Boğaziçi Üniversitesi: Boğaz manzaralı İngilizceli üniversite

Boğaziçi’yi Boğaziçi yapan Ankara’da dayılarla, üniversite yönetiminden tanıdıklarla değil, yalnızca ve yalnızca liyakatle işe girilebilen adem-i merkeziyetçiliğidir. İnsanların Türk, Müslüman, Sünni, erkek, heteroseksüel, cisgender, able gibi bir bütünü ifade eden hakim kimliğe ait olmayan kimliklerini kapsayan, ayrımcılık yapmayan, bu kimlikleri kurumsal olarak dışlamayan etiğidir.

Google Haberlere Abone ol

Beren Azizi

Geçtiğimiz cuma günü, Boğaziçili tutuklu öğrencilerle dayanışmak için oluşturulan Meşgulüz alanında Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Üstün Ergüder’in açık dersi vardı. Üstün Hoca bir anısını anlattı:

Rektörlüğü döneminde (1992-2000 yılları arası) üniversitenin bütçe görüşmeleri için meclise gittiğinde bir vekilin önce uluorta, diğer vekillerin de önünde üniversitenin İngilizce eğitimine büyük büyük laflarla vay efendim diyerek eleştirilerde bulunduğunu, görüşmeler bittikten sonra ise aynı vekilin Üstün Hoca’yı baş başa yakalayıp “Ya Hocam bizim bu oğlanı nasıl sokarız sizin üniversiteye…?” diye akıl danıştığını aktardı. Hoca da “Derslerine iyi çalışsın…” demiş.

Başka bir toplantıda ise bir üniversite rektörünün Boğaziçi’deki yönetim anlayışını nobran ve haset bir tarzda eleştirirken Üstün Hoca’yı ve tabii ki Boğaziçi Üniversitesi’ni kastederek İstanbul’da ba(ğ)zı boğaz manzaraları üniversitelerin kafalarına göre iş yaptığından ve merkezi otoritenin yönetmeliklerini esnettiklerinden dem vurmuş, tabii ki Boğaziçi’yi kastederek, Üstün Hoca ise hiç üstüne alınmayarak "Galatasaray Üniversitesi’dir herhalde" diye topu Galatasaray’a paslamış.

Öncelikle Boğaz 29.9 kilometrelik bir su yoludur, manzarası da Allah’ın bir lütfu veyahut Siyonist, misyoner dış mihrakların bir oyunu olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne özel tahsil edilmemiştir, buyurun tüm halkındır. Şöyle ucuz nargilecileri, bilumum bilmem ne tesislerini, mafyöz işletmeleri falan filan otoparkları ve valeleriyle birlikte yıkarsak ve de yerlerine parklar, okullar, kamusal alanlar yaparsak Boğaz da biz de şöyle bir nefes alırız; ama tabii bunları yıkmak dururken zaten üç beş tane kalmış Boğaz gören iyi üniversitelerimizden birini nüfusunu bahane edip Hasdal’a sürüyoruz. Her fırsatta, kavgada, anlaşmazlıkta durup dururken lafı Boğaziçi’nin manzarasına getirenler kusura bakmasınlar Boğaz’ı ve insanca yaşam hakkını rant sonucu Boğaz’ı gasp etmiş kötü bir işletmede 25 liraya kahve içmekten ibaret gören vizyonsuzlardır. Ağaçlık, yeşillik, denizli, manzaralı, çimli güzel bir üniversite her öğrencinin hakkıdır.

İngilizce meselesine de gelirsek… O da tepeden bir lütuf olarak inmiş durumda değil Boğaziçi’ye, Türkiye’de eğitim dili İngilizce olan birçok üniversite var. Hazırlık sınıfını hemen atlasınlar diye “‘I … a student.’ Boşluğu doldurunuz.” şeklinde hazırlık sınıfı atlama testi yapmayıp İngilizce meselesini ciddiye alan, kişiye özel işe alım kriterleri yerine bölümün inisiyatifinde akademisyenini donanımına göre seçen her üniversite Boğaziçi’nin İngilizce seviyesine hemen ulaşabilir. Bunun yanında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Araştırma ve Uyguluma Merkezi'nin (BEPAM) yaptığı araştırmaya göre ağır intihal oranı, yani kopya çekme, yani kendi yazmış gibi gösterme, yani alıntı yapmama, yani düpedüz akademik hırsızlık oranı Türkçe yazılan tezlerde çok yüksek çıktı. Yani uluslararası bir dilde yazmak uluslararası standartlara tabi olmayı da beraberinde çeşitli şekillerde getiriyor veya dayatıyor olabilir belki de kim bilir? “Hocam bizim oğlanı nasıl sokarız sizin üniversiteye”ci kötü politikacıların ucuz yabancılaştırma naraları, kasabalı milliyetçilikleri boş laftan ve ülkeye zarardan fazlası değil. Ülkenin en iyi üniversitelerinden birinin rektörüyle baş başa kaldığın ilk anda aslan oğlunu kolay yoldan üniversiteye sokma hevesinde olmak nasıl bir vasatlıktır? “Yaaa hallederiz topraağaaam” diye cevap vereceğini mi sandın?

Boğaziçi’yi Boğaziçi yapan manzarası değil, İngilizcesi değil, ağaçları, çimleri değil, ömründe bir kere olsun kendinden farklı olana kibrinden entegre olamamış, her zaman mağdur bünyeleri “farklı bir ülke gibi” hissettiren altı üstü taş binaları hiç değil. Bunlar aslında sonuçlar. Boğaziçi’yi Boğaziçi yapan, ağaçlıklı yapan, manzaralı yapan, İngilizceli yapan her kurumun, her fakültenin, her öğrenci kulübünün, her öğrenci topluluğunun, yurtlarının vs. yerinden yönetimidir. Ankara’da dayılarla, üniversite yönetiminden tanıdıklarla değil, yalnızca ve yalnızca liyakatle işe girilebilen adem-i merkeziyetçiliğidir. İnsanların Türk, Müslüman, Sünni, erkek, heteroseksüel, cisgender, able gibi bir bütünü ifade eden hakim kimliğe ait olmayan kimliklerini kapsayan, ayrımcılık yapmayan, bu kimlikleri kurumsal olarak dışlamayan etiğidir ve bu kimliklerin görevlerde olduğu katılımcı yapısıdır Boğaziçi’yi az buçuk bir şeyler yapan. Ömründe Boğaziçi’ye gelmemiş siyasi kadroların merkezden yazdığı yönetmeliklere uymak zorunda olan bir üniversite olarak gene de her dönem kendine özgü yöntemlerini geliştirmiş olması da onun bu yapısının bu zamana kadar sürmesini sağlamış olmalı. Bunlar olmazsa Boğaziçi’de de kişiye özel işe alım ilanları verilerek nepotizm kol gezer, ağaçlarının yerinde çirkin oteller olur, manzarasını öğrenciler değil parası olan otel müşterileri seyreder, siyasi iradeye biat eden yöneticiler sürekli keyfi emirler vererek üniversite mensuplarını ezer, her yeni siyasi iktidar eski kadroyu işten atar yerine kendininkini kolayca getirir. Yani üniversite üniversite olmaktan çıkar, gücü her eline geçirenin şovunu sunduğu kötü bir siyaset sahnesinden fazlası olamaz.

6 Haziran’da Çağlayan’da Boğaziçili öğrenciler yargılanacak. Konu hakkında ba(ğ)zı yazılar yayımlandığını gördüm. Bu yazıları yazan birkaç kişi (!) 20 bin nüfuslu üniversitemizi temsil etmediği gibi Boğaziçi Üniversitesi’ni bir üniversite yapan akademik ilkelerine ve geleneğine aykırı yazılardır. Üniversiteler özgürce rahatsız edici de olsa eleştirel düşüncelerin üretildiği merkezlerdir ya da en azından öyle olmaları hepimizin refahı için gerekir. Bir öğrencisi bile düşüncesi sebebiyle tutuklu olan üniversite, değil 20 bin yirmi milyon nüfuslu da olsa özgür olamaz. Özgürlük, yirmi bin nüfuslu bir üniversitenin düşünce sahiplerini kelle hesabı yapma vasatlığına düşmeden savunabildiği zaman mümkündür, yoksa onun adına özgürlük denmez, beğenirsiniz beğenmezsiniz denmez. 6 Haziran’da Çağlayan’da birkaç Boğaziçilinin özgürlüklerine kavuşmaları dileğimle…