İnce CHP'nin Corbyn'i mi?

CHP'nin Corbyn'in izlediği siyasetin başarısından etkilenmemesi ve benzer söylemlerin zaman zaman kullanılmaması olanaksız. Cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde İnce'nin kampanyasında Corbyn esintilerini gördük. Peki İnce CHP'nin Corbyn'i mi?

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

"Sol" kavramını en esnek ve en geniş biçimiyle kullanıyorum. CHP'nin sol olmaktan en uzak olduğu bir konjonktürde CHP'yi de sol kavramının içine dahil etmem kavramsal bakımdan çelişkili ve yanıltıcı olarak görülebilir. Ki doğrusu öyle bir yanı, riski de mevcuttur.

Fakat CHP tabanındaki sol arayışları hesaba katmak ve bu arayışlara da kapsayıcı bir dille seslenmek bugünün politik koşulları içinde önemli... Politikanın bir dönem analizi üstünde şekillenmesi gerektiğini ve bu yaklaşımla bugünkü dönemin sol politika açısından esneklik ve katılık, kapsayıcılık ve ayrımları karartmama arasında her ikisini de başarabilen bir özellik taşıması gerektiğini düşünmekteyim. Bu konuyu birkaç ay boyunca "niçin?"leriyle birlikte daha ayrıntılı biçimde yazmıştım.

Bu önemli parantezi kapattıktan sonra 24 Haziran'ın CHP siyaseti açısından ortaya çıkardığı sonuçları, tabii ki tümünü değil en kritik olanları, kendi bakış açımdan ortaya koymaya çalışayım.

24 Haziran'ı CHP açısından hem başarılı hem başarısız bir süreç olarak değerlendirmek gerekiyor... Başarı kendini iki boyutta ortaya koydu. Bir; CHP gerici iktidar bloğuna karşı alternatif blok oluşturma siyasetinde öncü bir inisiyatif aldı ve kendi cephesinden bu süreci büyük ölçüde başarılı biçimde yönetti. İki; Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP'nin adayı M. İnce Kürt sorunu, dinsel inanç ve özgürlükler sorunu alanında temelde sol ilkelere ihanet etmeden başarılı ve kapsayıcı bir dil kullandı. Tüm bu konularda yeni ve demokratik bir çözüm platformu oluşturmaya aday sol bir siyasetin sinyallerini verdi. Toplumun ekonomik alandaki gelişme ve refah taleplerine "üretimci ve bölüşümcü" çağrışımları olan bir platformdan karşılık sunmaya çalıştı. İnce'nin CB. seçimlerinde izlediği çizgiyi net bir ifadeyle "sol" olarak nitelemek mümkün olmasa da, bu çizginin "sol esintili" olduğu kesindir.

En nötr bir bakışla her iki cephede de CHP, başarılı sayılabilir...

Ama daha derinden bakıldığında henüz tam netleşmiş olmasa da, CHP'de iki ayrı siyaset tarzının bir süredir alttan alta çatışmaya başladığını ve bunun yansımalarını seçim süresince de görebilmenin mümkün olduğunu ifade etmeliyiz.

MERKEZDE BLOK OLUŞTURMAK YA DA SOLA YÖNELMEK

Malum olduğu üzere yalnızca Türkiye'de değil küresel planda otoriter faşizan bir sağ yükseliş var. Sol seçeneğin yokluğu koşullarında neo liberalizmin ve temsili demokrasinin yaşadığı derin kriz faşizan bir gelişmeyi besleyip büyüten bir etmene dönüşmüş durumda.

AKP temelde bu küresel gelişmenin Türkiye'deki izdüşümü... Kuşkusuz AKP'yi besleyen ülkenin kendi tarihsel-toplumsal koşullarından kaynaklı birikmiş sorunlar yumağı da var. Ama işin esasında AKP neo liberalizmin ve temsili demokrasinin yaşadığı krizin yarattığı faşizan gelişmenin Türkiye versiyonu...

