F-35'ler yasaklanırsa neler olacak?

F-35’lerin Türkiye’ye verilmesi neticede yasaklanırsa, bunun programda önemli aksama ve boşluklara neden olacağı gerçeği var. Nitekim Foreign Policy dergisinin Pentagon muhabiri Lara Seligman 13 Ağustos 2018 tarihli makalesinde, yasağın Ankara için ciddi bir darbe oluşturacağına, fakat ABD için de komplikasyonlara yol açacağına işaret ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslimi konusu, Türkiye ile ABD arasında bir süredir yoğun olarak tartışılıyor. Çoklu sorunlarla dolu ikili ilişkilerin gündeminde F-35’ler üst sıralarda yer alıyor.

Peki tam olarak nedir bu konu?

Önce kısa bir tarihçe. Dokuz ülkenin ortak olduğu bu proje 1999 yılında başlıyor. Ve uzun gecikmelerle de olsa program halen devam ediyor. Katılımcı ülkeler: Türkiye, ABD, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka. Sonradan “satın alıcı” olarak, İsrail, Japonya ve Güney Kore gibi birçok ülke de programa katılıyor. Halen 300’e yakın F-35, NATO müttefiklerinin ve ABD dostu ülkelerin semalarında uçmakta. ABD’nin kendisi ise silahlı kuvvetlerinin farklı kolları için 2 bin 500 adet almayı planlıyor.

Türkiye uçağın yapımında önemli rol oynuyor. İlgili makamlarca kamuya yapılan açıklamalara göre, uçağın belli bölüm ve parçaları TAI, TUSAŞ ve ASELSAN tarafından üretiliyor. Ayrıca, F-35’ler için Alp Havacılık, Ayesaş, Kale Uzay-Havacılık, Fokker Elma gibi özel Türk şirketleri de değeri 10 milyar doları aştığı kaydedilen muhtelif aygıt ve parçalar yapıyorlar. Diğer bir deyişle, Türkiye programın başından beri mali yükümlülükler dahil, tüm sorumluluklarını yerine getiren ve programın ilerlemesi için kritik unsurlar üreten ortaklardan biri.

Türkiye kendi ihtiyaçlarına göre belirlenmiş özellikleri olan türünden önümüzdeki on yıl içinde yüzden fazla uçak almak istiyor. Gerçekleştiğinde bu filosuyla Türkiye dünyada F-35 kullanan üçüncü büyük ülke olacak deniyor. Uçaklardan ikisi ABD’de Türk yetkililerine pilotlarımızın eğitimi amacıyla haziran ayı sonunda törenle teslim edildi. Pilotlarımızın eğitimi sürüyor. Türkiye’deki eğitim faaliyetlerinin ise 2019 Kasım’ında Malatya’da başlaması planlanıyor.

Tarihçe böyle. Peki, bugüne geldiğimizde durum nedir? 13 Ağustos 2018 tarihinde, Trump Kongre’den gelen savunma bütçesini onaylıyor. Bütçe yasasında -bir değişiklik önergesiyle- F-35’lerin Türkiye’ye satışını engellemeye yönelik bir hüküm de var. Buna gerekçe olarak değişiklik önergesini veren Senatörler, Amerikan’ın ulusal güvenliğine tehdit oluşturabilecek uçakla ilgili gizli bilgilerin Rusya’dan S-400 füzeleri alacak olan Türkiye’de Rusların eline geçebileceği kaygısına işaret ediyorlar. Ayrıca, Türkiye’de tutuklu Rahip Brunson, diğer Amerikan vatandaşları ve ABD çalışanlarının serbest bırakılmamış olmalarına da atıf yapılıyor.

Ancak, bu yasağın tam anlamıyla yürürlüğe girmesi Pentagon’un Kongre’ye 90 gün içerisinde hazırlayacağı rapora göre kararlaştırılacağı hükme bağlanıyor. Kongre, raporda, “Türk Hükümetinin ABD’ye karşı son bir yıldır attığı kışkırtıcı adımlar” ışığında, F-35 satış yasağının ABD-Türkiye ilişkilerine yapacağı etkinin, özellikle İncirlik faktörü dahil ABD’nin Türkiye’deki askeri ve diplomatik faaliyetlerine olası yansımalarının ve S-400 füzelerinin yaratabileceği sorunların değerlendirilmesini istiyor.

