İntihar etmezden evvel okumanız gereken yedi felsefe kitabı

Bahsi geçen tüm kitaplar; gerek onları yazan bedenlerin ölümle ilişkileriyle gerekse de metinlerde hüküm süren yazgısal coşkun pesimizmle müthiş rehberler olarak görülmelidir. Yaşamın bir tarihi varsa (bunda uzlaşma arayışı yok), elbette ölümün de bir tarihi vardır ve işte ölümün en yalın tarihsel izleği bu kitaplardır (ve şüphe yok, daha fazlası da vardır).

Google Haberlere Abone ol

Hamza Celâleddin/[email protected]

Optima sors homini natum non esse, nec unquam,

Adispexisse diem, flammiferumque jubar.

Altera jam genitum demitti protinus orco,

Et pressum multa mergere corpus humo. (Theognis)*

Geçen haftalarda “Okumadan ölmeniz gereken beş felsefe kitabı” başlıklı bir yazı kaleme almış (“kaleme almak” ifadesini özellikle kullanıyorum ki Hegelci hücuma karşı bir an evvel hakikatli bir siper alabileyim) ve ilginç şekilde birçok olumlu/olumsuz eleştiri ile karşı karşıya kalmıştım. Berkeley felsefesinin bir solipsizm olup olmadığı ya da en basitinden Hume’un nedensellik eleştirisinin bir kurgusöküm sayılıp sayılamayacağı minvalinde “gündelik” tartışmaların yaşandığı Türkiye gibi bir ülkede (solem lucerna non ostenderent), böylesi “bayağı-sevecen” ve “indirgemeci” bir yazının bu denli yoğun bir toplumsal etkileşime girmesi ve eleştiriye “lâyık” görülmesi her ne kadar üzücüyse de; yazıya yönelmiş ve yazarını (evet, tabii, beni) tedirgin edecek ölçüde incelikle kurulmuş, son derece zarif bazı eleştiri yazıları da bir o kadar sevindiriciydi. Gazete Duvar yazarlarından Gülgün Türkoğlu, benim yazıma cevaben (tüm kabalığım ile cevaben diyorum, çünkü “cevap” olamayacak kadar zarif bir yazıydı) “Her gün ölmemek için okumanız gereken üç kitap” isimli bir karşı-eleştiri yazarak, son derece zarif ve zekice ataklar ile, Hegel ve Aziz Yardımlı’nın tarafımca kırılmış olan onurlarını mahir ellerle onardı. Ve yine ne kadar incedir ki; yazısını Hegelci bir engin nezaket örneğiyle, “kendinizi okuyun” diyerek ve “lâyıkıyla” ifadesinin altını çizerek nihayetlendirdi. Buradan kendi payıma düşen eleştiriyi elbette aldım ve hiç beklenmedik bir manevra ile −ve birkaç eristik hileyi de kendime rehber edinerek; örneğin “soru sırasını karıştırma” ya da “tez ekleme” gibi**− size intihar etmezden evvel okumanız gereken yedi felsefe kitabı listesini hazırladım (yine felsefî nezaketsizliğim kendisini hemen ele veriyordur: sevgili Türkoğlu’nun üç kitap önerisine karşılık, benim yedi kitap önerim ve nihayet niceliği yücelten sıska/çelimsiz aklım).

Qualis artifex pereo!***

Sözü fazla uzatmak niyetinde değilim (fakat Priapus**** misali sürekli erekte gezen dilsel coşkum da peşimi bırakacak gibi değil). Ve lâkin yine neden ölmezden önce değil de, intihar etmezden önce okumamız gereken kitapları listelediğimi kısaca izâh etmekle de kendimi yükümlü hissediyorum. Diyojen’e yakıştırılmış “derinliksiz” bir hikâyede, “yemek yemek için en münasip vakit hangisidir?” diye sorduklarında Diyojen, “varsıl isen canın istediği vakit, yoksul isen fırsat bulabildiğin vakit” diye cevap veriyordu. Yaşamın sonlanması hususunda da kanaatimce bu böyledir; eğer ki varsıl bir ruhsanız kendi istediğiniz zaman yaşamınızı sonlandırırsınız; eğer ki ruhunuz yoksulsa ölümünüz ancak bir fırsatını bulursanız mümkündür. Yine ölüm mevzunda, Hegel’in kolera salgınında yaşama veda ettiğini ve aynı salgın sonrası Schopenhauer’un Frankfurt’ta münzevî/yarı sağlıklı yaşamına başladığını söyleyerek Hegelcilerin canını iyiden iyiye sıkmak istemem ama belki en uygun örnekler olarak; Zweig’dan, Woolf’ten, Kleist’tan ya da Weininger’den söz açılabilir. Ama şimdilik böylesi bir maceraya hiç gerek yok (ab uno disce omnes); bir an önce, buyurunuz kitap önerilerine…

1-) Yaşamın Kısalığı Üzerine- Lucius Annaeus Seneca

2-) Felsefenin Tesellisi- Manlius Severinus Boethius

3-) Mektuplar- Baruch Spinoza

4-) Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe- Søren Kierkegaard

5-) Hayatın Anlamı- Arthur Schopenhauer

6-) Gözün Öyküsü- Georges Bataille

7-) Tanrı, Ölüm ve Zaman- Emmanuel Levinas

Pekâlâ bu kitapların ortak özelliği nedir ve de sizi kusursuz bir intihar için (“kusursuz bir intihar”; yani Osamu Dazai gibi değil Yukio Mişima gibi) nasıl motive edeceklerdir? Bahsi geçen tüm kitaplar; gerek onları yazan bedenlerin ölümle ilişkileriyle (Kant sabah kahvesinden bir yudum daha alır, esnaf dükkân açmak için Kant’ın sokaktan geçmesini bekler), gerekse de metinlerde hüküm süren yazgısal coşkun pesimizmle (Kafka işe gitmek için iki saatlik uzun uykusundan zar-zor uyanır), müthiş rehberler olarak görülmelidir. Yaşamın bir tarihi varsa (bunda uzlaşma arayışı yok), elbette ölümün de bir tarihi vardır ve işte ölümün en yalın tarihsel izleği bu kitaplardır (ve şüphe yok, daha fazlası da vardır). Sevgili Türkoğlu’nun yaşamayı salık veren ve yaşamak için bizi yüreklendiren (çünkü hayatta kalmada ısrar, her zaman bir yüreklendirmeye muhtaçtır) kitap önerilerine böylesi bir yanıt vererek çok mu ileri gittim bilmiyorum; lâkin hem kendisinin, hem de sizin engin ve derin hoşgörünüze sığınıyor, güveniyorum.

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr, Nietzsche yardımcınız olsun…

Notlar:

*İnsan için hiç doğmamış olmak, güneşin kavurucu ışığını hiç görmemiş olmak en iyisi olurdu. Ama eğer doğmuşsa, olabildiğince çabuk Hades’in kapılarına koşturmalı ve orada, yerin altında huzur bulmalıdır (Theognis, akt: Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları).,

**Bkz: Arthur Schopenhauer, Eristik Diyalektik- Haklı Çıkma Sanatı, Hile 9 ve Hile 15, Sel Yayıncılık.

***Neron’un intihar etmezden evvelki sözleri: Ne kadar da sanatsal ölüyorum!

****Mitolojik anlatılarda pek de sözü geçmeyen bu Antik Yunan tanrısının hemen fark edilecek ayırt edici niteliği, sürekli olarak ereksiyon hâlinde olması idi.