Trump İran’a saldırırsa…

ABD yaptırımlar ötesinde, hava ve füze saldırılarıyla İran’ın nükleer tesislerini vurmaya kalkışır ve böyle bir operasyona İsrail ve Suudi Arabistan’ı da ortak edecek olursa, işte o zaman İran’ın çok yönlü karşı koyması ve üçüncü başka tarafların müdahalesiyle birlikte bölgemiz kendini yeni bir savaşın içinde bulacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

ABD eski Başkanı George W. Bush’un Saddam Hüseyin saplantısının felaket sonuçlarını Irak ve bölge halkları olarak hâlâ yaşamaktayız. Ancak derler ya “beterin beteri vardır” diye! Nasıl mı? Çünkü Trump iş başında. Zira ısrarla yazmakta olduğu İran senaryosu bölgemizi, hatta tüm dünyayı altüst edebilecek bir seyir içinde.

Başkan Trump ve tescilli şahinler Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ile Dışişleri Bakanı Mike Pompeo üçlüsü adeta bir savaş kabinesi gibi çalışmakta, Suudi Arabistan ve İsrail’in alkışları arasında İran’a tehditler yağdırmaktalar.

Pompeo, Amerika’nın İran stratejisini, aşırı muhafazakâr Heritage Vakfı'nda 21 Mayıs 2018 tarihli gerginlik ve savaş kokan konuşmasıyla ayrıntılı olarak açıkladı. Ve ABD’nin İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesinin nedenlerini tekraren şöyle özetledi:

“Anlaşma Amerikan halkının güvenliğini sağlamamıştır. Dünyayı ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır. Zira, nükleer programa getirilen yasaklar (“sunset” hükümleri) tarihi erken belirlendiği için İran tekrar nükleer silah yapımına kısa bir süre sonra dönebilecek ve Ortadoğu’da nükleer silahlanma yarışına yol açacaktır. Nükleer programı hakkında İran hep yalan söylemiş ve anlaşmayı iyi niyetle imzalamamıştır.

Nükleer anlaşmanın denetim mekanizmaları yeterli değildir. Anlaşma, İran’ın nükleer silah taşıma yetenekli füze geliştirme faaliyetleri meselesine değinmemiştir. Anlaşma nedeniyle İran eline geçen parayı halkı için değil, terör ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmak için kullanmıştır.”

Pompeo daha sonra ABD’nin İran’dan 12 ayrı talebini şöyle sıralıyor:

“Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (IAEA) nükleer programının askeri boyutları hakkında eksiksiz ve denetime tabi bilgi vermelidir;

Zenginleştirme işlemleri sona erdirilmeli ve hiçbir zaman tekrarlanmalıdır. Buna ağır su reaktörünün kapatılması dahildir;

Ülkedeki tüm tesislere IAEA için kayıtsız erişim sağlamalıdır;

Balistik füze faaliyetlerini sona erdirmeli ve nükleer yetenekli füze sistemlerinin atışları ve geliştirilmesini durdurmalıdır;

Geçersiz suçlamalarla tutuklu bütün ABD vatandaşları ile ortak ve müttefiklerimizin tutuklu tüm vatandaşlarını salıvermelidir;

Lübnan Hizbullah’ı, Hamas ve Filistin İslami Cihat örgütleri dahil Ortadoğu’daki terörist gruplara desteğini sona erdirmelidir;

Irak hükümetinin egemenliğine saygı göstermeli ve Şii milislerinin silahsızlandırılması, tasfiyesi ve tekrar entegrasyonuna imkân tanımalıdır;

Yemen’de Huti milislerine askeri yardımını kesmeli ve barışçı bir siyasi çözüm için çalışmalıdır;

Suriye’de komutası altında olan bütün güçlerini çekmelidir;

Afganistan ve bölgede Taliban ve diğer terörist gruplara desteğini sona erdirmeli ve kıdemli El-Kaide liderlerini korumaktan vazgeçmelidir;

İran Devrim Muhafızları'nın (IRGC) dünyada teröristler ve militan ortaklarına desteği sona erdirilmelidir;

İsrail, Suudi Arabistan ve BAE dahil, çoğu ABD’nin müttefiki olan komşularına yönelik tehdit edici davranışlarına son vermelidir. Buna uluslararası taşımacılığa yönelik tehdit ve siber saldırılar dahildir.”

İşte ABD’nin İran’a ültimatomunun ayrıntıları bunlar. Yerine getirilmesi halinde kimi talepler makul sayılabilir olmakla beraber, bütünü itibariyle bu buyurgan ve onur kırıcı bir “teslim ol” çağrısıdır. Ve asıl hedefi İran rejimidir. Dolayısıyla İran tarafından reddedileceği aşikardır. Nitekim Tahran’dan bu yönde net açıklamalar en yüksek düzeyde yapılmış ve ABD’nin tehditlerine meydan okunmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı bu bağlamda kendileriyle aynı hedefleri paylaşan “Avustralya, Bahreyn, Mısır, Hindistan, Japonya, Ürdün, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Güney Kore ve BAE” dahil “birçok ülkeyi” İran’a karşı bu mücadeleye katılmaya davet etmiştir. Türkiye’nin adı yoktur.

Şimdi önemli olan bundan sonra ne olacağıdır? Trump ve İran politikasının savaş yanlısı ustabaşıları Bolton-Pompeo’nun yaklaşımları dikkate alındığında işin sonunun nereye varabileceğini kestirmek hiç de kolay değildir.

Artık görüyor ve anlıyoruz ki Trump fütursuzca dünya dengeleriyle oynamayı marifet bilmekte, başkan olarak ana işlevinin Amerikan silah ve mallarının satışıyla ülkeye para kazandırmak ve bu yolla Amerika’yı tekrar birinci ve büyük yapmak olduğunu sanmakta, demokrasi, insan hakları gibi değerleri hiçe saymakta ve ülkesini batı dünyasında dahi giderek yalnızlaştırmaktadır. Kuzey Kore lideriyle yapılacak zirve konusundaki tutarsız, çelişkili açıklamalarıyla Trump güvenirliğini iyice yitirmiş, bundan sonra her adımına tereddüt ve kuşkuyla yaklaşılacak bir siyasi fenomene dönüşmüştür. Trump’ın Amerika’sı, kurucularının hayallerindeki Amerika değildir.

İran’a gelince, akılcı bir yaklaşımla, İran halkının desteğini dikkate alarak ve ekonomik zorunluluklar nedeniyle anlaşmanın diğer imzacılarıyla birlikte anlaşmayı ayakta tutmaya çalışacak, bunu yaparken Çin ve Rusya gibi küresel oyuncuları, Türkiye gibi bölgesel aktörleri yanında tutmaya gayret edecektir. Nükleer anlaşmanın devamını isteyen Avrupa da hem ABD’ye tepki olarak hem çıkarları nedeniyle İran’la ticari ve ekonomik ilişkileri canlı tutmanın yollarını arayacaktır. ABD-AB ilişkilerindeki hasar büyüyecek, konuya ilişkin görüş ayrılıklarının NATO dayanışmasına da olumsuz yansımaları olacaktır. Nitekim, AB yetkililerinden gelen ilk açıklamalar da bunu göstermektedir. Durumdan vazife çıkaracak olan Suudi Arabistan, fırsat bu fırsat düşüncesiyle Yemen’e daha fazla yüklenecek, İsrail Suriye’ye (büyük olasılıkla ilhak etmek istediği Golan üzerinden) müdahalesini artırabilecek ve Filistin konusundaki uzlaşmazlığını sertleştirerek sürdürecektir. Bu muhtemel gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanacak olan Rusya, bölgede daha da güçlenecektir.

Pompeo bu talepler yerine getirildiği takdirde yaptırımların kaldırılacağı, aksi halde “tarihin en güçlü yaptırımlarının” uygulanacağını ve İran’ın dize getirileceğini ileri sürmektedir. Talepleri yerine getirilmeyen ABD yeni yaptırımlarını devreye sokacak ve gerginliği daha da arttıracak adımlar atacaktır. Ekonomisi zaten ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan, yeni yaptırımlar nedeniyle daha da ağır sorunlar yaşayacağı için, bilinen mizacına uygun olarak, İran’ın tepkileri daha da sert ve somut olacaktır. Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve hatta Afganistan bu tepkilerin yansıyacağı sahalardır. Bu ortamda eğer yaptırımlar ötesinde, ABD hava ve füze saldırılarıyla İran’ın nükleer tesislerini vurmaya kalkışır ve böyle bir operasyona İsrail ve Suudi Arabistan’ı da ortak edecek olursa, işte o zaman İran’ın çok yönlü karşı koyması ve üçüncü başka tarafların müdahalesiyle birlikte bölgemiz kendini yeni bir savaşın içinde bulacaktır.

Türkiye’ye gelince; Filistin-İsrail ve Kudüs meselelerinden farklı olarak ABD-İran anlaşmazlığı ülkemizi ve bölgemizi tehdit eden en büyük tehlikedir çünkü önlenmediği takdirde bölgeyi savaşa sürükleyebilecek bir süreçtir. Bu nedenle meselenin çözümü için Türkiye’nin diplomasinin bütün imkanlarını devreye sokması şarttır. Ankara bu konuda şu ana kadar doğru bir yaklaşım içindedir. Nükleer anlaşmadan memnun olan ve dolayısıyla ABD’nin İran politikasını hatalı bulan Ankara’nın bu doğru tavrını bundan böyle de sürdürmeye devam ettirmesi önemlidir. İlerideki dönemde İran bağlantılı ve gerginliği tırmandıracak İncirlik ve Kürecik’e ilişkin olası ABD taleplerini Türkiye karşılıksız bırakırken, Amerika’ya çözüm yönünde telkin ve tavsiyelerde bulunmalıdır. Aynı zamanda sorunun çözümü ve gerginliğin tırmanmasını önlemek için öncelikle İran’la temaslar sürdürülmeli, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Almanya ve AB’yle işbirliği yapılmalıdır. Müttefik Amerika ile komşu İran arasında Türkiye kendi ulusal güvenliği ve çıkarları doğrultusunda dengeli, barış ve müzakereden yana, soğukkanlı bir politika izlemelidir.

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili