Bir tuhaf toplantı ve liranın çöküşü

Erdoğan'ın Londra'da yol açtığı “skandal” ancak yeni bir ziyaretle telafi edilebilir diye düşündükleri için olsa gerek, AKP şimdi Londra'ya yeni bir ziyaret yapıyor. Yine fon yöneticileriyle, mali sermaye gruplarıyla toplantılar yapılacak. Ne var ki bu kez ziyareti Erdoğan değil, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya yapacak. Bu yatıştırma turlarının bir sonucu olur mu, her şeye tek adamın karar verdiğini gayet iyi bilen bu grupları Şimşek ve Çetinkaya ikna edebilir mi bunu göreceğiz.

Google Haberlere Abone ol

Alp Altınörs*

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Londra ziyaretinde, finans sermayesi temsilcileriyle bir toplantı yaptı. Chatham House'daki kamuoyuna açık toplantının ardından gerçekleşen bu toplantı Erdoğan'ın resmi programında yer almıyordu. Toplantının Bloomberg'de, bir öğlen yemeği formatında yapıldığına dair çeşitli gazete haberleri mevcut. İngiliz geleneklerine göre, Merkez Bankası başkanları veya devlet başkanları, Başbakanlar ile yapılan bu tür “aile ortamı” sohbetlerinin açık olması gerekirdi. Oysa bu toplantı “tuhaf biçimde” gizliydi.

Muhtemelen bu, önemli konuların görüşüldüğü ama basının ve kamuoyunun hakkında hiçbir şey bilmediği toplantılardan birisi olarak tasarlanmıştı. Katılımcıları Templeton, Blackrock gibi mali sermaye fonlarının temsilcileriydi. Fakat anlaşılan o ki, toplantı pek de yolunda gitmedi. Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'de seçim meydanlarında sıkça dile getirdiği “faiz sebep, enflasyon netice” teorisini İngiliz mali sermaye temsilcilerine de anlatması, 24 Haziran'da kazanırsa ekonomiye daha çok müdahale edeceğini, faizleri daha da aşağıya çekeceğini söylemesi, salonda bir soğuk duş etkisi yarattı.

MALİ SERMAYE TEMSİLCİLERİNDE 'ŞOK VE İNANAMAZLIK'

Böylece toplantıya dair çeşitli haberler sızmaya başladı. Devamını Reuters'ın haberinden okuyalım. Finans kapital temsilcilerinin yaşadığı duyguyu “şok ve inanamazlık” olarak tarif ediyordu bu haber. “Piyasaların siyasi hassasiyeti nedeniyle isimlerinin açıklamaması şartıyla konuşan yatırımcılar Reuters'e böylesi kırılgan bir zamanda Erdoğan'ın dünya piyasalarıyla savaşa girme duruşundan ve şevkinden hayrete düştüklerini belirttiler.

Mehmet Şimşek'le kapalı kapılar ardından toplantıya katılmış finans şirketlerinden birisinin yöneticisi şöyle diyordu; “İstediğiniz kadar iç düşman bulabilirsiniz, ama finansal piyasalarla kavgaya girmek isterseniz, bu gerçekte kazanamayacağınız bir kavgaya girmek olur”.

Erdoğan'la toplantıya katılan bir diğer portföy yöneticisi onu “çok dürüst” bulduğunu söylüyordu; “Erdoğan yeniden başkan seçildiğinde faiz oranlarının daha düşük olmasını sağlayacağını, zira yüksek faiz oranlarının enflasyona yol açtığını söyledi. Bu görüşe katıldığımdan emin değilim.

O piyasanın bir spekülatörler güruhu olduğunu düşünüyor, ve bunlar onun kitlesi değil, onun dinleyici kitlesi, Türkiye'deki sıradan insanlar ve onların daha düşük faiz oranlarına ihtiyacı var” diyordu Erdoğan'la toplantıya katılan fonlardan bir diğerinin yöneticisi. “Ne demeye Londra'ya gelip kurumsal yatırımcılara duymak istemedikleri şeyleri söylersiniz ki?” diye soruyordu bu yönetici.

Erdoğan bu görüşlerini, toplantının hemen ardından Bloomberg TV'de yayınlanan röportajında da vurgulu biçimde yineledi. Yani ortada bir dil sürçmesi yoktu. Faiz sebep, enflasyon neticeydi, 24 Haziran sonrasında para politikasında daha büyük sorumluluk üstlenecekti, her ne kadar merkez bankası bağımsız olsa da, halka hesap veren başkan olacağı için onun verdiği sinyallere göre hareket etmesi gerekecekti. Hatta Erdoğan, söyleşi boyunca kullandığı yegane İngilizce kelimeyi (Yes) “merkez bankası ve para politikası konusunda başkanın etkisi daha mı fazla olacak?” sorusunu yanıtlamak için kullandı.

Oysa fon yöneticileri, muhtemelen önceki toplantılarında olduğu gibi “ne isterseniz verelim, yeter ki bizi destekleyin” tonunda bir konuşma duymayı bekliyorlardı. Böylece onlar da OHAL'i, insan hakları ihlallerini, tutuklu gazetecileri, Kürt halkına yapılan baskıları vb. görmezden gelecek, kârlarına bakacaklardı. Ne de olsa Erdoğan onlara müthiş kârlar sağlamış ve sağlamayı da vaat eden bir “Güçlü Adam” (Strong Man) idi. Fakat bu kadarı da çoktu! Bunu asla kabul edemezlerdi.

14 Mayıs toplantıları uluslararası mali sermaye temsilcilerinin Erdoğan'ın olası başkanlığının ağır maliyetleriyle yüzleştiği bir an oldu diyebiliriz. Oysa “piyasalar” baskın seçimi “satın almış”, hemen ardından gelen merkez bankasının 75 baz puanlık faiz artırımı ile ortam ısınmış, küresel piyasalar Erdoğan'ın yeni bir başkanlık dönemine hazırlanmaya başlamıştı. 14 Mayıs'ta bütün bunlar bir anda tam tersine döndü. Mali sermayenin kırmızı çizgilerinden birincisi merkez bankası bağımsızlığı, ikincisi de popülizmin para politikasına etki edememesidir. Bu ikisi de açıkça çiğnendiği gibi, Erdoğan'ın faiz karşıtlığının İslamcı yaklaşımlarından kaynaklandığı izlenimi de fon yöneticilerine hakim oldu. Tabii, arka planda her daim var olan, kayyım atamalarıyla şirketlere el konmasının yarattığı kaygılar da eklenmeli. Sonuç, TL'nin durdurulamayan değer kaybı ve 23 Mayıs'ta tam anlamıyla çöküşü oldu. Merkez Bankası'nın yüzde 3'lük faiz artırımı bile artık TL'nin çöküşüne engel olamıyordu.

Aynı akşam Erdoğan yaptığı konuşmada “Türkiye serbest piyasa ekonomisini tüm kuralları ve kurumları ile uygulayan bir ülkedir. Bugün olduğu gibi yeni yönetim sisteminde de para politikalarında küresel yönetişim ilkelerine bağlı kalmayı sürdüreceğiz ama küresel yönetişim biçimlerinin de ülkemizi bitirmesine müsaade etmeyeceğiz.diyordu.

Peki Erdoğan Londra'da bu konuşmaları neden yaptı? Şimdiye kadar hep yaptığı gibi; halka faiz karşıtı konuşmalar yaparken mali sermaye gruplarına “siz ne derseniz o olacak” niye demedi? Her ne kadar Erdoğan'ın bilinen aşırı özgüveni, kibri ve Türkiye'de en büyük sermaye gruplarının bile ona açıktan itiraz etmeyi bırakmış olması birer etken olabilirse de, bunu sadece Erdoğan'ın kişisel egosuna bağlamak fevkalade büyük bir hata olur. Kanımca burada iki etken rol oynadı. Birincisi, Erdoğan'a dolaysızca bağlı olan sermaye grubunun (MÜSİAD) böyle bir faiz artırımıyla yıkıma uğrayacak olmasıdır. İnşaatta konut balonu her an patlayabilir. Böyle bir faiz artırımı konut satışlarını azaltarak “eski mücahit yeni müteahhit” grubu iflasa sürükleyebilir. İkincisi ise, faiz artışının AKP'nin dayandığı borç çarkını felce uğratabileceği endişesidir. Zira AKP altında vatandaşın gelirleri erise de borçlanma kanalları hep açık tutuldu. Kredi kartı, tüketici kredisi, ev kredisi vb. borçlanmaları yoluyla hane ekonomileri ayakta kaldı. Faiz artışı bu “afyon etkisini” azaltarak vatandaşlara ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu daha çıplak biçimde hissettirebilirdi.

Neticede Erdoğan-AKP iktidarı her iki bakımdan da iflas etti. Hem TL değeri çöktü, hem faizler 3 puan artırıldı, hem de faiz artışı dahi TL'nin değer kaybını durdurmaya yetmedi.

Erdoğan'ın Londra'da yol açtığı “skandal” ancak yeni bir ziyaretle telafi edilebilir diye düşündükleri için olsa gerek, AKP şimdi Londra'ya yeni bir ziyaret yapacak. Yine fon yöneticileriyle, mali sermaye gruplarıyla toplantılar yapılacak. Ne var ki bu kez ziyareti Erdoğan değil, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya yapacak (28-29 Mayıs). Bu yatıştırma turlarının bir sonucu olur mu, her şeye tek adamın karar verdiğini gayet iyi bilen bu grupları Şimşek ve Çetinkaya ikna edebilir mi (hele de Şimşek'e milletvekili listelerinde yer verilmemişken) bunu göreceğiz. Erzurum mitinginde finans sektörüne yönelttiği tehditlere bakılırsa, Erdoğan'ın geri adım atmaya pek de niyeti yok gibi görünüyor. Yine bu mitingde vatandaşları yastık altındaki dolar ve euroları TL'ye çevirmeye çağırdığına göre, döviz bozdurma kampanyaları yeniden başlayacak demektir. TL'nin çöküşü bir kez daha dış düşmanlara, Hristiyan-Yahudi faiz lobilerine bağlanacak, AKP'nin yol açtığı felaketlere toplumdan yükselen homurtular “dışa” yöneltilecektir.

Ama kesin olan bir şey varsa, o da Erdoğan'ın kendi kapitalist grubunu savunmak adına faize asılmasının Türkiye kapitalizminin dengelerini alt üst ettiği ve zaten kapıda olan mali krizi (kapıyı bizzat açarak) içeriye davet ettiğidir. Şimdi AKP bir koldan Londra yollarına düşerek mali sermayeye “ne istediniz de vermedik” diyecek, diğer koldan ise seçim meydanlarında “dış güçler Reis'i yemek istiyor” demagojisiyle oy toplamaya çalışacaktır.

Erdoğan'ın Londra'da katıldığı tuhaf toplantı ve burada sergilediği tavrın Türkiye halklarına maliyeti ağır olmuştur. Hem TL çökmüş ve sokaktaki vatandaşın geliri erken seçim ilanından bu yana yüzde 17 eritilmiştir, hem de faiz yükseltilerek esnafa darbe indirilmiştir.

Gıda enflasyonunun yüzde 14'ü bulduğu, cari açığın 55 milyar dolar, bütçe açığının 47.4 milyar TL olduğu, özel sektörün döviz borcunun 295 milyar dolar seviyesine çıktığı, banka mevduatlarının neredeyse yarısının döviz cinsinden tutulduğu bir ülkede, Erdoğan'ın iktidarda kalmasının yegane yolunun uluslararası mali sermayeye her istediğini vermekten geçtiğinin açık bir ispatı oldu bu yaşananlar.

*HDP eski Eş Genel Başkan Yardımcısı