Siyasetin bilimi, bilimin siyaseti

Siyaset bilimi alanında çalışan bir araştırmacının iyi bir siyasetçi olması beklenmediği gibi, iyi bir siyasetçinin de siyaset biliminden anlaması gerekmiyor. Siyaset bilimi ve aktif siyaset çoğu zaman hiç kesişmeyen ve hatta birbirine teğet bile geçmeyen unsurlar. Buradaki beklenti aktif siyasetçinin siyaset bilimi uzmanı olması değil, asıl beklenti aktif siyasetçinin etkinliğinin bilimsel bir çerçeveden bakılarak çözümlenmesi

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Bilimsel bilginin toplumun geneline ulaşmasında en kolay ve yaygın yol görsel, yazılı ve sosyal medyadan geçiyor. Televizyonun en çok izlendiği zaman diliminde güncel siyasi olayların tartışıldığı programlar haber kanallarında gündelik hayatın bir parçası oldu. Bir zamanlar Siyaset Meydanı ya da 32. Gün’de siyasileri köşe yazarlarıyla ya da aydınlarla bir arada görmek ülkenin demokrasi pratiği açısından bugünden çok farklı bir görüntü sergilemekteydi. Böyle bir bağlamda “Nereden nereye?” diye sormak kaçınılmaz oluyor.

Bugün tartışma programlarında isminin başında akademik unvan yer alan ya da kendini “siyaset bilimci, stratejist, güvenlik uzmanı, terör uzmanı, siyasi iletişim uzmanı” olarak tanımlayan kişiler o gün ya da o hafta haberlerde yer alan gelişmeleri sıcağı sıcağına değerlendiriyor. Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginlik konusunda bir ilahiyatçının, tanınmış isimlerin davalarına bakan bir avukatın ya da bir araştırma şirketi sahibinin görüşlerine yer veriliyor. Bu değerlendirmelerin önemli bir kısmı bilimsel bir analizin gerektirdiği derin bilgiden yoksun, sığ ve spekülatif akıl yürütmelerin ötesine geçmiyor. Bu sığlık birkaç nedenle açıklanabilir. İlk olarak haber kanallarının yayın politikası, ülkenin korku iklimiyle uyumlu bir şekilde herhangi bir konuda muhalif görüşlere yer vermiyor. Yayın kuruluşlarının otosansürü dışında, katılımcılar da bireysel olarak analizlerini dar bir çerçevede tutuyor ve eleştirel yaklaşımlardan kaçınıyor. Üçüncü olarak seçilen konular anlık ve konjonktürel gelişmelere odaklanırken, makro düzeydeki yapısal aksaklıkları ele almıyor. On yedi yıl sonra Türkiye yeniden bir ekonomik krizle karşı karşıya, oysa “prime time” yayınların hiçbirinde bu konuşulmuyor. En ölçülü ve makul uyarılarda bulunan uzmanlar ekranlardan gönderiliyor. Son bir haftadan örnek vermek gerekirse, ABD ile sorun “rahip sorunu” değil, ondan önce vize krizi, ondan önce de tezkere krizi yaşanmıştı. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz de basitçe “dış mihrakların oynadığı bir oyun” değil, Türkiye’nin kapitalizmin spekülatif hareketliliğine karşı dahi direnecek istikrarlı bir ekonomi yapısından yoksun olması. Bu sorunları anlık yorumlarla ve görüşlerle anlamaya çalışmak, bir disiplin olarak siyaset biliminin reddi anlamına gelir.

SİYASET BİLİMİ NEDİR?

Amerikan Siyaset Bilimi Birliği’nin 1962 yılında “Bir Disiplin Olarak Siyaset Bilimi” başlıklı değerlendirmesinde siyaset biliminin diğer sosyal bilimlerden ayrı bir çalışma alanı olduğu, kendine has kavramları ve ölçmeyi hedeflediği göstergeleri olduğu vurgulanır (1). Makale siyaset biliminin dört temel alanı olarak siyaset teorisi, Amerikan siyaseti, karşılaştırmalı siyaset ve uluslararası ilişkiler ile uluslararası kurumlar ve hukuku öne çıkarır. Amerikan siyaset biliminin Amerikan siyasetini başlıca bir alan olarak kabul etmesi anlaşılabilir. Benzer bir biçimde Türkiye’de siyaset bilimi çerçevesinin merkezi bir parçası, müfredatların değişmeyen derslerinden biri, Türk siyasetidir.

