Türkiye'nin ekonomisi ve yeniden yapılandırılması üzerine düşünceler

Devletin, herhangi bir devletin, milli ekonomik muhasebe sisteminin rakamları ve bunların ortaya koyduğu durum, pek çoğu “ekonomik” olmayan, daha derin yapısal sebeplerden kaynaklanır. Ve bunlar bugünün, dünün problemleri değil, hiçbir parti etkili biçimde ele almadığı için nerdeyse 100 yılın süregelen, fakat 2000’li yıllarda daha da ağırlaşan problemleridir.

Google Haberlere Abone ol

Prof. Dr. Ahmet Aykaç*

Türkiye'nin ekonomisi hakkında tartışmalar şu sıralarda enflasyon, faizler ve kurlar üzerinde dönüyor ama daha uzun bir zaman diliminde de bakıldığında hemen hepsi büyüme, enflasyon, işsizlik, dış açık ve finans sektörü üzerinde döner. Bu, genelde olumsuz, durumu kastederek, “bunlarla şöyle baş edeceğiz” demek her partinin ve ekonomi yazarının yaptığı bir şeydir ve genellikle aklı başında edilecek laflar birbirlerine benzer.

Halbuki bütün bunlar, etimolojik anlamında analitik açıdan elbette çok önemli olmakla beraber, toplumun kültürünün, memleketin yapısal durumunun, beklentilerin, dünya konjonktürü vesairenin devlet ekonomik muhasebesine akseden neticeleridir. Yani devletin, herhangi bir devletin, milli ekonomik muhasebe sisteminin rakamları ve bunların ortaya koyduğu durum, pek çoğu “ekonomik” olmayan, daha derin yapısal sebeplerden kaynaklanır. Ve bunlar bugünün, dünün problemleri değil, hiçbir parti etkili biçimde ele almadığı için nerdeyse 100 yılın süregelen, fakat 2000’li yıllarda daha da ağırlaşan problemleridir.

İşin gerçeği şurada ki ekonomiyi düzgün bir temele oturtmak için salt “ekonomik” değişkenlerin ötesine gitmek şarttır, göstergelerin ve ekonomik performansın sürekli dalgalanmasının arkasında da bu vardır.

Bu kısa yazının amacı bunları ortaya koymaktır.

(1) Türkiye ekonomisinin kritik bir hukuk sorunu vardır:

  • mülkiyet hakkı garanti altında değildir
  • kontrat (akit) ifası garanti altında değildir
  • hukuk süreci çok uzundur.

Bu durum kaynak dağılım ve kullanımında çok önemli sapmalara yol açmaktadır.

(2) Türkiye ekonomisinin önemli bir itimat ve “öngörülebilirlik” sorunu vardır; kamu ihale kanunun, özellikle 2002-2014 arasında 32 kez 135 madde değişikliği olması örnektir. Bu da kaynak dağılımında çok kritik sapmalara yol açmaktadır.

Özetle: Bu ilk iki önemli maddenin altında yatan Türkiye’de kritik bir “kurumsal çözülme” olmasıdır. Merkez Bankası, Hazine, Sayıştay, Rekabet Kurumu, BDDK, SPK, hemen tüm regülatörler işlerini yapamaz durumdadır.

(3) Türkiye ekonomisinin verimlilik problemi vardır; çalışılan saat başına ancak 25-30$ (PPP) civarında GSMH üretebiliyoruz (aşağı yukarı OECD ortalamasının 2/3’si kadar). Etrafımıza baktığımızda sırf gelişmiş ülkeler değil (onlar saat başına bizim 3-4 mislimiz kadar üretebiliyorlar) Yunanistan (33$ civarı) ve Kıbrıs (31$ civarı) dahi bizden daha verimliler.

(4) Bu düşük verimlilik, maaşlar yüksek olmamasına rağmen, uluslararası birim işgücü maliyetini (international unit labor cost) yükseltmekte, memleketin uluslararası rekabet gücünü düşürmektedir. Ayrıca, kamu gereksinimleri için arttırılan vergiler bu maliyeti daha da arttırmakta, çeşitli sapmalara yol açmaktadır.