Bu koşullarda -teorik olarak- uluslararası sermayenin neo liberalizmin ve temsili demokrasinin yaşadığı bu krizi, daha paylaşımcı ve katılımcı bir modeli gündeme getirerek çözme yoluna gitmesi de mümkündü. Örneğin geçmişte benzer bir kriz, Keynesyen ekonomi politikalara yönelmek suretiyle atlatılmıştı. Bu çözüm faşizan yükselişe kapıyı kapatarak, kapitalizm içinde nispeten daha demokratik ve paylaşımcı bir dönem yaşanmasına neden olmuştu. Ama o zaman güçlü bir işçi hareketi ve sol vardı. Bu yönelişi belirleyen en temel etmen de buydu. Oysa bugün böyle bir sınıf hareketi yok ve sol zayıf... Uluslararası kapitalizm böylesi dışsal bir zorlama olmadığı için rekabetin iyiden iyiye arttığı bu dönemde kârlarını kısa dönemde azaltma riskini bile almak istemiyor. Hem faşizan yükselişten şikayet ediyor ve/fakat hem de bu faşizan iktidarları azami kâr arayışı doğrultusunda en etkili biçimde kullanmaya çalışıyor.

SOSYAL DEMOKRASİNİN EVRENSEL KRİZİ VE YOL AYRIMI

Peki mevcut sosyal demokrat partileri bu gidişata karşı nasıl bir politik tutum içinde? Sosyal demokrat partiler eskinin sosyal demokrat partileri değil, büyük ölçüde neo liberalizme teslim olmuş durumdalar... O tarihten bu yana da bitmeyen bir kimlik bunalımı içindeler. Ama yine de neo liberalizmin iyi kötü kendini yeniden üretebildiği koşullarda idare-i maslahat durumu yaşayabiliyorlardı. Neo liberalizmin ve temsili demokrasinin derinleşen krizi, bu idare-i maslahat halini de imkansız kılmakta artık.

Ama sermaye ile o kadar iç içe geçti ki bu partiler, mevcut hallerinde sermaye yeşil ışık yakmadan sol bir pozisyona yönelmeleri imkansız gibi bir şey... Nitekim sosyal demokrasi içindeki liberalleşmenin mimarı İngiliz İşçi Partisi bu açıdan ilginç bir örnek oluşturuyor. A. Giddens'ın tezleri ve T. Blair'in siyasi önderliğinde sermaye ile iyice hemhal olan bu parti kurumsal olarak uzun bir süre solculaşmaya direndi. T. Blair çizgisi faşizan yükselişe karşı (liberaller faşizan yerine ısrarla popülist demeyi tercih ediyor), İngiliz İşçi Partisi'nin merkez sağ partilerle birlikte sistemin merkezinde bir blok oluşturmasını önerdi. Partinin sola yönelmesi eğilimlerine, sözüm ona faşizan yükselişi daha da kuvvetlendireceği gerekçesiyle karşı durdu. Blair, İşçi Partisi'nin sağ partilerle ittifak halinde"merkezi" tutmasının yanı sıra faşizan yükselişin tabanını oluşturan kitleleri etkileyecek yeni bir dil geliştirmesi gerektiğini de düşünmekteydi. Blair'e göre bu dil de "popülist değil ama popüler bir dil" olmalıydı. Yani o an yükselen değerlere hitap eden ama hiçbir derinliği ve kalıcılığı olmayan bir siyaset/propaganda dili...

Kıdemli bir partili olmasına karşın partinin kurumsal yapısının merkezinde değil çeperinde yer alan Jeremy Corbyn ise tam tersi bir çizgiyi dillendirmeye başladı. Jeremy Corbyn, emekten söz etti, sınıf partisi olmaktan söz etti, sermayeyi vergilendirmekten söz etti vb. vb. Parti merkezi tarafından "arkaik" olmakla suçlanan, alaya alınan ve hatta düşmanca yaklaşılan Corbyn, "beklenmedik" bir karşılık buldu. Yalnızca parti içinde bir heyecan ve umut yaratmakla kalmadı. Parti dışındaki kitleler de Corbyn'in söylemlerinde yeni ve sahici bir seçenek gördüler. İşçi Partisi oylarını ciddi ölçüde artırdı. Henüz İşçi Partisi'ne oy vermeyen önemli bir kitle açısından da oy verilebilir bir seçenek olarak değerlendirilmeye başlandı. Yani Corbyn sağ dalga içinde yer alan kitleye "öteki mahallenin insanları" olarak bakmadı... O kitleye kültürel sağ bir dille, yani "o mahallenin diliyle" seslenme tercihinde bulunmadı. Peki ne yaptı? Emekçi kimliklerine, refah ve özgürlük taleplerine seslenerek, o kitleyi oluşturan insanlara karşı mahallenin insanları değil "emek" mahallesinin insanları olduklarını hatırlattı.

CHP, BLAIR'Cİ Mİ CORBYN'Cİ Mİ?

