'İş garantisi' vaadi verecek parti yok mu?

Hem işsizlik ve gelir dağılımının iyileştirilmesi hem de talep yönetiminde istikrarın sağlanması adına en önemli kurumsal önerilerden biri olarak öne çıkıyor iş garantisi. Sanders’ın gündemine aldığı versiyona göre, çalışmak isteyen her bireye asgari ücret düzeyinde iş sağlamayı garanti eden bir kamusal sistemden söz ediyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Özlem Albayrak

Duvar’daki yazısında Ümit Akçay İyi Parti’nin hanelerin borçlarının silinmesi vaadini haklı olarak doğru ancak eksik bir yönelim olarak ifade etmiş, vaadin “neoliberal makro ekonomik modelin dışına çıkmanın, çalışanların gelirlerini artırıcı ve onları kurumsal ve siyasal olarak güçlendirici bir programın parçası ise anlamlı” olabileceğini yazmıştı. Bu yazı, çalışanların gelirlerini artırıcı ve onları kurumsal ve siyasal olarak güçlendirici bir program için 'iş garantisi' (İG)önerisini tartışmaya açıyor.

ÖNERİNİN BAĞLAMI

İş garantisi Post-Keynesyen iktisatçıların özellikle krizden beri sürekli gündeme getirdikleri ve ABD’de Bernie Sanders’ın da benimsemesi ile dikkat çeken bir iktisadi çözüm önerisi. 2008 yılında önce ABD sonrasında ise Avrupa’da özel kesim, özellikle de hanehalkları borçlanmasına dayalı, finansal Keynesyenizm (1) olarak da adlandırılan ekonomik modelin krizle sonuçlanmasıyla iş garantisi gibi “radikal” öneriler konuşulabilir hale geldi.

Krize kadarki dönem reel ücretlerin bastırıldığı, işgücü piyasalarının esnekleştirilerek sendikalaşmanın zayıflatıldığı, çalışanların pazarlık gücünün düştüğü bir dönemdi. Bu politikalar tüm dünyada üretilen katma değer içinde ücret payının son 40 yıldır sürekli düşmesine neden olurken, sermayenin payı sermaye lehine vergi politikalarının da büyük katkısıyla arttı ve gelir ve servet eşitsizliğinde hiçbir kesimin göz ardı edemeyeceği artışlara neden oldu.

HANEHALKININ BORÇLANDIRILMASI

Temel ekonomik teori bize tüketim eğilimi yüksek kesimlerin üretimden aldıkları payın sürekli düştüğü ortamda (istikrarlı ve güçlü bir dış talebin yokluğunda) kronik talep eksikliğinin ortaya çıkacağını söyler. Son 25 yılda bu kronik talep eksikliği borçlanma ile kapatılmaya çalışıldı. Türkiye’de de hanehalkları 2002’den beri borçlandırılmış ve şu anda hane borçları kullanılabilir gelirlerin yüzde 45’i düzeyine kadar çıkmıştır. Bu nedenle partilerin hane borçlarının silinmesi ya da yeniden yapılandırılmasına yönelik vaatlerde bulunmaları sürpriz olmadı. Ancak borç silinmesi Akçay’ın da belirttiği gibi haneleri kısa dönemde rahatlatsa da sonraki dönemlerdeki borçlanmaların önüne geçemeyecektir. Bu nedenle borçların silinmesi önerisinin, hanelerin ancak borçlanma ile tüketebilmelerine neden olan düşük ücret, işsizlik ve güvencesizlik sorunlarına çözüm olacak ve çalışanları güçlendirecek alternatif bir program ile desteklenmedikçe, kalıcı bir çözümün parçası olması beklenemez.

EVRENSEL GELİR Mİ İŞ GARANTİSİ Mİ?

Hem işsizlik ve gelir dağılımının iyileştirilmesi hem de talep yönetiminde istikrarın sağlanması adına en önemli kurumsal önerilerden biri olarak öne çıkıyor iş garantisi. Sanders’ın gündemine aldığı versiyona göre, çalışmak isteyen her bireye asgari ücret düzeyinde iş sağlamayı garanti eden bir kamusal sistemden söz ediyoruz. Gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele ve kısa vadeli efektif talep yönetimi için önerilen evrensel gelir ve diğer sosyal yardımlardan farklı olarak İG sadece ekonominin daraldığı dönemlerde devreye girecek kısa dönemli bir istikrarlandırıcı olarak ele alınmıyor.

İş garantisi, sadece işsizlik, gelir dağılımı ve yoksulluğu değil, uzun dönemli işgücüne katılım seviyesinin düşmesi nedeniyle ortaya çıkacak kayıpları (uzun süre iş bulamayan bireylerin iş aramaktan vazgeçmesi nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kayıp), enflasyonu ve istikrarlı iç talebi ve orta ve uzun dönemli büyümeyi etkileme gücüne sahip bir enstrüman olarak öneriliyor. İG, evrensel gelir gibi araçlardan farklı olarak işsizliğin azaltılmasıyla çalışanların pazarlık güçlerini artıracak, sendikalaşmayı teşvik edecek ve ortalama ücret seviyesini de yükseltecek bir proje olarak öne çıkıyor.

Ayrıca yoksullukla mücadele için kullanılan ve AKP döneminin en önemli özelliklerinden biri olan kamusal yardımların “politik borçlanma” aracı olarak oya tahvil edilme olanağını da sınırlandırıyor. Vurgulamak gerekir ki İG’nin çeşitli nedenlerle İG kapsamında yaratılan işlerde çalışmak istemeyen yoksullar için diğer sosyal yardımlarla ya da evrensel gelir ile desteklenmesi gerekiyor. Bu anlamda diğer sosyal hizmet ve yardımların tamamen kaldırılması öngörülmüyor.

Önerinin en önemli potansiyel sonucu finansallaşmanın hanehalklarına uzandığı son 20 yılda borçlanma ile itelenen tüketim talebinin borçlanmaya ihtiyaç duyulmadan istikrarlı biçimde yönetilmesini vaat etmesi. İstikrarlı tüketim talebinin sonraki dönemde üretim kesiminde belirsizlikleri azaltarak artışa neden olacağı ve İG sisteminden yararlanan sayısının zaman içerisinde azalacağı öngörülüyor. Üretimdeki artış gelir ve dolayısıyla da vergi hasılatında artış yaratacağı için finansman sorunu da çok sıkıntı yaratmadan sonraki dönemlerde çözülüyor. Hâlâ “kaynak nereden” diye soracaklara, uygulanan vergi politikalarını ve 2009’dan beri özel kesime verilen teşviklerin, hazine garantili yap-işlet projelerinin, saray harcamalarının peşine düşmelerini öneriyorum.

ANA AKIMIN DIŞINA ÇIKMAK

Ancak bu programın düşünülebilmesi için iktisadi perspektifin ciddi anlamda değişmesi, tam istihdam hedefini merkeze koyan bir iktisadi perspektife yönelinmesi gerekiyor. 1980’den beri işsizliği normalleştiren, işsizlik sorununu sistemik bir başarısızlık yerine bireyin kabahati olarak gören yaklaşımı da terk etmek gerekiyor. Türkiye 2001 krizine tepki olarak getirilen enflasyon hedeflemesi ile tam istihdam hedefini gözetmeyen, fiyat istikrarını temel alan parasalcı ekonomik politikaları tercih etti. Bu ekonomik politikaların temel kabullerinden biri doğal işsizlik oranı ya da enflasyonu hızlandırmayan işsizlik oranıdır.

Buna göre her ekonomi uzun dönemde belli bir “doğal” işsizlik oranına sahiptir ve işsizliği bu oranın altına çekmeye niyetlenen her politika enflasyon yaratacaktır. Merkez Bankası uzmanları Türkiye’nin doğal işsizlik oranını yüzde 9 olarak hesaplamış durumdalar. Böyle bakınca, 15 yıllık AKP döneminin işsizlik konusunda çok başarısız olmadığı, hatta işsizliğin çalışanlar için bir tehdit olarak kullanılmasıyla üretim maliyetlerinin sınırlandırılıp, fiyat istikrarının sağlanmasında gayet işe yaradığını dahi söylemek mümkün. Bu lüksten ve sosyal yardımların oy kazanma aracı olarak kullanılmasından vazgeçip, çalışanları hem ekonomik hem de politik olarak güçlendirecek bir proje olarak iş garantisine sağ, muhafazakar ve milliyetçi partilerin cesaret etmesi beklenmez. Ama olur da böylesi politika önerileri, dünyanın herhangi bir yerinde hayata geçirilecek olursa, egemen ekonomi politikalarında ciddi bir kırılma anlamına geleceği açıktır.

(1)  Finansal Keynesyenizm ile, talep yönetiminin kamu eliyle maliye politikaları aracılığıyla yapılması yerine faizin temel araç olarak kullanıldığı para politikaları ile yönlendirilen finansal sisteme bırakılmasına işaret edilmektedir.