Yoksa Marx iş güvenliği uzmanı mıydı?

"Çalıştığınız işyeri bir kapitaliste mi, yoksa bir anonim ortaklığa mı ait?", "Düzenli çalışanlara ek olarak belli dönemlerde istihdam edilen başka kimseler var mı?"... Bu soruların Marx tarafından hazırlandığını bilmeseniz, bir iş hukukçusu veya iş güvenliği uzmanı tarafından hazırlandığını düşünmeniz gayet doğal.

Google Haberlere Abone ol

Serkan Küçük

İnsanlık tarihinin fırtınalı koridorlarında gezinirken rastladığınız James Watt ismine dikkat etmeden geçmiş olabilirsiniz elbet. Hatta hiç rastlamamış bile olabilirsiniz bu tarihi bilim ve teknoloji katmanından okumayanlardansanız.

Bu zatı muhterem, I. Sanayi Devrimi’nin başlangıcı sayılan buhar makinesini sanayinin kullanabileceği verimliliğe yükselten mühendistir. Oysa I. Sanayi Devrimi diye tanımlanan süreç 1760 – 1850 yılları arasında yaşanan uzun bir döneme denk gelir. 1860 -1914 arası dönem ise II. Sanayi Devrimi ya da ‘Teknoloji Devrimi’ adıyla anılır olacaktır sonraki yıllarda.

Hasılı 1760 – 1914 arasındaki 154 yıl gerek bilimde gerek teknolojide gerek siyasette gerekse de toplumsal mücadele tarihinde devrimlerin, devrim niteliğinde olayların yaşandığı müstesna bir kesite tekabül eder.

Başta sömürgelerden gelenler olmak üzere toprak dışındaki zenginlikleri işlemek için bir zümrenin başlattığı arayışlar burjuva, liberal, patron, fabrika ve işçi gibi belirleyici kavramları belki de sonsuza dek hayatımıza soktu. Üretim araçları mülkiyetinin bir sınıfın elinde toplanması, doğal olarak ‘mülksüzler’ sınıfının da diğer uçta kutuplaşmasına sebep oldu. Toprak ağası – köylü, devlet-teba polarizasyonundan farklı olarak, patron-işçi ikiliği, yeni bir eşiğe işaret ediyordu. Her anı terle, pek çok dönemi kanla yazılmış bir tarihe evrilecek bu ikiliğin uzlaşmazlığını bir nebze rayında tutmak için de hukuktan medet umuldu kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde.

İngiltere’deki vahşi çalışma koşullarının düzeltilmesi, dokuz yaş altındaki çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, 18 yaşından küçüklerin 12 saatten fazla çalıştırılmasının yasaklanması, fabrikaları denetlemek için müfettiş atanması, işyeri hekimi bulundurulması gibi düzenlemelerin yer aldığı ‘Fabrika Yasası’ çıktığında takvimler 1833 yılını gösteriyordu. Buna karşın o dönemin teknolojisi gereği sıklıkla kirlenen bacaların temizlenmesinde çocukların kullanılması bir süre daha devam etti. 'Baca süpürgesi' olarak adlandırılan bu çocuklar, altı yaş civarında çırak olarak mesleğe alınıyor ve büyüklerin giremeyeceği kadar dar olan bacalara sallandırılarak temizlik işlemi yapıyorlardı. Haftalık yedi şilin kazanç karşılığı ölümcül risklerle karşılaşan çocukların dramının sona ermesi için 1840 yılında çıkarılan ‘Baca Temizleyicileri ve Bacalar Hakkında Kanun’u beklemek gerekecekti.

Vahşi kapitalizmi dizginlenme çabaları olarak da okunabilecek bu iyileştirmeler İngiltere’de başladı ve diğer Avrupa ülkelerine de yayılarak, İş Hukuku’nun sağlık ve güvenliği de içeren bir alt kümesini oluşturmaya başladı. Elbette burada iyileştirme diyerek geçiştirdiğim kazanımların işçi sınıfının canı ve kanı pahasına gerçekleştirdiği mücadele sonucu elde edildiğini belirtmeye gerek yok.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım dönemde bir yandan müthiş endüstriyel gelişmeler yaşanıyor, bir yandan toprak sahipleri ve aristokrasi yanı sıra burjuvalar ve işçi sınıfı doğup gelişiyordu. İşte bu hercümerç içine doğan ve dönem sonuna doğru da hayata gözlerini yuman Karl Marx bir istisna oluşturdu insanlık tarihi açısından.

