Ufukta mutluluk var mı?

Bir toplumsal felakete doğru gittiğimiz konusunda herkes hemfikir. Sadece tüketen insanlar, sonuçta bir gün tüketecek başka şey kalmadığında kendilerini tüketirler. Geriye dönüş mümkün mü? Elbette mümkün.

Google Haberlere Abone ol

Neslihan Acu

Bugün #DünyaMutlulukGünü.

2017 raporunda Türkiye 155 ülke içinde 69’uncu sırada yer alıyordu.

Rapora göre ortalardayız yani.

Ama etrafımıza şöyle bir bakarsak, aslında en diplerde olmamız gerekiyor gibi geliyor bana.

Sokaklarda, evlerde, işyerlerinde her an birbirinin gözünü oymaya hazır insanlarla dolu bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin psikolojisi komple bozuk. Yıllık tüketilen depresyon hapı miktarına bakmadan da bunu kolaylıkla anlayabiliyoruz.

Her bireyin kendisini normal/ahlaklı/düzgün gördüğü ama geri kalan herkesi anormal, ahlaksız, tehlikeli algıladığı bir ülkede yaşıyoruz.

Durum böyle olunca, her birey diğer bireylerin yaşam tarzına müdahale etme hakkını kendinde buluyor.

Herkes birbirine akıl veriyor, baskı yapıyor, hakaret ediyor, aşağılıyor, nefret kusuyor.

Böyle bir ülkede akıl sağlığını korumanın da, mutlu olmanın da imkanı yok.

Kadınlara ve çocuklara reva görülen şiddeti, baskıyı, her tarafı saran nefreti, merhametsizliği, adaletsizlikleri, sahtekarlıkları gördükçe, herkes soruyor: Ne oldu da böyle çürüdük biz? Nasıl bu kadar ahlaksız insanlar olduk?

Bence bu süreç, “insan”ı ve “ahlak”ı yanlış tanımlamakla başladı.

80’lerden itibaren bizim de dahil olduğumuz kapitalist dünya, insanı “rekabetçi” bir tür olarak tanımlar.

Ve tüm toplumsal yapı bu yanlış tanıma göre şekillenir.

Eğitim sistemi, bu yalana uygun olarak, çocukları ve gençleri birbirine kırdırtır.

İş hayatı, insanların birbirinin üstüne basa basa yükselmeye çalıştığı kanlı bir arenaya dönüşür.

Dayanışma/üretme gibi şeyler küçümsenir, tüketim yüceltilir.

“Ahlaksızlaşma/çürüme” süreci tam da bu noktada başlar.

Çünkü insan esasen rekabetçi değil “sosyal” bir türdür.

Yani, insan ancak paylaşarak, bir arada üreterek, bir arada eğlenerek, severek ve sevilerek var olabilir.

Ezerek ya da ezilerek değil. Tüketerek değil.

Bunları engellerseniz, insan denen tür mutsuz oluyor, kanser oluyor, deliriyor.

O halde ülke insanının bu denli çıldırmasının/yozlaşmasının/mutsuz olmasının dibindeki en büyük neden olarak, sosyalleşmesinin tümüyle engellenmesini söyleyebiliriz.

Yanlış hayatlar yaşatılıyor bizlere.

Tüm eğitim sistemi, toplumsal yapı, aile denen mekanizma, din vs bizi o yanlış hayatlara sürekli ittiriyor.

Ahlak yasaları insanları doğal ve doğaya ait olan her şeyden uzaklaştırıyor. Eğitim, aptallaştırıyor. İşsizlik terbiye ediyor. Tümüyle betonarme olmuş ortamlarda, hastalıklardan hastalık beğeniyor insanlar.

Birlikte olmamız, birlikte eğlenmemiz, birbirimizi anlamamız, sevmemiz engelleniyor.

Şehirlerdeki ağaçların/parkların yok edilmesinin, kadınlı erkekli hayatın ahlaksızlık gibi gösterilmeye çalışılmasının, köylerin kasabaların bile betona boğulmasının, üretimi kutsayan her türlü faaliyetin (bağbozumları, şenlikler, festivaller) yasaklanmasının gerisinde hep bu “sosyalleşmeyi engelleme” kafası var.

Yaptırımlar öyle etkili ki, bir grup tiyatrocu/dizi oyuncusu bile, bir rakı masasında fotoğraf çektirirken rakıları gizleme ihtiyacı duyuyorlar. Ki, teoride toplumun en özgür kesiminin –güya- onlar olması beklenir.

İnsanlara şu anda sunulan tek sosyalleşme “sanal” sosyalleşme. Ki, çok yakın bir gelecekte buna da ciddi kısıtlamalar getirileceğini öngörmek yanlış olmaz.

Bir toplumsal felakete doğru gittiğimiz konusunda herkes hemfikir.

Sadece tüketen insanlar, sonuçta bir gün tüketecek başka şey kalmadığında kendilerini tüketirler.

Geriye dönüş mümkün mü?

Elbette mümkün.

Eğitimde çağa uygun bir hamle yapılarak, doğa katliamlarına son verilerek, insanları üretime teşvik eden devlet politikaları uygulayarak, şehirleri betona boğmaktan vazgeçerek geriye, eski güzel günlere yürüyebiliriz.

Tek sorun, bunları kimin yapacağı.

Ana muhalefet partisi eğitimde/işsizlik sorununda/doğa katliamlarında çözümler ve alternatif programlar hazırlayıp sunmak yerine, ucuz oy avcılığı peşinde.

Entelektüellerimiz tüm gün sosyal medyada cehalet ve kötülüğü sergileyip, onlarla kafa bulup, mastürbasyon yapıyorlar.

Organize olup bir şeyler yapan bir avuç güzel insan var sadece.

İşimiz zor yani.