Şimdi yeniden 24 Haziran ve CHP konusuna dönelim... Yukarıdaki İngiliz İşçi Partisi örneğinden görülebileceği gibi 24 Haziran seçimleri sürecinde CHP tarafından birlikte sürümü yapılan sağ merkez ile blok oluşturmak siyaseti ile sol söylem, aslında birbiriyle çatışan iki ayrı alternatif siyaseti simgelemekte... Birbiriyle uyumlu gözükmeleri "taktik" bakımdan 24 Haziran için "doğru" bir bileşim olmalarındandı.

Oysa biliniyor ki CHP'de, sağ merkez partileriyle ortak yeni bir merkez oluşturma siyaseti, yani liberal Blairci yöneliş, sadece seçime ilişkin taktik bir tutum değil, orta vadeli temel bir siyaset tercihi... Nitekim seçim sonrası dönemde de CHP'nin temel politikasının bu olduğunu ve iktidar bloğunu oluşturan tabana onların emekçi kimlikleri üzerinden sahiplenici ve kucaklayıcı bir dille değil, kültürel ayrışma ve kamplaşmayı veri kabul eden bir anlayışla "kültürel sağcı" bir dille seslenilmesi gereken "yabancı insanlar" olarak bakıldığını göstermektedir.

CHP'nin Corbyn'in izlediği siyasetin başarısından etkilenmemesi ve benzer söylemlerin zaman zaman kullanılmaması olanaksız. CB seçimleri döneminde M. İnce'nin kampanyasında Corbyn esintilerini gördük. Peki M. İnce CHP'nin Corbyn'i mi? Hayır değil... Seçim kampanyası sırasında M. İnce'nin söylemlerinin taşıdığı sol havaya rağmen, tutarlı, kararlı ve kesin bir yöneliş değil, yüzeysel ve eklektik bir nitelik taşıdığını görmüş ve yazmıştık. Her şeyden önce M. İnce de CHP'nin şu anki merkezi gibi neo liberalizm ile arasına kesin ve kalın bir çizgi koyan bir anlayışa sahip gözükmüyor. Seçim gecesinde ise İnce'nin bir Corbyn olmadığını bir kez daha ve çok daha net olarak gördük. İnce'nin o geceki uzlaşıcı, kabullenici tutumu, siyaseten neo liberalizmden, devlet çizgisinden ve CHP statükosundan kopamamış olmasından bağımsız değildi.

CHP'NİN TAKTİK BAŞARISI VE STRATEJİK TUTUCULUĞU

24 Haziran süreci CHP açısından taktik bakımdan başarılıydı. Çünkü yapılması gereken hem solda olup hem de seçim sürecinde en geniş ittifak politikası uygulamaktı. CHP'nin adayı olarak İnce'nin aldığı yüzde 30 küsur oy, eğer sol çizgide tutarlı ve kararlı olunursa, güven veren bir siyaset izlenirse, yani Blair çizgisinden Corbyn çizgisine yönelinirse, CHP'nin yakın vadede yüzde 40'lara ulaşmasının pek ala mümkün olduğunu gösterdi.

Ama CHP stratejik olarak başarısızdı... Zira 24 Haziran sürecinde, CHP'de hâlâ Blair siyasetinin ağır bastığı, Corbyn'den ise sadece fragmanvari esintiler olduğu görüldü.

CHP eylemde de teslimiyetçi bir tutuma savruldu... Demokrasinin zerresinin olmadığı bir dönemde, tüm muhalefetin her türlü anti demokratik ve baskıcı uygulamalarına maruz kaldığı, iktidarın açıkça iç savaş tehdidi savurduğu bir süreçte, hem seçim öncesinde hem gecesinde ve sonrasında sanki her şey normal seyrinde gelişiyormuş gibi bir tutum izlendi.

CHP kendi tabanının sol siyaset ve cesur önderlik beklentisinin ilkine ancak cüzi olarak yanıt verebildi, ikincisinde ise bir bütün olarak tam bir "hayal kırıklığı" yarattı.

SOLA, DAHA SOLA

24 Haziran bir kez daha ortaya koydu ki CHP, ya gerçekten neo liberalizmle arasına kalın çizgiler çekerek emek eksenli ve cesur bir siyasi aktör haline dönüşecek; Kürt sorununda ve laiklik alanında statükocu devletçi yaklaşımdan uzaklaşarak yeni eşitlikçi, özgürleştirici ve kucaklayıcı bir siyaset oluşturacak ya da mevcudu koruma kaygısı içinde bölünecek ve ayrışacak...

Çünkü ülkedeki gerici gidişi bu saatten sonra ancak gerçek anlamda sol bir siyaset ve cesur bir önderlik çizgisi önleyebilir...