Boğaç Erozan ve İlter Turan’nın Türkiye’de siyaset biliminin gelişimine dair yazdıkları makalede bu tarihsel süreci on dokuzuncu yüzyılın ortasından başlatır ve bugüne kadar getirir. (2) Bu süreçte Osmanlı modernleşmecilerinin dünyadaki ve özellikle Fransa’daki gelişmeleri örnek alması sonucu 1859’da Mülkiye kurulur. Mülkiye’nin kuruluşundaki amaç devlete personel ve bürokrat yetiştirmektir. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan ve 1931’de Mülkiye Mektebi Mecmuası’nı çıkaran okul bugüne kadar Türkiye’de siyaset biliminin öncüsü olmuştur. Oysa son iki yıldır akademinin itibarsızlaştırılması sürecinde Mülkiye’nin hedef tahtasının merkezinde yer alması hem devlet geleneği için hem siyaset bilimi için bir trajedidir, bir felakettir. Bu durum, siyasetin bilimden kopuşunun en somut sonucudur. 1964’te kurulan Siyasi İlimler Türk Derneği Türkiye’de siyaset biliminin gelişmesinde rol oynayan en köklü bilimsel örgütlerden biridir. Ancak bugün medyada yer alan uzmanların büyük bir çoğunluğu yeni kurulmuş, devlet tarafından desteklenen düşünce kuruluşlarından tercih ediliyor. Bütün bu gelişmeler siyaset bilimi ve aktif siyaset arasındaki uçurumun giderek derinleştiğini gösteriyor.

Siyaset bilimi alanında çalışan bir araştırmacının iyi bir siyasetçi olması beklenmediği gibi, iyi bir siyasetçinin de siyaset biliminden anlaması gerekmiyor. Siyaset bilimi ve aktif siyaset çoğu zaman hiç kesişmeyen ve hatta birbirine teğet bile geçmeyen unsurlar. Buradaki beklenti aktif siyasetçinin siyaset bilimi uzmanı olması değil, asıl beklenti aktif siyasetçinin etkinliğinin bilimsel bir çerçeveden bakılarak çözümlenmesi. Bunu yaparken akılcılık, nesnellik, tutarlılık, ifade özgürlüğü prensiplerinden yoksun bir analiz, bir bilim insanı tarafından yapılsa dahi kabul edilemez.

SİYASET BİLİMİ NE DEĞİLDİR?

Siyaset bilimi ortaya çıkan gelişmeleri muayene edip, belli organlara birkaç test yaptıktan sonra teşhiste bulunacağınız, sorunları hazır formüller ve denenmiş reçetelerle tedavi edebileceğiniz bir bilim dalı değildir. Anlık veya günlük bir biçimde gözlemlenen olaylara aynı biçimde anlık ve günlük tepkiler geliştireceğiniz, tarihsel, toplumsal birikimleri göz ardı edebileceğiniz bir alan da değildir. Siyaset bilimi, hatta herhangi bir bilim alanı, ikili zıtlıklara indirgenecek bir düşünce evreninden, analiz çerçevesinden ibaret değildir. Üçer kişiyi birbirine karşı cephelerde yerleştirerek kurulan sağcı-solcu, ilerici-gerici, iktidar yanlısı-muhalefet yanlısı, dinci-seküler indirgemeciliğiyle ancak ve ancak ülkedeki toplumsal kutuplaşmaya paralel giden bir mizansen sunarsınız, ama bilimsel bir tartışma yapmış olmazsınız.

“Dolar şu kadar oldu, şimdi ne olacak?”, “Ekonomik kriz var, IMF’ye gidersek halka yükü ne olacak?”, “Rahibi bırakmazsak ABD bize ne yapar?”, “ABD, İran’a yaptırım uygularsa, Rusya Suriye’ye destek verirse, bir dolar on lira olursa, hamsi kavağa çıkarsa ne yaparız?” soruları üzerine kurulmuş analizlerin anlamı da, önemi de yoktur. Ne yazık ki fazlasıyla tek tipleşmiş medyada karşımıza çıkan görüşler ve çözümlemeler bütün bu yaşadıklarımız sanki beklenmedik gelişmelermiş, dünyada başka bir yerde görülmeyen çatışmalarmış gibi yansıtılıyor. Türkiye dünyanın merkezinde ve bütün dünya bunun farkındaymış gibi bir izlenim yaratılıyor.

Türkiye kapitalizme geç eklemlenmiş, bu nedenle sermaye birikimi yaratamamış, dışa bağımlı az gelişmiş bir ülkedir. Bunun üstüne Türkiye demokrasi geleneği olmayan, patrimonyal siyasetin hüküm sürdüğü, geleneksel değerlerin ölçüsüzce pompalandığı ve halkın itaatinin bu şekilde sağlandığı bir ülkedir. Bunlar Türkiye’nin yapısal, yani tarihsel süreklilik gösteren, kurumsallaşmış, yerleşik özellikleridir. Türkiye bu özellikleriyle türünün tek örneği de değildir. Benzer bir yapı Arjantin’de, Meksika’da, Mısır’da da görülmektedir. Böyle bir durumda anlık olaylara haddinden fazla anlam yüklemek gereksizdir. Zira Türkiye’nin kısa dönemde bu politik ve ekonomik karakteristiklerinin değişmesi beklenemez. Ne çok kötümser ne de çok iyimser olmak için nedenimiz var.

BİLİM VE SİYASETİN KESİŞEN YOLLARI

İkinci Dünya Savaşı sırasında ve takip eden Soğuk Savaş süresince genel olarak fen bilimleri ve özellikle nükleer fizik siyasetin ve devletler arası ilişkilerin en önemli bilimsel silahı oldu. İngiltere’de Tube Alloys, ABD’de Manhattan Project, Sovyetler Birliği’nde Sakharov’un nükleer çalışmaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında siyaset ve bilimin kesişen yollarına örnektir. Soğuk Savaş sırasında nükleer fizik ve askeri-bilimsel araştırmaların karşıladığı siyasi işlevi bugün siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve bölgesel çalışmalar karşılıyor. Bu değişikliğin en önemli nedeni bugün devletlerin uluslararası sistemdeki konumunu tek belirleyen unsurun askeri ya da ekonomik güç olmaması, yumuşak güç, kültürel diplomasi gibi unsurların da en az askeri ve ekonomik güç kadar belirleyici olmasıdır. Siyaset biliminin bu araçsal kullanımı devletin ideolojik aygıtlarından kaynaklanan ve iktidar borazanlığı yapan kurumların çalışmalarına, raporlarına ve araştırmacılarına ihtiyatla yaklaşmayı gerektiriyor. Bu tür kurumlar iktidarın görüşünü yansıtan yayınları seri üretim halinde çıkarıyor. Aynı şekilde kendilerine hizmet eden araştırmacıları da aynı seri üretim tekniğiyle akademik basamakları çifter çifter atlayacak şekilde yoktan var ediyor. Nitelik yerine niceliğin bir “değer” haline geldiği bir ortamda medyatik olmak, görünürlük, orta yolcu olmak her alanda liyakatin önüne geçen kriterler haline geliyor.

(1) Political Science as a Discipline, The American Political Science Review, Vol. 56, No. 2 (Jun., 1962), pp. 417-421.

(2) Erozan, Boğaç, ve İlter Turan, The Development of Political Science in Turkey, PS: Political Science and Politics, Vol. 37, No. 2 (Apr., 2004), pp. 359-363.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü