Nietzsche okumak seks rutininizi nasıl değiştirebilir?

Kendi erotik maceranızın peşinden sürüklenmek için, pekâlâ Nietzsche elzem ve kritik bir uğraktır ve fakat bu serüvene başlamazdan evvel Nietzsche ile yetinmek, “yokuşu tırmanmadan yokuşu geride bırakma” kurnazlığıdır.

Google Haberlere Abone ol

Hamza Celâleddin/[email protected]

Faber est suae quisque fortunae…*

Felsefe, insan yaşamı için bir yol gösterici yâhût toplumlar için bir “dizayn edici” olmamakla birlikte −her ne kadar Platon bu işe soyunmuş görünse de−, zihinlerimize doğru hücuma kalkmış “politik özne”nin; erotik serüvenimize burnunu sokmasına (bkz: Litvanya Reisi, “en az üç çocuk”) ve bütün erotik serüvenimizi “penis” üzerine kurgulamasına (bkz: Aşağı Belarus’ta otorite yanlısı bir türkücü, “siz de mini etek giyip sokağa çıkarsanız…”) itiraz etmekle tarihsel olarak yükümlüdür. Politik özne tarafından bireylere ve toplumlara dayatılan “ahlak”, insanın saldırgan erotik sevinçlerini törpülemekle yetinmez; bununla birlikte, onu “yeryüzü-için-varlık” olmaktan çıkararak, “yeryüzünde-varlık”a dönüştürür. Tarihteki bütün otoriteler için oldukça kullanışlı bir enstrüman olarak “ahlak” (ki otoritenin kendisini nâzarif kalabalığa onaylatma ihtiyacı hissettiği zamanlarda –diyelim ki sözde “seçim” zamanlarında− bu sözcüğü daha sık işitmemiz mümkündür); insanın, vahşî erotik macerasından “toplum yararına” vazgeçmesini salık vererek, cinsel organını otoriteye kayıtsız-şartsız teslim etmesi gerektiğinin altını çizer (örneğin “evlilik kurumu” büyük bir toplumsal uzlaşı sonucu bu teslim töreninin karnavallaşmasıdır). Gel gelelim, Oscar Wilde’ı Lord Douglas ile olan ilişkisinden dolayı mahkûm eden de, Abélard ile Héloïse’in bedenlerini “yeryüzünde iki parça” kılan da, Sappho’yu tarihsel akışta esir eden de, Rimbaud ve Verlaine şiirlerini ahlakî bir süzgece sokan da ve Roşin’i 14 kurşunla katleden de aynı kaba otoriteryen aklın ürünüdür. Oysaki bireyin, bir seks reçetesine gereksinimi yoktur; bireyin gereksinimi olan şey, ahlakla olan ilişkisini kendi adına kurgulamayabilme hürriyetidir. Bu hâlde ise karşımıza entelektüel bir ihtiyaç çıkar: Kendi erotik maceramızın yazgı kurucusu olarak; Nietzsche’nin perspektivizmine, istencin savurgan kimliksizliğine ve “bedenin oradalığı”na bir seyahat ihtiyacı...

Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra?**

Evvelâ, Nietzsche’nin erotik serüvenine ilişkin birçok söylenceyi dillendirmek mümkündür: Nietzsche’nin aslında bir homoseksüel olduğu (öyle ki pek yakın dostu Paul Rée ile erotik bir birlikteliğinin olabileceği), bir genelev müdavimi olduğu (ki onu ölüme sürükleyecek olan frengi hastalığına da bu sebepten yakalanmış olabileceği) ya da cinsel anlamda pek beceriksiz olduğu (ki buna inanmamız erotik garâbetimiz olurdu) bu söylencelerin en önde gelenleridir. Her ne kadar spekülasyon olarak tarih, felsefe tarihinin önemli bir parçası ise de, bu noktada farklı bir epistemik yol izlememiz gerekebilir. Nietzsche’nin yaşam pratiği, sadece Nietzsche’yi bağlayan bir hakikatler bütünüdür ve onun da bahsedeceği üzere herkes kendi perspektifinin peşinden koşmakla yükümlüdür. Herkesin erotik macerası, tarih içinde, “orada” kendi maceraperestini beklemektedir. Nietzsche gidip “oradan” kendi macerasını almıştır ve onun macerası bize mimetik bir alan açmaz; bilakis kendimizi gerçekleştirmemizin olanağını sunar. Ecce Homo’nun önsözünde şöyle der, cancağızımız: “Henüz kendinizi aramamıştınız: bu sırada beni buldunuz. (…) Şimdi beni kaybetmenizi ve kendinizi bulmanızı istiyorum sizden…” Öyleyse herkes kendi erotik macerasının izsürücüsü olarak yollara koyulmalıdır; muhtaç olduğunuz kudret, saldırganlık ve vahşîlik ise damarlarınızdaki “sıradan kan”da mevcut ve −sıradan olmasını dışlamayacak şekilde− biriciktir. (Bu pasaj Gottfried Benn’in Tehdit şiirinden şu dize ile nihayetlenmelidir: “Kanına yakın olmak ne güzel!”)

Öte yandan Nietzsche, sizi kendi erotik maceranızı aramanız için yüreklendirmekle de kalmaz; otoritenin ördüğü devasa korku duvarını da tek başına yıkmaya kalkışarak “Tanrı öldü!” hakikatini tarihe ilân eder. Bu yürekli ilânın anlamı ise şudur: “Tanrı öldü” ve herkesin cinsel organı Tanrı’nın kucağından fırlayıp etrafa saçıldı. “Tanrı öldü” ve otoritenin başımızın üzerinde sallandırdığı korkunç kılıç büküldü. “Tanrı öldü” ve herkesin hakikati patlamaya hazır birer bomba olarak avuçlarında beliriverdi. Bu hâlde herkes kendi hakikatini içten bir serüvene dönüştürmek üzere acele etmelidir.

Lâkin bir dakika…

Kendi erotik maceranızın peşinden sürüklenmek için, pekâlâ Nietzsche elzem ve kritik bir uğraktır ve fakat bu serüvene başlamazdan evvel Nietzsche ile yetinmek, “yokuşu tırmanmadan yokuşu geride bırakma” kurnazlığıdır. Bu hâlde ise, bilgece zarif Schopenhauer’un, dehşetli peygamber Bataille’in, erotik anlatıcı Sappho’nun, erotik yürüyüşçü Rimbaud’nun, Nietzsche’nin yazgıdaşı Baudelaire’in ya da çıldırmanın mâhiri Hölderlin’in (belki Sartreyen hürriyet hissinin ya da dahası, Kierkegaardyen melankolinin) yolları da elbet, pek özenle aşındırılmalıdır. Son olarak; Flora Hanım’ın erotik macerasına ilişkin bir notla bitirmek isterim: Biliyorsunuz, kendisi iyi bir Hegelci olmasına rağmen, iyi de bir Nietzsche okurudur. Bir süredir beğendiği kedi bireyle sürdürdüğü erotik macerası, zannederim ki annelik ile neticelenmek üzeredir (şimdilik diye ekliyor). Kendisini kutluyor, sizin hesabınıza da patilerinden öpüyorum…

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Nietzsche yâr, Camus yardımcınız olsun…

Notlar:

*Appius Cladius Caecus, “Herkes kendi yazgısını yaşar.”

**Charles Baudelaire, Maesta Et Errabunda, Çeviren: Sait Maden.