Bir türlü %9’un altında düşmeyen işsizliğin arkasında bu vardır; Türkiye’deki işsizliğin çok önemli kısmı Keynesgil (talep eksikliğinden doğan) işsizlik değildir, daha çok büyümekle düşmeyecektir.

(5) Türkiye ekonomisinin çok önemli bir eğitim sorunu vardır; bu ilkokuldan lisansüstüne kadar tüm eğitim seviyelerinde geçerlidir. Eğitimin yapısı dolayısıyla üniversiteye gidenlerin en az %50’si istemediği bir alanda tahsil görmektedir ve üniversite bitirenlerin çoğu tahsilini gördüğü alanın dışında bir alanda çalışmaktadır, teknik eleman eğitimi çok zayıftır. Bu inanılmaz bir israf, kötü kaynak kullanımı ve mutsuzluk kaynağıdır.

(6) Türkiye ekonomisinde is gücünün son derece çarpık bir dağılımı vardır; çalışanların %19 kadarı tarımda, %19.5 kadarı sanayide, %7.5 kadarı inşaatta, %53ü hizmetlerde istihdam edilirken GSMH’nin %6 kadarı tarımdan, %19.5 kadarı sanayiden, %8.5 kadarı inşaattan, %65 kadarı hizmetlerden gelmektedir.

(7) Tarım/hayvancılık kesimindeki çarpıklığın önlenmesi önemli ölçüde güvenlik harekatlarının sona ermesine bağlıdır.

(8) Türkiye ekonomisinin düşük tasarruf problemi vardır ve bu demografik yapı ihtiyarladıkça daha da zorlayacaktır. En kritik sorunlardan biridir.

(9) Türkiye’nin bir demografik problemi oluşmaktadır. Aşağı yukarı 1990’ların ikinci yarısına kadar 2.8 üstünde olan doğurganlık hızı bir “demografik prim” sağlamakla beraber 2000’lerin başından itibaren düşmeye başlamış ve 2016’da yenileme sınırı olan 2.1’e kadar inmiştir. Ve düşmeye devam edeceği öngörülmektedir.

Bunun neticesinde nerdeyse ideal bir piramide benzeyen nüfus yapısı giderek dikdörtgene dönmektedir. Bu demografik değişiklik sırf tasarruf işini zorlaştırmayacaktır, iş gücünden emeklilik yapısına kadar hemen hemen tüm iktisadi verileri olumsuz etkileyecektir. Bunun çözümü daha çok çocuk yapmaktan kesinlikle geçmez.

(10) Türkiye ekonomisi “kar odaklı” olamamış “rant odaklı” olmaya dönüşmüştür. İktisadi anlamda “kar” ile “rant” arasında önemli bir fark vardır: “Kar”, verimliliğin getirisidir, “rant” ise ekonomideki tıkanıklıkların getirisi. Bu tıkanıklıklar hukuki olabilir (patentler), kanuni olabilir (izin ve müsaadeler), teknolojiden olabilir (ölçek ekonomileri), arzı kısıtlı bir kaynağa sahip olmak (verimli araziden kamu yöneticisine kadar), çeşitli sebeplerden oluşan monopollerden olabilir (hukuk veya kanun dışı, örneğin, gecekondu mafyası), üstün yönetimden olabilir (marka değeri yaratmış olmak), ama mutlaka kaynak ve getiri dağılımında çarpıklıklar yaratır. Bu sırf bir “ahlak” sorunu değil, ekonominin baş belasıdır.

(11) Türkiye ekonomisinin bir gelir dağılımı adaletsizliği problemi vardır. TÜİK açıklamalarına göre vatandaşların %14.5-%15’i sürekli yoksul durumdadır ve 1/3’ü “ciddi maddi sıkıntı” içerisindedir. En düşük gelirli %20 gelirin %6 civarını alırken en üst %20, %47’sini almaktadır. Gelir dağılımı eşitsizliğinin genel göstergesi olan Gini katsayısı (0 - 1 arası oynar ve 0’a yaklaştıkça gelir adaletsizliği azalıyor demektir) 2008 yılına kadar düzelme göstererek 0,3828’e kadar düşerken o yıldan beri giderek kötüleşmiş ve 2016’da 0,404’e yükselmiştir. Hangi ölçüme bakarsanız bakın Türkiye OECD ülkeleri arasında en eşit olmayan dört beş ülke arasındadır.

(12) Türkiye’de kritik boyutlarda bir kurumsal çözülme vardır. Yapmak durumunda oldukları işleri gerektiği gibi yapabilmeleri için özerk ve bağımsız olması gereken, özellikle, regülatör kurumlar bu konumda değillerdir ve bu rant kovalama düzeninin devamına ve yayılmasına yol açmaktadır. Tekrar etmek gerek: bu sırf bir “ahlak” sorunu değil, ekonominin baş belasıdır.

(13) Türkiye’de önemli bir “beklenti yönetim” sorunu vardır. Hemen her memlekette olmasına rağmen, Türkiye’de bu had safhalardadır. Bu gerek iktisadi düzenin yerine getiremeyeceği veya bazılarını getirdiği takdirde çok önemli dengesizlikler yaratacağı evvelden gayet açık görünen, kendi içlerinde çelişkili pek çok vaatte bulunulması veya dış düzeni sarsacak politik çıkışlar şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bu konuda en önemli “beklenti aldatmacası” büyüme oranında yapılandır; sırf Türkiye’de de değil, her yerde. Siyasilerin, gazetecilerin, yatırımcıların ve seçmenlerin “büyüme” konusundaki tüm konuşma ve ısrarlarına rağmen, bir ekonominin tıkanıklık yaratmadan ne kadar hızlı büyüyebileceğinin bir limiti vardır ve ne pahasına olursa olsun daha yüksek bir büyüme ve bunun beklentisini yaratmak çok kötü bir politikadır.

Birçok ayrıntıdan sıyrılarak anlatırsak bir ekonominin sağlayabileceği “sürdürülebilir” büyüme oranı, kabaca çalışan nüfusundaki artış artı üretkenlik artışıdır; bunun arkasındaki sezgi oldukça açıktır: Daha verimli çalışan daha çok kişi daha fazla büyüme sağlar.

2001 ve 2011 yılları arasında Türkiye yıllık ortalama verimlilik artışı %4,66 civarındaydı ve %1 civarında bir nüfus artışı oranı vardı. Bu bize yıllık %5,5 - 5,7'lik bir sürdürülebilir büyüme oranını vermektedir. Bu yıllarda oldukça daha hızlı büyümüş olması sürdürülebilir değildi ve tabii maliyeti sonradan ortaya çıktı. Bu arada, AB'den hızlı büyüyor olmamızla çok böbürlenmemek lazım zira çoğu sıfır veya negatif nüfus artış hızlarına ve %1.1 verimlilik artışına sahip olduğu için, çok önemli bir verimlilik artışı olmadığı sürece, %1 civarında bir büyüme görecektir.

Bu bir düzine problemin çözümlerine bakarken Anayasanın 2. Maddesinde de belirtildiği gibi cumhuriyetin özellikle “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olma niteliklerini öne çıkarmak ve iktisadi yapılanmayı ona göre tasarlamak gerekir.


*Profesör Aykaç İstanbul Robert Kolej mezunudur; Yüksek Lisans derecesini Columbia Üniversitesi’nde almış ve burada doktora çalışmalarını yapmıştır.

1975’den beri INSEAD, IMD, Columbia Üniversitesi ve New York Üniversitesi gibi kuruluşlarda hocalık yapmış olan Aykaç, GoldenHorn Ventures adlı Türkiye’de genç girişimcilere yatırım yapan ilk uluslararası yatırım fonunun kurucularındandır.

Aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Vekili ve kurucularından olan Aykaç, ENKA Okullarının da kurucuları arasındadır.

Etiketler tüik OECD Ahmet Aykaç