1818 yılında Almanya’da doğan ve 1883 yılında Londra’da hayatını kaybeden Marx, neredeyse tüm ömrünü işçi sınıfını anlamaya, sınıflar arası çelişkiyi tanımlamaya ve çelişkileri aşıp işçi sınıfı lehine bir düzen kurmanın yapı taşlarını oluşturmaya adadı. Sayısız eser verdi. Dünyada eserleri en fazla yorumlanan, rehber alınan, tartışılan ve okunan düşünür oldu. Tüm külliyatını anlayarak, sindirerek okumak, sistemli bir emek gerektiren uğraşa tekabül ediyor hâlâ.

Marx’ın yüzlerce eserlik külliyatı arasında ‘İşçi Sınıfı Anketi’ adlı bir çalışma olduğundan sevgili Onur Bütün’ün Ayrıntı yayınlarından çıkan kitabı sayesinde haberdar oldum. Onur Bütün, bu satırlarda ele aldığım işçi sağlığı ve iş güvenliği konularına yabancı olmayan bir yazar. Marx külliyatında yaptığı arkeolojik kazı neticesinde, bizi ilginç, dönemi anlamak açısından önemli ve bir o kadar da unutulmuş bir çalışmayla tanıştırdı.

MARX VE ANKET ÇALIŞMASI

Onur Bütün’ün incelikli çalışmasından öğrendiğimize göre, Marx’ın 28 Nisan 1880 tarihli Revue Socialiste’de yayınlandığı bu işçi anketi 101 soru ve dört bölümden oluşuyor. Marx hukuk ve felsefe eğitimi almış olsa da, sosyolog, politik ekonomist, edebiyatçı hatta antropolog olarak kabul edilen ayrıcalıklı bir isim oldu. Kendi talebi dışında pek çok sıfat ve meslek yakıştırıldı kendisine. Ancak mühendislik bunlar arasında olmadı doğal olarak.

Fakat yayınladığı ankete baktığımızda Marx’ın üretim sürecinin dinamiklerini ve üretim ortamının koşullarını da bildiğini gözlemek mümkün. Bu açıdan anket sorularında ilerlerken Marx tarafından hazırlandığını bilmeseniz, bir iş hukukçusu, bir üretim mühendisi, bir işyeri hekimi ve asıl katkıyı koyan bir iş güvenliği uzmanı tarafından hazırlandığını düşünmeniz gayet doğal.

Anketin birinci bölümü yapılan işin niteliği ve çalışma koşullarına, ikinci bölümü çalışma ve dinlenme sürelerine, üçüncü bölüm istihdam koşullarına, iş güvencesi, ücretler vb'ye, dördüncü bölüm sendikal mücadele ve işçi mücadelesine ilişkin sorulardan oluşuyor.

Soruları okuduğunuzda 4857 Sayılı İş Kanunu, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili yönetmeliklerine bakılarak üretildiğini düşünebilirsiniz ilk etapta. Örneğin birinci bölümde yer alan "Çalıştığınız işyeri bir kapitaliste mi, yoksa bir anonim ortaklığa mı ait?" sorusu günümüzde iş kazaları ve meslek hastalıkları sonrası ya da işten çıkarılmalarda başat sorun alanlarından birisini oluşturduğu için önemlidir. Gerek iş hukukçuları gerekse de iş güvenliği uzmanları bu sorunun doğru yanıtını verebilmek için ter dökerler. AVM inşaatında 11 işçi yanarak ölür, gerçek işveren kimdir sorusunun yanıtı dosyalar arasında belirsizleşir. Asıl işverenler ise başka AVM inşaatlarına ödüller eşliğinde kanat açarken işveren görüntüsündeki birleri ceza alır.

"Düzenli çalışanlara ek olarak belli dönemlerde istihdam edilen başka kimseler var mı?" sorusu bize 1880’lerde de mevsimlik ya da dönemsel işçilik uygulamasının yoğın olduğunu ve Marx’ın bu bilgiyi nicelleştirmek istediğini göstermekle birlikte bu durum ülkemizde yıllarca yasal alt yapısı olmadan işverenin inisiyatifinde uygulanageldi. 2016 yılında çıkarılan Özel İstihdam Bürolarına İlişkin Yönetmelik ile mevzuat eksikliği giderilse de işçi sınıfı açısından olumsuzluk hanesine bir çentik daha atılmış oldu. Siz uğraşmayın ben yazayım, 2016’dan 1880’i çıkarınca 136 kalıyor.

"Salt teknik olarak değil, işin yol açtığı kassal ve sinirsel yorgunluktan, işçilerin sağlığı üzerindeki genel etkilerinden söz ediniz" isteğiyle işçi sağlığı ve iş güvenliğinin önemini kavramış bir filozofla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha hatırlamış oluyoruz.

Peşi sıra gelen "İşyeri koşullarını tarif ediniz: Odaların büyüklüğü, her bir işçiye düşen alan, havalandırma, sıcaklık, duvarların badanası, tuvaletler, genel temizlik, makinelerin gürültüsü, metal tozları, rutubet vb." sorusu bizim mevzuatımızda halen boşlukların olduğu alanlar. 1974 tarihinde çıkarılan ve kısa bir süre önce yürürlükten kalkan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’müze göre, işyerlerinde kişi başına 10 metreküp hava hacmi sağlanması, işyerlerinin taze hava çevrimi yapacak olanaklarının bulunması, zemin ve duvarların kolaylıkla yıkanabilecek özellikte olması, soyunma odaları ve soyunma dolaplarının bulunması, ortam sıcaklığının, hava hızı ile neminin işin tehlike sınıfına göre ayarlanmasına yönelik değerler vb. pek çok nicel veri, çalışma ortamlarına ilişkin koşulları belirlemektedir. İSİG Tüzüğü yürürlükten kalkınca kişi başına düşen hava hacmi, ortam sıcaklığı gibi değerler de kalkmış oldu. Tüzük yerine gelen yönetmeliklerde bu vb. noktalar boşlukta kaldı. Oysa Marx, refah imkanları olarak bilinen ve işçi sağlığı iş güvenliği uygulamalarının temelini oluşturan bu konularda bir araştırma yapmanın önemini 138 yıl önce kavramış gözüküyor.

"Madende çalışıyorsanız; havalandırmayı sağlamak, patlamaları ve başka tehlikeli kazaları önlemek için işvereninizin aldığı önleyici tedbirleri sıralayınız" talebini büyük facia öncesi birileri Somalı işçilere sormuş olsaydı belki de bu boyutta bir facia yaşanmazdı.

"Yangın halinde yeterli çıkış olanakları var mı?", "İşyerinizde bir sağlık servisi (revir) var mı?", "Gece çalışması var mı?" gibi onlarca soru içeren anket çalışmasının o dönem için önemli bir veri tabanı oluşturma çabası olduğu anlaşılıyor. Açık uçlu soruların fazlalığı elde edilen verileri tasnif etme konusunda bir handikap oluştursa da o yıllar açısından düşünüldüğünde fazla sırıtmıyor. Günümüz koşullarında yaşasaydı Marx’ın aynı zamanda sıkı bir anketçi olacağını söylemek de abartılı kaçmayacaktır kitabı okuyanlar için.

Ölümünden üç yıl önce kaleme aldığı ve yayınladığı bu anket, on binlerce işçi tarafından doldurulsa da ne yazık ki sonuçları derlenemeden kalmış. Marx, daha erken bir döneminde ele almış olsaydı belki de işçi sınıfının nesnelliğine dair çok daha etkin bir sonuca ulaşacaktı.

Neredeyse tüm Marx külliyatının çevrildiği Türkiye’de bu anket 1970 yılında Genç Sinema dergisinin 12'nci sayısının eki olarak dağıtılmış. O dönem kuvvetli olan bir sendika ya da hareket tarafından değil de bir sinema dergisi tarafından çevrilip basılmasının keyifli hikayesini ise Onur Bütün’ün kitabından öğreniyoruz.

Anket basılmış basılmasına ama işçiler tarafından doldurulması ve değerlendirmesi konusunda inisiyatif gösteren bir yapı olmamış. Yıllar sonra tekrar gündemimize gelen bu anketten yola çıkarak, günümüz işçi sınıfın nesnelliğini ortaya koyacak yeni bir çalışmaya gerçekten ihtiyacımız olduğu su götürmez. Gerek iş güvencesi gerek işçi sağlığı ve iş güvenliği gerek iş hukuku gerekse fabrika ortamları vb. konularda fotoğrafı çekip bu fotoğraf üzerine politika şekillendiren bir sendikal çalışma başlatılmasının önünde bir engel yok. İşin aslı buna ihtiyaç da var. Umarım Onur Bütün’ün kitabı bu ihtiyaca yönelik bir işaret fişeği gibi algılanır.