Koyunlar, inekler, çiftlikler ve savaşlar

Çiftlik bank mağdurları için ineğin video görüntüsü, hatta video oyunundaki iki ya da üç boyutlu modelleri yeterince gerçekti. Zahmet edip çiftlikte satın aldıkları inekleri görmelerine gerek yoktu. Her şey oldukça rahattı, oturdukları yerden oyun oynayarak para kazanabiliyorlardı...

Google Haberlere Abone ol

Baran Tekay

Yaklaşık bir haftadır bütün Türkiye’nin gündeminde, Çiftlik Bank isimli şirketin etrafında dönen dolandırıcılık hikâyesi var. Mehmet Aydın ve (muhtemelen her şeyi tek başına planlamayacağı için) beraber çalıştığı bir ekip kurdukları sistemle yaklaşık 500 bin insandan para topluyor ve geçtiğimiz günlerde bu toplanan paraları (500 milyon dolar olduğu iddia ediliyor) alarak ülkeyi terk ediyor (1).

Çiftlik Bank’ın sistemi Türkiye’nin aslında çok da yabancı olmadığı bir sistem. Türkiye’de yüz binlerce kişi yıllardır defalarca kez Titan (2) ve benzeri saadet zinciri sistemlerine inanıyor ve dolandırılıyor. Her dolandırma haberlere konu oluyor ve bütün Türkiye bunu konuşuyor. Fakat aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir diğer dolandırıcılık hikâyesi daha kopuyor.

Mehmet Aydın’ın bu işi bir adım daha ileri götürebilmesinin sebepleri var. Yazının başında şirketin kullandığı sanallaştırma, temsilleştirme, sürüleştirme, duruma uygunluk yaratma gibi en temel taktiklerden bahsetmek istiyorum. Türkiye şu an nasıl olup da yüz binlerce insanın böyle bir sisteme inanabildiğine hayret ediyor.

ÇİFTLİK BANK FENOMENİ

Benim bu yazının ileri aşamalarında dikkat çekmek isteyeceğim şey, eğer yüz binlerce insanı değil de milyonlarca insanı inandırabileceğiniz bir gücünüz varsa, benzer bir sistemi kullanarak neler yapabileceğinizi gösterebilmek. Şimdilik Çiftlik Bank’tan ilerleyelim:

Çiftlik Bank’ın görünür yüzü sanal bir oyun. Bu sanal oyunda inek, keçi, arı, tavuk gibi hayvanları satın alıyorsunuz ve değerlendiriyorsunuz. İşin içinde para olmasa yaratılan oyunu Farmville’den ayırabilmek pek mümkün değil. Sisteme yatırım yapan birçok insan da çevrelerindeki insanlara bunu sık sık öneriyor. “Sadece oyun oynayarak para kazanıyorsun” deniyor. Bu para kazanma sistemi her şeyden önce eğlenceli. Çünkü işin içinde ciddi bir emek harcaman gerekmiyor, adı üstünde oturduğun yerden para kazanıyorsun.

Peki, nasıl oluyor da insanlar hiçbir emek harcamadan hiçbir iş yapmadan para kazanabileceklerini zannediyorlar; bu sistemde herkes kazanıyorsa kaybeden kim? İşte burada görsel bir şov başlıyor. Çiftlik Bank Türkiye’nin bazı şehirlerinde çiftlik açılışları yapıyor. Bu açılışlara yüzlerce insan katılıyor. Bu insanların gözünün önünde henüz tamamlanmamış çiftliklerin açılışı yapılıyor. Açılış sırasında birkaç inek, tavuk, arı, sucuk da mekana yerleştirilmiş olabiliyor. Ama her şeyin ötesinde bunun bir temel atma töreni olduğunu oradaki herkes biliyor. Fakat bu açılışlardan görüntüler de kullanarak yapılan tanıtım videoları açılışlardan çok daha dikkat çekici. (3) Piyasada yapılan birçok reklam işinden geri kalmayacak bir reklam uygulaması var şirketin. Reklamları izlediğinizde fiziksel olarak inşası bitmiş çiftlikleri görüyorsunuz, içerisinde hızlı bir şekilde çalışan işçileri, inekleri, en iyi ürünleri yaratmak için kafa patlatan bilim insanlarını, her şeyi görüyorsunuz. Fakat gel gelelim gerçekte ciddi bir şekilde çalışan bir çiftlik yok. Çiftliklerin çoğunun temel atma törenlerinden sonra terk edildiği söyleniyor. Fakat şirketin reklamları muhteşem bir temsil yaratıyor. Sistemin üyeleri diğer insanlara bu profesyonel reklamları izletiyor ve bu temsiller üzerinden insanları ikna ediyorlar. Tabii aynı şekilde kendileri de bu reklamları izleyerek ikna oluyorlar. Herkesin hem kendisini hem de çevresindekileri kandırdığı bir sistem var. İnsanlar gidip çiftlikleri görme gereği duymuyor, çünkü gözlerinin önünde oldukça gerçekçi görüntüler zaten var.

Anlaşıldığı üzere şirketin para kazanma sistemine dair bir iddiası da var. Sizin oyunda para yatırdığınız sanal hayvanların “gerçeklerini” biz “gerçekten” bu “gerçek” olan çiftliklerde değerlendiriyoruz ve onlardan kazandığımızı sizinle paylaşıyoruz. Gerçekten de bazı bayiiler açılıyor, televizyonlarda bu hayvanlardan elde edilen sütlerin, sucukların, yumurtaların reklamı yapılıyor. Yani somut bir iş yapıldığı ve bilindik, güvenilir bir işten para kazanıldığı görüntüsü çiziliyor. Bu sefer de insanların kafasında ister istemez nasıl olur da bu kadar yüksek bir kâr (neredeyse yüzde yüzlere varan) elde edilebildiği sorusu geliyor.

Bu sefer de dolandırıcılıktaki diğer aşama karşımıza çıkıyor: Duruma uygunluk. 15 Temmuz’dan veya yoğun terör saldırılarından sonra sık sık haberlerde telefon dolandırıcılarını gördük. İnsanlar “Hakkınızda ihbar var, teröristler sizin telefonunuzu veya banka hesabınızı kullanıyor, bize şifrenizi verin, sizi kurtaralım” diyerek kandırılıyordu. Çiftlik Bank’ın videoları izlenince görülecektir ki onlar da bu kadar yüksek getirinin nasıl olabileceğini anlatırken hep bitcoin örneğini veriyor. Yaklaşık bir senedir herkes nasıl oluyor da sanal bir para bu kadar fazla değer kazanabiliyor diye konuşuyordu. Mehmet Aydın konuşmalarında sık sık “Bir sanal para bu kadar değer kazanabiliyorsa, bizim sistemimizde de paranızın değerlenmesi gayet anlaşılabilir.” diyor. İki durumun birbiriyle ne kadar alakası var düşünülmüyor, önemli olan popüler bir gündem üzerinden duruma uygunluk yaratmak.

Bir diğer konu, sürü psikolojisini tetikleyecek mekanizmaları harekete geçirmek. Açılışlar özellikle kalabalık gruplarla, tekbirlerle, sloganlarla yapılıyor. Miting konuşmaları gibi konuşmalar yapılıyor. İnsanlar “Bu kadar çok insan bu işin içine girmişse hepsi aptal olamaz” diye düşünerek üye olmaya başlıyorlar. Bununla da bitmiyor; şirket, tanıtım videolarında toplumsal duygulara parmak basıyor. Atatürk’ün konuşmaları kullanılıyor, sık sık “Bu yatırım Türkiye için, Türkiye’de hayvancılık gelişsin diye Çiftlik Bank var” deniyor. “Ülkemize oyunlar oynanıyor”, “Avrupa’nın en büyük çiftliğini kurmak istiyoruz”, “Londra’dan tehdit alıyoruz“ gibi söylemler sık sık dile getiriliyor. Üyelere “Birlik olalım, birbirimize inanalım, bizi dışarıdan bölmek isteyenlere inat dik duralım, üzerimizde oynanan oyunlara kulaklarımızı kapatalım” deniyor. Bu cümlelerin hepsi birebir Çiftlik Bank videolarından izlenebilir.

Nitekim bir sahne kurulmuş ve yüz binlerce insan bu gösteriye inanmış. Nasıl olur da bir sürü insan bu çocuğa güvendi ve bu kadar para yatırdı diye soranlar var. Benzer bir hikâye Titan saadet zinciri zamanında da yaşanmıştı. Üstelik bu sefer oldukça ünlü isimlerin de işin içinde olduğu bir kitlesi vardı şirketin. Şirket adını da Kenan Şeranoğlu’nun doğum gününde düzenlediği muhteşem gösteri ile duyurmuştu. O zaman da herkes bu dolandırıcılık hikâyesine şaşırmıştı.

Ben de şunu sormak isterim. Mesela bir ülke hayal edin, adı Çiftlikköy (4) olsun. Çiftlikköy’ün milyonlarca vatandaşı olsun. Sizce bu ülknine milyonlarca insanı evlerinin önünde yaşanmayan, sadece televizyonda izledikleri, gazetede okudukları, resimlerini gördükleri bir savaşa inandırabilir mi?

Bir saniye! Çiftliklerden, ineklerden, tavuklardan bahsediyorduk. Savaş nerden çıktı? Anlatalım.

GELMİŞ GEÇMİŞ EN İYİ SAVAŞ SAHNELERİ (?)

En iyi savaş sahneleri deyince aklınızda hangi filmler canlanıyor?

Çeşitli web sitelerinin listelerine göz attığımda karşıma Er Ryan’ı Kurtarmak’tan Normandiya Çıkarması, Cesur Yürek’ten Stirling Savaşı, Kapıdaki Düşman’dan Stalingrad Savaşı, Kıyamet’ten helikopter saldırısı çıktı.

Fakat listelerde sadece yukarıdakiler gibi tarihsel dramlar yoktu. Listelerin birçoğunda Taht Oyunları’ndan Piçlerin Savaşı, Yüzüklerin Efendisi’nden Miğfer Dibi Savaşı, 300 Spartalı’dan Termopylae Muharebesi, Yıldız Savaşları’ndan Hoth Savaşı gibi fantezi, bilim kurgu filmlerinden sahneler de bu listelerin başını zorluyordu.

Bu yazıyı okurken sizin aklınıza da oldukça başarılı başka savaş sahneleri gelmiştir. Peki, bu listeleri hazırlayanlar ve bizler bir savaş sahnesini neye göre başarılı buluruz?

Muhtemelen bir savaş sahnesini, bu sahnelerin kurduğu gerçekliğin ikna ediciliği, atmosferin güçlülüğü, etkileyiciliği ile değerlendiririz. Yani gerçekçiliği bizim için önemli bir kıstastır.

Bu filmlerin seyirci kitlesinin birçoğunun çatışma veya savaşta bulunmamış, sıradan şehirli rutinlerine sahip insanlardan oluştuğunu bilerek ilerleyelim.

Peki, bu gerçeklik algısını oluşturan nedir? Yani bir savaş sahnesinin gerçekçi olduğunu bize hissettirecek o referans nedir? Gerçekten bir savaş yaşamadıysak nereden biliyoruz da savaşı gerçekçi bulabiliyoruz?

Savaş denince kafamızda canlanan bir görüntü mutlaka vardır. Evet, onu görüyoruz. Görüyoruz derken televizyon ekranlarından görüyoruz. Baktığımız fotoğraflarda görüyoruz. Belgesellerde, gazetelerde görüyoruz. Hatta pek farkında değiliz ama zaten daha önce izlediğimiz kurgusal dahil her türlü görüntüden, kafamıza kazınan imgelerden referansla değerlendirme yapıyoruz.

Mesela az önce bahsettiğimiz hayali Çiftlikköy’den bir vatandaşı ele alalım. Evden çıkmadan önce telefonundan haber sitelerinde bir savaş görüyor. Çiftlikköy, Ötekiköy’e gidip kendi köy sınırlarını koruyabilmek için savaşa girmiş. Aynı vatandaş Instagram’da, Facebook’ta, Twitter’da da o savaşı görüyor; dışarı çıkıp billboardlarda, otobüslerde, metrolarda görüyor; televizyonda görüyor; isterse konu ile ilgili Youtube’dan veya Liveleak’ten videolar izleyerek görebiliyor. O vatandaş bu savaşı izlerken bir yandan savaşla alakalı diziler çekiliyor, savaş daha bitmeden bazı filmlerin hazırlıklarına başlanıyor.

Bu, gerçekten varlıklarını bildiğimizi düşündüğümüz ama aslında temsillerini biliyor olduğumuz şeyler üzerine neler tartışılmış biraz bakalım.

PLATON'UN MAĞARA ALEGORİSİ 

Platon’un Devlet’te bahsettiği meşhur mağara alegorisine bakalım. (5) Bir mağarada bir grup insan, sadece karşılarındaki duvarı görebilecekleri şekilde zincirlenmişlerdir. Bu insanların arkalarında göremedikleri ve varlığından haberdar olmadıkları bir ışık kaynağı vardır. Sadece, ışık kaynağının önüne konuların nesnelerin duvarda yansıttığı gölgeleri görebilir ve bu nesnelerin seslerinin mağaradaki yankılarını duyarlar, dış dünya hakkında herhangi bir şey bilmezler. Dünyayı sadece bu gölgeler ve yankılara göre algılar ve adlandırabilirler. Onlar için gerçek gördükleri ve duyduklarıdır. İçlerinden birisi zincirlerinden kurtulup mağaradan çıktıktan sonra ise güneşi ve “gerçeği” görür. Geri dönüp arkadaşlarına bunu anlattığında ise diğerleri ona inanmaz. Onlar için gerçek halen önlerinde duran gölgelerdir. Çünkü sadece onu duyar ve görürler.

Alegori üzerine düşündüğümüzde mağaranın toplumu, zincirlerin toplumsal kuralları, gölgelerin toplumsal doğruları, dışarıdaki ışığın da hakikati temsil ettiğini düşünebilirsiniz.

Platon’un alegorisini günümüzü ve de yazının konusunu açıklamak için kullanacak olursak, televizyonda veya sinemada gördüğümüz, gerçek olduğu iddia edilsin veya edilmesin gölgeleri/temsilleri/imgeleri gerçek zannediyor olduğumuzu söyleyebiliriz. Veya en azından “kurgu” olup olmadıklarını sorgulama ihtiyacı hissetmediğimizi. Gördüğü gerçeği paylaşmak, sorgulamayı denemek isteyen kişileri şeytanlaştırmak hayatımızın merkezinde yer alır.

Örneğin Çiftlik Bank’ta da çiftliklerin videoları vardı. Gerçeğini görmeye gerek yoktu. “Olur mu öyle şey?” diyenler düşmanlaştırılmıştı bile. Onlar dış güçtü, Londra’ydı, İsrail’di. Bu ülkenin, bu ülkenin insanlarının para kazanmasını istemeyen, ajanlardı, dış mihraklardı. “İnanılmayacak ne var? Görmüyor musun, işte al sana sucuk, yumurta, süt!”

Benzer şekilde Çiftlikköy’de kendi ülkesinin içinde olduğu savaşı eleştirenler olabilir. Tarihte her dış müdahalenin, savaşın nasıl sonuçlandığını, yıllar sonra nelerin gün yüzüne çıktığını gösterip “yapmayın!” diyenler olabilir. Ama bunu diyenlerin bir anda vatan haini, terörist veya ajan olması da gayet mümkün. “Şehitler var. Görmüyor musun ne kadar önemli bir mücadele veriliyor?“ denebilir.

Devam edelim. Peki, temsiller üzerine günümüze daha yakın kişiler ne diyor bakalım.

SİMULAKRUM

Felsefede simulakrum kavramı, Jean Baudrillard’ın görüşüne göre orijinalinin temsili, onun taklidiymiş gibi yapan ama aslında onun yerine geçen şeydir.(6) Baudrillard'a göre günümüzde kavramların içleri boşaltılmaktadır. İnsanlar teknolojinin yarattığı rahatlık içerisinde hiçbir şeyi derinlemesine düşünmemektedir. Böyle bir atmosferde iletişim aracı olarak üretilen şeyler aracı olmaktan çıkarak bağımsız bir kendi olmaya başlamışlardır. Modern birey her şeyin farkında olmakla beraber rahatından vazgeçmek de istemez. Baudrillard’a göre bir seyirci televizyondaki savaş görüntülerinden sonra gelen peçete reklamını aynı atmosferinde aynı duyarsızlıkta izler. İzlediği savaş izlediği görüntüdeki süre ve kendisine gösterilen imgeler kadarıyla vardır.

Tekrar edelim, Çiftlik Bank’ın üyeleri için de benzer bir durum söz konusu oldu. Onlar için, ineğin video görüntüsü, hatta video oyunundaki iki ya da üç boyutlu modelleri onlar için yeterince gerçekti. Zahmet edip çiftlikte satın aldıkları inekleri görmelerine gerek yoktu. Her şey oldukça rahattı, oturdukları yerden oyun oynayarak para kazanabiliyorlardı.

Ya da Çiftlikköy’de insanların evinin önünde bir savaş yoktur. Savaş önlerindeki ekranların içindedir. Eğer izlediği kanalı değiştirip bir yarışma programı açarsa savaş da sona erer. Sonra tekrar merak edip savaşı açıp, sıkıldıktan sonra gene kapatıp, bir derbi maçını açıp izlemesi de mümkündür.

Etrafımız temsiller yığını ile çevrelenmiş durumda ve aynı zamanda bir gösteri toplumunda yaşıyoruz. Bu gösteri sadece ekranlardan izlediğimiz ve pasif bir şekilde aldığımız bir şey değil. İçinde yaşadığımız gösteri toplumunda sadece izlediklerimiz değil, aynı zamanda bizler de, hayatı yaşayış şekillerimiz de, insan ilişkilerimiz de, nerdeyse her şey bu gösterinin bir parçası olmuş durumda. Bu aşamada gösteri toplumu üzerine konuşalım.

GÖSTERİ TOPLUMU

Gösteri terimini, Guy Debord’un “La société du spectacle” kitabından hareketle anlatalım. Kitap Türkçeye Gösteri Toplumu olarak çevrildi. Spectacle teriminin Türkçe çevirisi de çoğunlukla gösteri olarak geçiyor.

Guy Debord’un deyişi ile (7):

“Modern üretim koşullarının egemen olduğu toplumlarda yaşam, uçsuz bucaksız bir gösteriler yığını olarak sunulur. Doğrudan yaşanmış olan her şey, gerileyerek bir temsile dönüşmüş durumdadır. Yaşamın her açısından ayrılan görüntüler, yaşamın bütünlüğünün artık geri getirilemediği ortak bir akımın içinde kaybolup gider. Gerçeğin parçalanmış görünümleri, kendilerini sadece izlenebilecek müstakil, bir sahte dünya olarak yeni bir bütünlük içinde yeniden gruplar.”

“Gösteri kendini asla sorgulanamayacak olan geniş ve ulaşılamaz bir gerçeklik olarak sunar. Tek mesajı şudur: “Görünen şey iyidir; iyi olan görünür.”

Bu şuna benzemiyor mu: “Gerçek olmasa haberi yapılmazdı.”, “ Al, inanmıyorsan şu fotoğrafa bak, şu videoyu izle.”

Biraz daha ilerleyelim. Genel bir tabirle, modern toplumda “olmak” “sahip olmak” ile ölçülür. Sahip oldukları kadar var olduğunu hisseder birey. Günümüze kadar geçen süreçte ise sadece sahip olmak değil, sahip olmak gibi görünmek önem kazanmıştır.(8)

Çiftlikköy’de yaşayan ortalama bir insanın sabahtan akşama kadar yaptıklarını hayal edelim. Sabah kalkar, arabaya veya otobüse biner, işe veya okula gider, önündeki işlerle, anlatılan derslerle uğraşır, öğle yemeğine gider, kafa dağıtıcı aktiviteler yapar, işten çıkar, birkaç kadeh bir şey içer, eve gider, eşini veya ev arkadaşını selamlar, çocuklar varsa onları öper, televizyon veya internet karşısında yemek yer; geç olur ve yatağa geçer, sevişir, uyur.

Bir insanın hayatını bu şekilde bölümleyen ve ona nasıl yaşayacağını söyleyen kimdir: Hükümet mi? Okul mu? Patron mu? Gazeteciler mi? Polisler mi? Ünlüler mi?

Bunu o kişi kendisi yapar. Kendi hayatını çok da farkında olmadan belli klişe eylemler biçimine, o pozlara böler. (9)

O pozların kaynağı nelerdir? Resimler, videolar, reklamlar, filmler, her türlü imajlar... O imajlar gösteri tarafından tekrar ve tekrar üretilir. Üstelik gösteri toplumu sadece bu imajları tek taraflı almaz. Bunu aynı şekilde beraber yaşadıklarına da yansıtır. Karşılıklı ilişkilerini, sosyal hayatını bu imajlar üzerinden belirler.

Çiftlik Bank da bunu yaptı. Muhteşem bir gösteri yarattı ve insanları buna inandırdı. Bu kurdukları gösteriye inananlar çevrelerindekileri de buna inandırdı. Hep beraber bu gösteriyi alkışladılar. “Bu kadar insan aptal olamaz!” dediler. Herkes çok akıllıymış gibi yaptı, herkes birbiri için çalışıyormuş gibi yaptı.

Yüz binlerin yaptığı bu gösterinin bir benzerine de Çiftlikköy’de milyonlar inanıyor, alkışlıyor, destekliyor. Fakat aynı milyonlarca insan dünyadaki en güçlü devlet olan Büyükköy tarafından kendi ülkesine yapılan terör saldırılarını bahane ederek başka bir kıtada insanları katletmesini saçma bulabiliyor.

Çiftlik Bank’ın üyelerine de Titan’ı anlatsanız saçma bulacaktır. Ama nasıl ki Çiftlik Bank’ın üyeleri Titan ile farkını göremiyorsa, Çiftlikköy’ün vatandaşları da, milyonlarca insanın tarih boyunca defalarca kez denediğini görmesine rağmen, savaşın hiçbir zaman zeytin dalı ile yapılmayacağına, sadece “belli unsurların” “etkisiz hale” getirilemeyeceğine, orduların çocuklara şeker vermek için savaş yapmayacağına, sivillere en ufak bir zarar verilmeyeceğine ve daha birçok şeye de gayet inanabiliyor.

Nasıl inanmasın. Önünde sergilenen gösteriyi izlemesi yeterli. Oturduğu yerden her şey çok rahat tüketilebiliyor, her şeyi anlamlandırabiliyor, gerekçelendirebiliyor. Rahatını bozan bir durum yok. Kendisine gösterilenler bir filmden veya bir video oyunundan sahneler de olabilir. Haberler tank animasyonları eşliğinde verilebilir. Önemli değil. Birileri destan yazarken izlemek kadar keyiflisi olabilir mi?

SONUÇ 

Kısaca, Çiftlikköy insanları gibi bizler de gerçekleri bildiğimizi zannediyoruz. Hâlbuki kafamızı biraz kaldırdığımız an gerçek olduğunu zannettiğimiz şeylerin aslında temsillerden ibaret olduğunu anlayabiliriz. Biz, modern insan, temsillere donatılmış bir gösteri toplumunda yaşıyoruz.

Fakat daha da kritiği, gösteri toplumundan ayrı olarak içinde bulunduğumuz, yaşadığımız hayatı belirleyen en temel unsurların varlıkları (örneğin egemenin egemenlik iddiası (10), içinde yaşadığımız ulus (11)  birer hayalden ibaret. Bu hayallere inanmamız sistematik bir şekilde çalışan ideolojik aygıtlar sayesinde mümkün olabiliyor. Bu ideolojik aygıtların en tehlikelilerinden birkaçı da fotoğraf, sinema, hareketli görüntüler. İzlediğimiz, baktığımız her görsel birer imge yaratır ve imgeler ideolojiktir. Gösterdikleri dışında fark etsek de fark etmesek de farklı tonla şey söyler. (Bu kavram ve tartışmaları daha fazla açmak konudan uzaklaşmamıza sebep olacağı için, şimdilik burada duruyorum.)

Bu yazıyı yazmama sebep olan konuya tekrar gelirsek; her gün Çiftlikköy vatandaşlarına, televizyonda, medyada, gazetede, billboard'larda, metroda, metrobüste, dizilerde bir savaştan bahsediliyor. Yakında o savaşın yürütücülerinin finanse ettiği filmleri ve dizileri de izleyecekler. Savaş Çiftlikköy’ün yaşadığı şehirlerde değil. Çiftlikköylüler o savaşları yaşamıyor. Onu izliyor. Her gün, her an, bilgisayarda, elindeki telefonda, onu izliyor.

Sorularım şunlar: Çiftlikköy’ün insanlarının izlediği bu savaş gerçek mi, ya da gerçekçi mi? Ya da şöyle soralım: Çiftlikköy’ün bu yaşadıkları gerçekçi mi? Veya Çiftlikköy’ün insanları izledikleri savaşa on üzerinden kaç verirdi? Bizler Çiftlikköy’ün hayatını anlatan bir film izlesek acaba on üzerinden kaç verirdik?

Fakat unutmadan bir ek yapmak gerekiyor. Çiftlik Bank’ın üyeleri büyük ihtimalle saf oldukları için dolandırılmadılar. Bilakis kolay yoldan para kazanabileceklerini, riske girmediklerini düşündüler. Dünyada defalarca kez denenmiş bir şeyin peşine takılarak, hiçbir şey yapmadan, para kazanabileceklerini düşündüler, sivri zekalılık yapmaya çalıştılar. Çiftlik Bank’ın foyası ortaya çıktıktan sonra da herkes suçu “tombalak” adını verdikleri Mehmet Aydın’a atmaya başladı. Herkesin ağzında tek bir cümle: “Biz de kandırıldık.”

Aynı şekilde Çiftlikköy’de milyonlarca insan da sadece saf oldukları için inanmıyorlar savaşa. Daha önce defalarca kez denenmiş bir savaşı saf oldukları için alkışlamıyorlar. Savaşmanın onlar için ifade ettiklerine ihtiyaçları var. Çiftlikköylüler savaşa, sebeplerine inanmak da istiyorlar. İnandıkları, sevecekleri filmin karşısına oturuyorlar baştan. Politikacıların kurdukları sahneye inanmaya onların da ihtiyacı var. Ayrıca risk yok, rahatları yerinde ve müthiş bir gösteri izleniyor. Kim bu kadar heyecanlı bir filmi yarıda bırakmak ister ki?

(1) Eğlenceli bir video önerisi: https://www.youtube.com/watch?v=QZQ3FOEMwC0

(2) Eğlenceli bir video önerisi 2: https://www.youtube.com/watch?v=QjBVFxOY9DI

(3) Yazıda bahsedilen birçok Çiftlik Bank videosuna bu hesaptan ulaşılabilir: https://www.youtube.com/channel/UCBf08JsS8piO5XTPgUQRo5Q/videos 

(4) Bizim yazı boyunca bahsedeceğimiz Çiftlikköy Devleti tamamen hayal ürünü olup, Yalova ilinin ilçesi olan Çiftlikköy ile hiçbir alakası yoktur!

(5) Platon, Devlet. M.Ö 380, Örnek Video: https://www.youtube.com/watch?v=RmBizVdmp68

(6) Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, 1981

(7) Guy Debord, Gösteri Toplumu, 1967

(8) John Harris, Çeviri: Ayşe Boren, Gösteri Toplumu Günümüz Hakkında Ne Diyor?, 2016, http://www.e-skop.com/skopbulten/gosteri-toplumu-gunumuz-hakkinda-ne-diyor/3009

(9) Raoul Vaneigem’in Gençler için Hayat Bilgisi El Kitabı: Gündelik Hayatta Devrim başlıklı çalışmasından hareketle.

(10) Thomas Hobbes, Leviathan, 1651.

(11) Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, 1983