Ancak, kasım ayının ilk yarısı başka nedenler de Türk-Amerikan ilişkileri bakımından büyük önem taşıyor. Yasanın imzalandığı tarih esas alındığında Pentagon’un Türkiye raporunun en geç 13 Kasım’da Kongre’ye sunulmuş olması gerekiyor. Fakat daha önce 4 Kasım’da Amerikan’ın petrol ve doğal gaz alımlarını da kapsayan ikinci tertip İran yaptırımları devreye giriyor. 6 Kasım’da ise Amerika’nın ara seçimleri var: Temsilciler Meclisi’nin 435 üyesinin tamamının, 100 kişilik Senato’nun 35’inin seçimi yapılacak.

Bu itibarla Pentagon raporu Amerikan ara seçimleri sonrasına kalır ve seçim tarihine kadar Rahip Brunson ve ABD’nin talep ettiği diğer tutuklular serbest bırakılmazlarsa, Pentagon’un değerlendirmelerinin olumsuz vurguları haliyle çoğalacaktır. Öte yandan, ara seçimlere Brunson’suz giren bir Trump yönetiminin Türkiye’ye yönelik hıncı, hele hele seçim sonuçları istediği gibi çıkmaz, Demokratlar karşısında yenilgiye uğrar ve Kongre’deki çoğunluğunu kaybederse, intikam arayışına dahi dönüşebilir. Ayrıca, İran yaptırımlarını uygulamayacağını açıklayan bir Türkiye’ye yönelik Amerikan yaklaşımı daha da radikalleşir. Benzer bir sıkışıklık, PYD/YPG, İdlip ve hatta Menbiç konuları üzerinden Suriye konusunda da yaşanabilir.

Tekrar F-35’ler konusuna dönersek. Türkiye’nin yapımcı firma Lockheed Martin’le F-35’lerden önce de uzun yıllar savunma işbirliği ilişkisi vardır. Programın orijinal ortaklarından biri olan Türkiye Kongre’nin yasaklama önerisine haklı olarak karşı çıkıyor. Ankara “anlaşma var, yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz, gerekirse hukuki yollara başvururuz” diyor. (İran’la yapılan çok-taraflı nükleer anlaşmasının akıbetine bakacak olursa, Trump yönetimi için hukuki savların pek bir anlam ve değeri olmadığını hatırda tutmamız lazım.)

Tabii madalyonun bir de öbür yüzü var. Çünkü F-35’lerin Türkiye’ye verilmesi neticede yasaklanırsa, bunun programda önemli aksama ve boşluklara neden olacağı gerçeği de var. Nitekim Foreign Policy dergisinin Pentagon muhabiri Lara Seligman 13 Ağustos 2018 tarihli makalesinde, yasağın Ankara için ciddi bir darbe oluşturacağına, fakat ABD için de komplikasyonlara yol açacağına işaret ediyor.

Seligman’a göre, yasağın ABD için doğurabileceği sıkıntıları şöyle sıralamak mümkündür: 1. Türkiye’de üretilen – ki kritik nitelikte olan- parça/aygıtların ikamesi uzun süre alacaktır. (İsrail’in bu işe talip olduğu yolunda basın haberleri vardır.) İkame arayışının sonuçlanması en az iki yıl sürecektir. Bu da programın aksaması demektir. 2. Avrupa için motor onarımı ve yenilenme merkezi Eskişehir’dir. 3. Savunma Bakanı James Mattis, Türkiye’nin önemli bir jeopolitik ortak ve NATO’nun bir köşe taşı olduğunu, İncirlik üssünün Ortadoğu’daki operasyonlar için ve özellikle IŞİD’le mücadelede kritik bir sıçrama noktası vazifesini gördüğünü, Türkiye’de konuşlu nükleer bombaların Avrupa bağlamında nükleer caydırmanın merkez unsuru olduğunu ve Ankara’nın Suriye’nin yeniden inşasında ABD için kilit bir ortak olduğunu kaydederek yasağın sakıncalı olacağını açıklamıştır.

Bu mülahazaların ötesinde gündeme bilinçli olarak pek getirilmeyen Kürecik’deki radar istasyonu ABD için, özellikle İran’la ilgili olarak bölgede olası füze saldırılarına karşı istihbarat derleyen –ve toplanan bilgileri İsrail’le paylaşan- kilit önemde bir tesistir. Emekli Tuğgeneral Ali Er’in konuya ilişkin uyarıcı değerlendirmelerinde, Kürecik, her ne kadar bir “NATO” tesisi gibi gösterilmeye çalışılıyorsa da aslında radar “NATO’ya milli katkı” kisvesi altında tamamen bağımsız olarak ABD’nin kontrolünde faaliyet gösteren bir istihbarat merkezidir. Bilindiği kadarıyla radarı NATO tesisi yapan bir NATO kararı olmadığı gibi yardımcı hizmetler veren T.C. vatandaşları dışında NATO yetkililerinin görev yaptığına dair bir bilgi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla Kürecik ABD’nin “milli füze savunma” sistemine hizmet veren, İsrail dahil başka birkaç ülkede (İsrail, Katar, Japonya) daha eşleri bulunan ulusal radarlar ağının bir parçasıdır. Diğer bir deyişle Kürecik ABD bakımından İncirlik kadar önemli bir “ulusal güvenlik” unsurudur. Tırmanma eğiliminde olan ABD-İran gerginliği bağlamında ABD ve İsrail’i yönelik İran uyarıları ışığında Kürecik radarının öneminin daha da artacağı izahtan varestedir. Pentagon’un, raporunda bu konuya değinip değinmeyeceği merak konusudur.

Öte yandan, ittifak dayanışmasını daha da sarsacağı için diğer NATO ülkelerinin de F-35 yasağına sıcak bakmayacaklarını düşünebiliriz.

Ayrıca, Amerika’nın dış ilişkilerine salt bir ticaret aracı olarak bakan Başkan Trump’ın kendini iç politika nedenleriyle mecbur hissetmediği takdirde, zayıf bir olasılık olmakla beraber, sırf mali mülahazalarla dahi satışın engellenmesine karşı çıkması pekâlâ imkânsız değildir.

Görüyoruz ki “ulusal güvenlik” gerekçesiyle teknoloji transferine yanaşmadığı için Patriot’ları satmayan Amerika, Türkiye’yi alternatif aramaya sevk etmiştir. Ve böylece Ankara da kendi ulusal güvenliğinin gereklerinden hareketle Rusya’yla S-400’ler için anlaşma yoluna gitmiştir. NATO anlaşmasında bunu engelleyen bir hüküm yoktur. F-35’ler sonunda verilmezse, Ankara elbette hak ve hukukunu arayacaktır. Ancak, Türkiye’nin, gerektiğinde F-35’lerin nasıl ikame edilebileceğinin planlamasını da şimdiden yapıyor olmasında fayda vardır.

Pentagon’un sunacağı raporda F-35’lerin satışının engellenmesinin ABD üzerindeki etkilerini irdelerken, müttefiki Türkiye’nin güvenliği bakımından yaratabileceği sıkıntılara değinmeyi akıl edeceğini pek sanmıyorum.

Ancak bu arada yasak kararının ABD için maliyetinin ağır olacağını hatırlatmak bakımından Kürecik radar istasyonunun faaliyetlerinin sona erdirilmesi veya öngörüldüğü gibi tamamen NATO’ya entegre edilmesi bağlamında atılabilecek adımları Ankara artık belirlemelidir. Yaklaşan İran yaptırımları meselesi bu hususu daha da müstacel kılmaktadır. Çünkü Kürecik bizim değil, Amerikan’ın ulusal güvenliğine hizmet etmektedir.

Sonuç olarak kasım ayına giden takvimin Rahip Brunson nedeniyle Türkiye-ABD ilişkileri aleyhine işlemekte olmasıdır. Oysa Türkiye’nin genel stratejik güvenlik ve ekonomik çıkarları Rahip Brunson’dan daha önemlidir. Brunson’ı usulüne göre bir an önce mahkemeye çıkarıp, hakkında karar verip ve sonra da sınır dışı etmek, Türkiye ile ABD arasındaki birikmiş sorunları çözmeyecektir ama tarafların ayrıntı olan rahip dosyasından daha esaslı sorunlara (F-35’ler, Kürecik, İran, Suriye, iade talepleri, ekonomik ve mali konular) eğilebilmelerinin önünü açacaktır. Unutmayalım ki savaş ve benzerleri dahil diplomasinin bütün alternatifleri de sonunda diplomasiyle sonuçlandırılır.

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili