Kuramsal kitaplara kim sahip çıkacak?

Bir akademisyen için çeviri yapmak çok da cazip değildir. Verilmesi gereken dersler, yürütülmesi gereken idari yükümlülükler, okunması gereken sınav kağıtları, yazılması gereken makaleler, gidilmesi gereken konferanslar derken ne akademik yükselme ne de maddi açıdan getirisi olan çeviri işleri, hakikaten büyük fedakârlık ister. Ancak alanına katkı sunmak isteyen her akademisyen de bu fedakârlıkta bulunmalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Ertuğrul Uzun

Cemal Bâli Akal’ın Hukuk Nedir? (Ankara: Dost, 2017) isimli kitabının “Önsöz”ü, esasında kitapla alakası olmayan bir konuya hasredilmiştir. Önsöz’ün, alt başlığı diyelim, şöyle: “Temel Hukuk Eserleri”. Hukukun ne olduğuna dair çetin bir tartışmaya kendine ait bir iddiayla katılan Akal’ın, kitabın önsözünde temel hukuk eserlerini konu edinmiş olması esasında can alıcı bir meseleye dikkat çekme çabası ve kitabı okuyacak hukukçulara çağrı anlamı taşıyor. “Önsöz”ün verilerle desteklenen iddiası net: Temel hukuk eserlerinin büyük kısmının Türkçede çevirisi yok ve ne yazık ki hukukçular bu eserlere zaten ilgi göstermiyor.

On yedi yıl akademide bilfiil ‘hukuk felsefecisi’ olarak bulundum. Meslektaşlarımızla sık sık dile getirdiğimiz bir yakınma konusudur bu. Akademiye hevesli bir öğretim üyesi adayı olarak başladığımda, bir yandan hukuk öğretiminin güdük bıraktığı entelektüel kabiliyetlerimi yeşertmekle, diğer yandan lisansüstü eğitimin gereklerini yerine getirmekle meşgul olurken aynı zamanda İngilizce bir felsefe yahut hukuk felsefesi kitabını zevkle okumama izin vermeyen yabancı dil düzeyimi yükseltmeye çalışıyordum. Bu dönemde alanımın temel/kurucu kitaplarına anadilimde ulaşamıyor olmanın acısını çektim. Sonra alanı itibariyle doğrudan hukuk kuramı kitaplarına ihtiyaç duymasa da konuya ilgili, meraklı meslektaşlarımın çalıştıkları alanda atıf yapılan temel/kurucu eserlerin Türkçesini sorduklarında, “ne yapalım, bizim alanın kitapları çevrilmemiş bir türlü” cevabını vermek zorunda kaldım. Zamanla ben İngilizcemi ilerletmiş, ders vermeye başlamıştım. Bu sefer de “keşke bu kitapların Türkçesi olsaydı da öğrencilerime tavsiye edebilseydim” hayıflanmaları başladı. Ben İngilizcemi ilerletmiştim de, İngilizce konuşulmayan dünyadaki hazinelerden haberdar değildim şimdi de.

Bu eksiklik beni biraz çeviri yapmaya sevk etmişti. Ancak bir akademisyen için çeviri yapmak çok da cazip değildir. Verilmesi gereken dersler, yürütülmesi gereken idari yükümlülükler, okunması gereken sınav kağıtları, yazılması gereken makaleler, gidilmesi gereken konferanslar derken ne akademik yükselme ne de maddi açıdan getirisi olan çeviri işleri, hakikaten büyük fedakârlık ister. Akademisyenin çeviri yapmasını “fedakârlık” olarak nitelerken kastımı hakkıyla ifade edememiş olabilirim. Evet, akademisyenin çeviri yapması bir fedakârlıktır ancak alanına katkı sunmak isteyen her akademisyen de bu fedakârlıkta bulunmalıdır. Meslekten hukukçuların, bilhassa akademisyenlerin bu konudaki isteksizliğini, tam da Cemal Bâli Akal gibi, “kurama ilgisizlik”e bağlamak gerekiyor.

Temel hukuk eserlerinin Türkçeye çevrilmemiş olmasının yegâne nedeni elbette akademisyenlerin bu konudaki isteksizliği değil. En nihayetinde serbest piyasa ekonomisinde yaşıyoruz, eğer kuramsal/felsefi hukuk kitaplarını yayımlamak para etse idi, hiç şüphesiz o alan bir şekilde doldurulurdu. Ama yayınevleri bu tarz kitapları basmayı tercih etmiyor. Anlayışla karşılamak lazım. Hukukçuların kurama ilgisizliği, bir şekilde basılan kitaplar söz konusu olduğunda hemen kendini belli ediyor. Yayınevi için kuramsal bir hukuk eserini basmak, hele de telif ödenmek zorundaysa -dolarla, avroyla o telif!-, ciddi bir risk. Bu riske girenlerin depolarında satılmamış birinci baskılar yıllardır duruyor veya kitap ilk baskıyı o kadar uzun sürede tüketiyor ki, yayınevi ikinci baskıyı yapmaya gerek görmüyor.

Bu durum ‘daha profesyonel’ diyebileceğimiz, yani ya çeviri konusunda gerçekten ehil yahut mesleki ve entelektüel ilgisi nedeniyle konuya hâkim çevirmenlerin de kuramsal hukuk kitaplarından uzak durmasına neden oluyor. Çeviri dünyasında kayda değer para kazanmak zaten mümkün değil. Çevirmenlerin çalışma koşulları, güvencesizliği ve kırılganlığı üzerine çok şey yazıldı, o yüzden bunları tekrarlamayacağım. Ama eğer temel hukuk kitapları çevirerek hayatınızı devam ettirmek gibi bir düşünceniz varsa -kısa bir süre de olsa benim oldu mesela-, bunun bir hayal-i muhal olduğunu söylemeliyim. Zira başka hiçbir işe zaman ayırmadan iki ayınızı verdiğiniz bir işten alacağınız para 2500 TL civarı. O parayı da en iyi ihtimalle üç ay sonra alabilirsiniz. Bunu aşmanın tek yolu, kitabın çok satması. Eğer çok kötü bir sözleşme yapmadıysanız ikinci baskıdan da para alacaksınız ama işte, temel hukuk eserlerinin ikinci baskısını görmek biraz zor. Kendi çevirdiğim bir kitaptan örnek vereyim.

Hans Kelsen’in Saf Hukuk Kuramı (İstanbul: Nora) Türkçede Kasım 2016’da yayımlandı. Kelsen, hukukçuların ismini en iyi bildiği hukuk kuramcısıdır. Sadece hukukçular değil, devlet kuramıyla ilgilenen siyaset felsefecileri de Kelsen’i iyi bilir, hakkında konuşur, yazar. Saf Hukuk Kuramı (Reine Rechtslehre) 1934’te yayımlanmıştı ve hakkında çokça konuşulmasına rağmen Türkçeye bir türlü çevrilmemişti. Artık bir şekilde çevrilmesini düşündüğümden, kitabı İngilizcesinden, ama Melike Belkıs Aydın’ın Almancadan yaptığı titiz karşılaştırma sayesinde, çevirdim. Türkiye’de bu kadar iyi bilinen bir kitabı çevirdikten sonra beklentim kayda değer bir ilgi görmesi, hadi açıkça yazayım, ‘çok satması’ydı. Elbette o boyutta bir kitapla zengin olma hayali kurmamıştım ama en azından 2000 adet yapılan ilk baskısının bir yılı bulmadan bitmesini bekliyordum. (İlk baskıyı 1000 değil de 2000 adet yapan yayınevinin de bir beklentisi vardı anlaşılan.) Ân itibariyle bir buçuk yılı geçtik ve ilk baskı tükenmedi. (Ne kadar sattığını sormaya utanıyorum yayınevine.) Saf Hukuk Kuramı’nı hem kendi deneyimim olması nedeniyle hem de ‘Kelsen yahu, Kelsen!’ diyerek veriyorum. Yoksa belki daha hazin örnek, ilk baskısını 2011’de yapan ve hâlâ o ilk baskıyı rahatlıkla bulabileceğiniz Leo Strauss’un Doğal Hak ve Tarih’idir (Çev.: Murat Erşen ve Petek Onur, İstanbul: Say).

Peki bütün bunları niye anlatıyorum? Bir yanda temel hukuk eserlerinin büyük kısmının çevirisinin Türkçede bulunamıyor olması, diğer yanda kimi zaman meraklı okurların, kimi zaman öğrencisinin ufkunu orijinal eserlerle genişletmek isteyen öğretim üyelerinin içine düştüğü zor durum var. Bir yanda hukukçuların kurama ilgisizliğinden yakınmamız, diğer yanda kurama ilgi duyanların elinin altında yeterince kuramsal kitap bulunmaması söz konusu. Bir yanda temel hukuk eserlerinin çevirilerine duyduğumuz acil ihtiyaç, diğer yanda bu ihtiyacı karşılayacak ekonomik koşulların oluşmaması gerçeği bütün çıplaklığıyla karşımızda.

Temel hukuk eserlerinin satılmıyor olmasının basit bir sonucu var: Ne yayıncı ne de ehil çevirmen bulabiliyorsunuz. Son zamanlarda biraz koşulların zorlaması biraz da hakikaten idealist saiklerle temel eserlerin çevirisinde ciddi mesafe kat edildi. Yakalanan bu havayı koruyabilmemiz için yayınevlerinin aldığı riskin azaltılması, çevirmenlerin önünü görebilmesi gerekiyor.

Dilenci gibi mi görünüyorum? Görünmüyorsam bile öyle hissediyorum esasında bunları yazarken. Ama normal şartlarda destek sunması gereken bir kamu yok ortada. Evet normal şartlarda bu tip kitapların finansmanı dolaylı yoldan kamu tarafından sağlanır. Üniversite ve halk kütüphanelerinin bu kitaplardan birer tane alması bile esasında maliyetleri büyük oranda karşılar. Ama kütüphanelerin kitap alma prosedürleri, tercihleri, en küçük krizde ilk tasarrufun kitaptan, sanattan yapılması idealist yayıncıları ayakta tutmaya yetmiyor. Son günlerde Türk Lirasının değer kaybının yanında kitap dağıtım ve satış alanında neredeyse tekel konumuna gelmiş bir ağın el değiştirmesi, en azından kendi alanımdan baktığımda, kuramsal hukuk kitaplarının akıbetini bir miktar karanlığa gömmüş gibi duruyor.

Temel hukuk eserlerinin Türkçeye kazandırılması gerektiğini düşünüyorsanız, entelektüel dünyamızın kuramsal hukuk eserlerine ihtiyacı olduğuna inanıyorsanız, halihazırda yayınlanmış Kelsen’e, Dworkin’e, Fuller’a, Austin’e, Bentham’a, Cardozo’ya, Cotterrell’e sahip çıkmalısınız. Yoksa çevirilerin arkası gelmeyecek, ne çevirmenler bu kitaplara ilgi gösterecek, ne yayınevleri risk alacak. Yapılan ilk baskıların bir an önce bitmesi beklenecek ve ikinci baskıları yapılmayacak.