Almanya dünyanın gözüne batıyor

Almanya’nın 2017 yılı cari fazlası yüzde 7.8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Genelde neoliberal politikaları savunan Avrupa Komisyonu ve IMF ise uluslararası ekonomik dengesizliğin azaltılması adına iç talebi ve ithalatı artırması yönünde Almanya’yı uzun süredir uyarmaktadır. Bu tablo karşısında ortaya çıkan sonuç, Alman ekonomisinin muhteşem gücünün olumsuz sosyo-politik etkileri olarak görülmelidir.

Google Haberlere Abone ol

Tamer İlbuğa* - [email protected]

Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in ABD Başkanı Donald Trump’ı ziyareti öncesi ve sonrası, Alman basınında ilginç yorumlar yapıldı. Çünkü Merkel ilk Washington ziyaretinde Trump’la tokalaşmak için elini uzatmış ama Trump onun elini sıkmamış ve Merkel’in eli havada kalmıştı. Trump ve Merkel’in karşılaşma anlarına ilişkin haberler, Merkel’in havada kalan eli, o dönem basında önemli yer tutmuştu. Washington’a ikinci kez gidecek olan Merkel’in yapacağı geziden birkaç gün önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron Washington’da Trump’la bir araya geldi. Macron bu ziyaretinde Trump tarafından çok sıcak karşılandı ve bu sıcak karşılama anlarına ilişkin görüntüler hem dünya hem de Alman basınında önemli yer tutunca, gözler Merkel’in Trump’la Washington’daki ikinci karşılaşma anına çevrildi. Ancak bu kez Trump ve Merkel karşılaşması beklenilenin aksine daha mesafeliydi ve Trump Merkel’e karşı aşağılayıcı bir tutum sergilemedi.

TRUMP BU DEFA MESAFELİYDİ

Trump’ın Merkel’e karşı yukarıda sözünü ettiğimiz olumsuz ya da mesafeli tutumunda iki önemli neden yatmaktadır. Birincisi Almanya’nın ABD’ye karşı elde ettiği yüksek ticaret fazlası, ikincisi ise Almanya’nın savunma bütçesinin düşük olması ve dolayısıyla savunma maliyetinin NATO üzerinden ABD’ye yüklendiği yönündeki argüman. Tabii Trump’ın bu yönde Almanya’ya yönelik eleştirileri ise çoğu Alman medyasında olumlu olarak değerlendirilmektedir. Özellikle Almanya’nın önde gelen Frankfurter Allgemeine Zeitung ve Die Welt gibi muhafazakâr gazeteleri de Trump’ın Almanya’nın savunma bütçesinin düşük olduğu yönündeki eleştirisini haklı bulmaktadırlar.

Elbette muhafazakâr kesimin savunma bütçesinin artırılması konusunda bir tutum sergilemesi anlaşılabilir. Ancak Almanya için neredeyse kutsal bir statüye sahip olan ticaret gücünün eleştirilmesi şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü Almanya ekonomisinin dış ticarete bağımlı olmasının altında yatan nedenler izlenen neoliberal politikalardan kaynaklanmakta ve bu politikalar liberal-muhafazakâr kesimin önde gelen basın organları tarafından da savunulmaktadır.

Almanya’nın ticaret rakamlarına bakıldığında şöyle bir tablo öne çıkmaktadır: Uzun zamandır Almanya’nın ihracatı bir trilyon euroyu geçerek senelik 240 milyar euro dış ticaret fazlası vermektedir. Almanya ABD’ye ve birçok ülkeye uzun zamandır aldığından çok daha fazlasını satmaktadır. Örneğin Almanya 2017 yılında ABD’ye karşı 50 milyar euro dış ticaret fazlası gerçekleştirirken, hemen ardından ikinci sırada 40 milyar euroyla Fransa yer almaktadır.

AVRUPA KOMİSYONU VE IMF ALMANYA’YI UYARDI

Almanya’nın 2017 yılı cari fazlası yüzde 7.8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Genelde neoliberal politikaları savunan Avrupa Komisyonu ve IMF ise uluslararası ekonomik dengesizliğin azaltılması adına iç talebi ve ithalatı artırması yönünde Almanya’yı uzun süredir uyarmaktadır. Bu tablo karşısında ortaya çıkan sonuç, Alman ekonomisinin muhteşem gücünün olumsuz sosyo-politik etkileri olarak görülmelidir.

Bu duruma bir de Almanya’nın Avrupa Birliği politikası üzerinden bakarsak, Almanya AB’nin özünde liberal ilkelere dayanan ekonomik bir birlik olmasını/kalmasını öne çıkarırken, aynı zamanda AB’nin bir dayanışma birliği olma yolunda ilerleyerek siyasi bir birlik olmasını engellemektedir. Oysa geçen yıl Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağcı partinin iktidara gelme olasılığının ciddi bir şekilde artması ve sözü edilen aşırı sağcı bir partinin iktidara geldiğinde AB’nin sonunun yakın olacağı yönündeki kaygı ve tartışmalar Almanya tarafında çok çabuk unutulmuş görünmektedir. Çünkü Emmanuel Macron’un AB yanlısı bir politikayla cumhurbaşkanı seçilerek, AB’nin reform edilmesi yönündeki planları daha çok Berlin tarafından bloke edilmektedir. Bu tutumuyla Almanya dayanışmayı reddederek bir ekonomik milliyetçilik politikası yürütmektedir. Aslında güçlü ve istikrarlı bir AB’den en fazla faydalanan ülkelerden biri olarak Almanya uzun vadede kendi çıkarlarına karşı gelmektedir.

Bu durumda Almanya’nın sosyo-ekonomik açıdan izlemesi gereken iki önemli politika çizgisi söz konusudur: Birincisi iç talebi canlandırmak. Bunu devlet iç talebi ve transfer hizmetlerini yükselterek, sosyal yardımları, asgari ücreti, istihdamı vs. artırarak sağlayabilir. İkincisi, altyapı yatırımlarının artırılması. Yani daha fazla ithalat yapmak ve cari fazlayı azaltmayı sağlamak yönünde politikalar izlenmesi gerekmektedir. Birçok araştırma sonucuna göre, Almanya’nın kamu alanında, örneğin 2017 yılında yapılması gereken ama yapılmayan yatırımların 127 milyar euro olduğu belirtilmektedir. Bu gerçekleşmeyen yatırımlar içinde köprüler, yollar, okullar ve çevre gibi birçok alan bulunmaktadır.

'SİYAH SIFIR' POLİTİKASINDA ISRARCILAR

Almanya’nın bu politika değişikliğini yapabilmesi için 2009’da anayasal seviyede düzenlenen “borç freni” maddesinin değiştirilmesi gerekmektedir. “Borç freni” ülkenin çok kısıtlı oranlar üzerinde ek borç almasını yasaklayan maddeye verilen isimdir ve bunun Alman kamuoyundaki yaygın ismi “siyah sıfır”dır. Bunun anlamı ise bütçenin borçlanmadan, harcamalarda kesintiye giderek dengelenmesidir.

Yeni hükümetin sosyal demokrat maliye bakanı Olaf Scholz “siyah sıfır” politikadan vazgeçmeyeceğini söylemiş ve bu yöndeki tutumunu da 2019 bütçe taslağında kamu yatırımlarının azaltılmasıyla göstermiştir. SPD geçen seneki seçimlerde aldığı tarihi yenilgiden sonra bir yenilenme süreci başlattı ve sürecin merkezine de dayanışma kavramını yerleştirdi. Ancak baktığımızda hükümetteki SPD tam tersi politikalar izlemekte. Örneğin Almanya’da yüzde 5.7 seviyesindeki diğer Avrupa ülkelerine göre düşük işsizlik oranına bakıldığında bunun bir başarı hikâyesi olarak okunabileceği açıktır. Ancak yeni ortaya çıkan istihdam olanaklarının yaklaşık yüzde 75’inin güvencesiz, düşük ücretli alanlarda gerçekleştiğini ve böylece de 2000’li yıllarda SPD tarafından başlatılan sürecin yeni bir prekarya yarattığını görüyoruz. Bununla birlikte Almanya’da ortalama net maaşların 1900 euro ve en zengin 45 kişinin servetinin nüfusun yarısınınki kadar olduğunu unutmamak gerekir.

Parti içi tartışmalarda sol kesim bu neoliberal politikalardan çok rahatsızdır ve parti yönetimini de politika değişikliğine gitmeye zorlamaktadır. Ancak bu partiden gelen baskı hükümetin sosyal demokrat maliye bakanına etki etmiyor. Adeta fetişleştirilmiş bir “siyah sıfır” politikası, neoliberal düşünce yapısının toplumun önemli bir kesiminde karşılık bulduğunu göstermektedir. Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Yanis Varufakis bu durumu “bütçe açığı fobisi” olarak tanımlamaktadır.

MUHAFAZAKÂRLARIN TAKTİKLERİ

Sonuç olarak, Alman kamuoyunun liberal/muhafazakâr kesiminin Trump’ı sakinleştirmek için Almanya’nın ABD’ye karşı dış ticaret fazlasının azalmasını istemesini taktiksel bir yaklaşım olarak değerlendirebiliriz. Çünkü genel olarak hem AB politikalarında hem de ekonomi politikasında neoliberal çizgiden uzaklaşılması kesinlikle istenmemektedir.

Savunma bütçesinin artırılması yönünde bu çevreler tarafından baskı uygulanmakta ve Trump’ın da “desteğini” kullanarak 2019 bütçesinden daha fazla pay almaya çalışmaktadırlar. Rusya’yla yaşanan sorunlar nedeniyle de Almanya’nın genel olarak dünya çapında ve özel olarak da Avrupa düzeyinde daha fazla sorumluluk alması istenmektedir. Alman sağının ülkenin ekonomik gücünden kaynaklanan “gönülsüz hegemon” pozisyonundan bir tür gönüllü/istekli önderlik pozisyonuna geçme arzusunun güçlü olduğunu biliyoruz.

*Tamer İlbuğa, 1970 Avanos doğumlu. 2001’de Hamburg Hochschule für Wirtschaft und Politik’ten mezun oldu. 2001’den 2007’ye kadar Hamburg’da STK’larda göç üzerine çalıştı. 2008-2017 arasında Akdeniz Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümünde ilk önce proje koordinatörlüğü yaptı ve son beş yılda da AB ve Almanya ile ilgili dersler verdi.