Solda kıyıcılığın son örneği: Hayko Bağdat meselesi

Hayko Bağdat’ın yazısına ve aldığı tepkilere o duyarlıkla (‘solda kıyıcılık’, ‘sol ahlak’) bakmadan önce; Bağdat’ın yazısında önerdiği ‘politik/taktik’ tavra katılmadığımı; ancak, ‘seçim düzen[eğ]i’ ve işleyişinin ötesinde (ya da, onları önceleyen) dikkate değer hususları hatırlatışıyla anlamlı olduğunu da belirtmeliyim.

Google Haberlere Abone ol

Halûk Sunat

“Anti-demokratik/otoritaryen kişilik ve soldaki kıyıcılığın ruhsal çözümlemesi” başlıklı yazımın (Birikim, Nisan 2018, sayı: 348) ilk satırları şöyleydi: “Özgürlük, eşitlik değerleri ile birlikte ‘insan’ı (öncelikle 'kendi olma’ kaygısıyla) merkezine alması beklenen ‘sol’ adına -hem evrensel hem de mahalli ölçekte- önemli ve tayin edici olduğuna inandığım için sorgulamak istiyorum: ‘En genel anlamında sol’, neden, kendi içinde ‘düşman’lar bulmaya yatkındır? Ne olmaktadır da, en özverili siyasi mücadelelerde dahi örgüt içi infazlardan ya da sosyalizmin gerçekleşmiş örneklerine bakıldığında, kıyımlardan, kırımlardan geçilmemekte, düşmansız olunamamaktadır?”

Hayko Bağdat’ın yazısına (‘Muharrem İnce’yi Desteklemek…’, 29 Mayıs 2018, Ahval) (1)  ve aldığı tepkilere o duyarlıkla (‘solda kıyıcılık’, ‘sol ahlak’) bakmadan önce; Bağdat’ın yazısında önerdiği ‘politik/ taktik’ tavra katılmadığımı; ancak, ‘seçim düzen[eğ]i’ ve işleyişinin ötesinde (ya da, onları önceleyen) dikkate değer hususları hatırlatışıyla anlamlı olduğunu da belirtmeliyim.

Şimdi; serinkanlılığımızı yitirmeden, Bağdat, yazısında nelerin altını çizmiş bir bakalım. Mealen şöyle diyor:

1. Bu yazının, Muharrem İnce’nin, “Atatürk olmasaydı adımız Yorgo olurdu” diye tweet atan ve Anadolu Hıristiyan halklarını incitmeyi göze alan ‘ırkçı’ kişiliği ile ilgisi yoktur; 2. İzlediğiniz propaganda klibinden aldığım cesaretle, bu yazıda, fikrimi, ‘Biz HDP’liler!’ olarak açıklayacağım (yazısının içinde bir klip vardır ve klipte, ‘biz’, yazgısını salt seçimlere, taktik/ ittifak oyunlarına değil, eylemli özgücüne yaslayan bir kipsellik [‘halk’] olarak takdim edilmektedir); 3. Selahattin Demirtaş tutsakken, hiçbir turda bir başka kişiye oy vermeyeceğiz; 4. ‘Seçim, baraj, ittifak’ gibi konularda yapılan analizlerin, seçim sonrası somut/siyasal Türkiye geleceği açısından bağlayıcı bir anlamı yoktur: “Erdoğan seçimle gitmeyecektir” (SADAT gibi kontrgerilla örgütü, paramiliter yapılanma, mafya bozuntuları, cihatçı çeteler, Ankara’da yüzün üstünde can alan DAİŞ'çiler, Ergenekon’un sefer görev emri bekleyen kadroları o gün içindir -şehir efsanesi değildir); 5. Diyelim Muharrem İnce cumhurbaşkanı seçildi; ‘İttifak’ üyeleri ve onların ideolojik/politik geçmişleri belli olduğuna (ve kendileri ile ilgili özeleştirel/ dönüşümsel bir tavırları da olmadığına göre) ‘Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı hükümet rejimi (başkan yardımcıları ile de birlikte) bildik ‘milli mutabakat’ rejimi olmaktan öteye geçemeyecek; Selahattin Demirtaş dahil, Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskılar; geçmişte işlenen katliam ve cinayetlerde olduğu üzere ‘milliyetçi, ırkçı’ şiddete açık tavır sürüp gidecektir; 6. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden böylesi bir ittifaka omuz vermek (Mehmet Ağar zihniyeti ile dayanışmak suretiyle) ‘Yetmez ama Evet’çilikle dahi [burası, istihza] karşılaştırılamayacak bir büyük kötülük olarak tarihe geçecektir; 7. Hadi, diyelim, ilkesel olarak Erdoğan dışında ikinci tura kalan adayı destekleyeceğiz; peki, bu ikinci aday Selahattin Demirtaş olursa, ‘Millet İttifakı’nın Erdoğan’la aynı mevziye çekilmemesi mümkün müdür; eğer öyle ise, biz şimdiden (yani zaten İttifak dışında bırakılmışken) kimi niye destekleme sözü verelim ki?; 8. Bu alttan alıcılık ve kabullenicilik sürecinde Demirtaş’ın tutsaklığı ile can güvenliğinin tehdit altında olduğunu da ihmal edebilir miyiz? (2)

DEĞERLENDİRME

1. Kanımca; ‘sol/demokratik güçler’ için temel ve öncelikli sorun, mevcut iktidara -mümkün mertebe- mevzi kaybettirmek; dolayısıyla, bunun için, eğer ikinci tura kalırsa, İnce’yi desteklemek ve fiili yan yanalıkla HDP’nin baraj altında kalmaması için çaba göstermektir. Bu çaba, -Bağdat’ın kaygıları ile de buluşturursak- karşımızda ‘Cumhur-Millet’ ittifakı (ittifakın hem sınıfsal, hem de rejim açısından ‘milli mutabakat cephesi’ soyağacına kayıtlı) olduğunu unutmamak; demokrasi, özgürlük, eşitlik ve barış mücadelesinin kesintisiz doğasını ihmal etmemek ve ’halk’ın doğrudan mücadelesini örgütlemenin ve yükseltmenin esas olduğunu akılda tutmakla anlam kazanacaktır. (“Evet”lerin bir de “Yetmez”i olduğunu unutmadan!)

2. Eğer -çok benimsenen- Ahmet Şık tepkisini ölçü alırsak; bunun, “Anti-demokratik/otoritaryen kişilik ve soldaki kıyıcılığın ruhsal çözümlemesi” başlığı altında anlatmaya çalıştığım tavrın tipik bir örneği olduğu da göz ardı edilemez: “Gezi direnişleri sırasında polis megafonunu eline alıp [Hayko Bağdat’ın, 11 Haziran 2013 tarihli t24 yazısı okunabilir: “Polis mikrofonundan anons yaptım diye tehdit ediliyorum”] saçmaladığında iyi niyetli olduğunu düşünmüştük ama şimdi cemaatin çetesinin megafonu elindeyken aynı şeyi düşünmüyoruz (3) . Şöhret budalalığı da saçmalamaya yol açıyor. Mafyalarla mücadele edenlerin aklı da vicdanı da sağlamdır”. Bu dilin, yaka silktiğimiz, yukarıdan bakan, had bildirici o öfke dilinden bir farkı var mıdır? Bağdat’ın fikri, tespitleri, önerisi, neden ‘münferit’ bir beyan olarak kabul görüp muhatap alınmaz da; -itham eden şahsın ‘sol namus’u temsil ettiği özgüveni ile olmalı- böylesine, cepheden, geçmişteki ve şimdiki tavrı ile ‘İmamın Ordusu’nun borazanı olarak sicil takdirine tâbi tutulup (galiz bir dille!) hedef gösterilmektedir?

Peki; şahsi fikir/ kanaat beyanını ‘saçma’ buldun; bir de üstüne şu suçlama nesi: “Şöhret budalalığı da saçmalamaya yol açıyor”. Bu tür ithamların (‘şöhret budalalığı’!) ve hele hele bunu uluorta yapışın kendimizi temsil eden bir yanı da olabileceğini düşünmez miyiz hiç? “Mafyalarla mücadele edenlerin aklı da vicdanı da sağlamdır”! Ne demek? Kim mücadele ediyor? Nasıl? (4)

3. Ahmet Şık’ı bir yana koydum; lakin, olgumuzda serdedilen tepkinin, kadim CHP hassasiyetini (Kürt, gayri Müslim, LGBTİ, vb. kimlikler üzerinden ya da ‘milli mutabakat’ kabulleri [‘Türklük Sözleşmesi’)] dışından söz alana tahammülsüzlük hâlini) yansıttığını; her farklı sese bağnaz ve zalim bir ‘aidiyet ruhu’ ile mukabele telaşlarını hatırlattığını ifade etmek fazla mı olur? Dahası; üzerine çullanılanın bir Ermeni olduğunu hatırlayıvermek?

4. Bağdat’a, cevaben, o yazıyı yazmaktaki muradının HDP’ye oy vermeyi düşünenleri oy vermekten vazgeçirmek mi olduğunu soran Ayhan Bilgen ise, “Kürtlerin kendilerine akıl vermeye kalkanlardan çok daha öngörülü olması”nın kıymetini hatırlattı hepimize. ‘Demokratik Cumhuriyet ve Türkiyelilik’ derken ‘biz’den mi söz ediyoruz; yoksa, ‘Kürtler ve onlara dışarıdan akıl verme meraklıları’ndan mı? Hani her HDP’li birey HDP’nin bir bileşeni idi?

5. Eğer muradımız ‘Demokratik (bir) Cumhuriyet’te yaşamaksa, bunun, ancak, ‘farklı’ olanı dinleme, eşitlik ilişkisi içinde tanıma, ‘demokratik siyasi mücadele’ içinde muhatap alma ve şu, ‘halkla ilişkiler’ teşhirciliğinin ötesinde ‘eylemli dayanışma/ birlikte hareket etme/ mücadele’ kararlılığı ve gelişkinliği ile mümkün olabileceğini söylemek abes midir? (5)

Andığım yazımın sonlarına doğru, ‘sol tarih’ içinde yaşananlardan -bari- ibret almak niyetine şunları yazmıştım: “‘Yaşanan ve çöken sosyalizm miydi?’ diye soran Ömer Laçiner, çöküşle yaşanan hüsranın derinliğini betimlerken, ‘sosyalist ünvanlı devrimlerle kurulan siyasal-toplumsal düzenler çökerken, işçi, köylü ve halk kitlelerinde herhangi bir sahiplenme girişiminin görülmeyişi, hatta çöküş yönünde tavır koymaları’nı anar. Çöküş ve hüsran, söz konusu devrimlerin -sözde- ilham kaynağı olan sahici eşitlik ve özgürlüğün belirleyici bir yaşama değeri olarak ıskalanışının eseri değil midir? Ya da, -mahalleye dönersek- farklılıkları ile eşit ve özgür yurttaşlar beraberliğini esas almayan tarihsel geçmişimizle ve kendimizle yüzleşip hesaplaşmadan, günün muktedirleri ile hesaplaşmak ve halk indinde inandırıcı olmak mümkün müdür?”

*

Seçimler gelir geçer dostum; lakin, her kim olursa olsun, hazır (ve mütehakkim) kalabalığı arkasına alıp solun ve solculuğun mihengini kendine vehmedenlerin gürültüsü eklenir bir de ‘zamanın gürültüsü’ üzerine. (6)

Nihat Genç ve Hayko Bağdat: Derdiniz ne çok iyi biliyoruz ...Nihat Genç ve Hayko Bağdat: Derdiniz ne çok iyi biliyoruz ...

(1)  Yazının ilk başlığı, ‘Muharrem İnce’yi desteklemek Türkiye’ye ihanettir’ idi.

(2) Selahattin Demirtaş, kendisini ziyaret eden Antalya milletvekili adayına şu vasiyetini naklediyordu: “Biz dik durduk, eğilmedik. O yüzden buradayım. Vasiyetimdir; eğer cezaevinde ölürsem cenazemi dik çıkarın. Yatırarak çıkarmayın”. Cumhurbaşkanı Erdoğan’sa; NTV ve Star TV’lerin ortak ‘Seçim Özel’inde; ‘İçerideki’nin hangi yüzle aday olduğunu kamuoyuna, “Yasin Börü gibi yavrumuzu şehit eden”, 53 vatandaşın ölümünün müsebbibi kişiyi niçin ziyaret ettiğini de İnce’ye sordu.

(3) Doğrusu ben, Hayko Bağdat’ı da, şimdilerde kimin megafonundan seslendiğini de takip etmiyordum. Evet, Ahval’i ilk yayına başladığında izliyordum ama bildik marifetlerle sesi kısıldığında kopmuştum. Şimdi ahvalnews6.com deyince erişilebiliyor-muş. Bağdat’ın megafonu ile ilgili bilgilenmek isteyenler, oradan, ‘megafoncu’nun Nisan 2018 tarihli, ‘Cemaate Ne Olacak?’ yazısını okuyabilirler. Ahmet Şık da tabii, kendisinin nasıl anıldığını.

(4) ‘Sol eleştiri’ kültürünün (‘sol ahlak’ın) nerelerde olduğunu görmek isteyenler ilgili tweet’lerin arkasından sökün eden nezih yorumlara bakabilir -gerçekten yüz kızartıcı; çok acımasız. Hele bir karikatür kullanmışlar ki (herhalde başka bağlamda çizilmiş bir karikatür olmalı) tam da o hoyratlığın, kadir-kıymet bilmezliğin karşılığı. Kolunu ve topan parmağını ileri, dimdik uzatmış bıyıklı bir muhterem kişi muhatabına sesleniyor (böylelikle, tweetçi ‘yorumcu’nun meramını paylaşmamıza da vesile oluyor): “Bak şurdan s.ktir git!”.

(5) Yazının ilk başlığının gereksiz kışkırtıcılığına müdahale etmemelerini ‘editoryal’ bir eksiklik olarak kabullenen Ahval, yazıya verilen tepkinin, AİHS ile de güvencelendirilmiş ‘ifade özgürlüğü’ kabulü ve kültürü ile bağdaşmadığını belirtip, “Ama bizler, Ahval editörleri olarak, Türkiye’de hiçbir kesimin ‘demokrat’lığı tam olarak içine sindiremediğini ve farklılığa tahammülsüzlüğün ülkedeki mevcut derin kriz durumunun asli nedenlerinden bir olduğunun da farkındayız (…) Ahval’in yayın akışını belirleyen temel güdü, başta Kürtler olmak üzere tüm mağdur kesimlerin sesi olmaktır” diye ekledi (30 Mayıs 2018, Başyazı). Muhtemelen; kimsenin kendine ait sözü olamayacağı, bir kalabalığa ait olmadan ‘ilkesel’ olarak söz almanın kimselerin harcı olmadığı inanç ve kabulü ile yetişmiş ‘ilerici demokrat’ çevre için inandırıcı olmadı. Orada yazanlar da ‘kullanışlı aptallar’ olmalıydı nihayetinde.

(6)Mevzuya katkı olsun; bkz., Stalin zamanlarına ilişkin, Zamanın Gürültüsü, Julian Barnes, çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Y., 2016.