelerin yavrularıyla kurduğu ilişkiyi gözler önüne sermeye kâfidir. Değil kul icadı yasalar, Rabbi dahi istese hiçbir anne yavrusuna kıyamaz. Doğurduğunu vermez. Can verdiğinden vazgeçmez.

Taşa çalsa, taşı yarayacak o bıçak belki o gün Mina’da İsmail’in boynunu kesmedi ama dünya dünya olalı nice insan bir şeylere kurban edildi. Adı değişir kaderi değişmez insanlardan ibaret dünya içerisinde kaç Hacer, inmeyen koçun gadrine uğradı Allah bilir.

Bugün bu topraklardaki Hacerler Galatasaray Meydanında bir araya gelecekler. Hepsinin evlâdı bir şeylere kurban edildi. Bir gün vardılar, bir gün yok oldular. Nasıl bir kaderse, hüküm ölülerinden bile kalkmadı. “Ölüden hüküm kalkar” şiarına iman etmiş olanlar bile onlara bunu çok gördü. Onlar, öldürülmeden önceki kaderlerine mahkûm oldular.

Bundan önceki 699 cumartesi olduğu gibi yine her birinin ellerinde evlâtlarının fotoğrafları. Katili meçhul, mezarsız evlâtlarının fotoğrafları. Yıllardır sadece fotoğraflarda yaşayan bu insanların belki hepsi suçluydu. Sadece birkaç yıl değil; belki ağırlaştırılmış müebbedi hak ediyorlardı. Ya da hepsi sütten çıkmış ak kaşıktı. Ne fark eder ki?

Nasıl bir kaderleri varsa bir mezar taşları bile olmadı.

İnsanca yargılanmadılar, insanca cezalandırılmadılar.

Kopkoyu bir karanlığın içinde usulca kayboldular.

Evladının kanlı gömleğini görse dayanamayacak nice Hacer; evlâdının bir kemiğine muhtaç hâlde ebediyete mahkûm edildi.

Adaletin tecelli etmediği bir yerde neyin kıymeti olabilir? Nasıl bir öfke, bir ana kuzusuna bir mezar taşını çok gören bu meseleyi haklı çıkarabilir? Hangi şeriat/yasa yargılanma hakkını insanın elinden alabilir?

Bu soruların hepsi 700 haftadır cevap bekliyor. Hem de hepimizin gözleri önünde…