Ağla Sevgili Yurdum

Lisedeyken, Alan Paton’un ‘Ağla Sevgili Yurdum’ kitabını İngilizce olarak okumuştuk. Kitap Johannesburg’da geçer, Afrika anlatır. İngilizce öğretmenimize "Johannesburg neresi?" diye sorduğumuzu ve onun bize "Yok öyle bir yer, hayali bir şehir" diye cevap verdiğini hatırlıyorum.

Google Haberlere Abone ol

Hülya Kurt

Ben bir eğitimci değilim. Sizinle bir anne olarak gözlemlerimi, izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Tamamen subjektif; tam da olması gerektiği gibi.

Kızım bu sene Hollanda’da Maastricht Üniversitesi'nde fen ağırlıklı bir bölümde 1. sınıfa başladı. Bu bölümde öğrenciler, kendi ilgi alanlarına göre kimya, biyoloji, fizik dersleri seçiyor ve istedikleri bilim dalında özelleşiyor. Fen derslerinin yanı sıra münazara, bilim ahlakı gibi sosyal dersler de alıyorlar. Okulun iddiası ‘problem çözmeye dayanan’ eğitim vermek.

Eylül başında okul açıldı. Gencecik insan, tek başına başka bir ülkeye göçtü. Yepyeni ortamlar. Her düzen alıştığından farklı. Zor bir dönem. Kolay iş değil tanıdık her şeyi bırakıp, o yaşta bambaşka bir kültüre adapte olmak.

Üniversitede, ilk aldığı temel derslerden bir tanesi biyoloji idi. Biyoloji dersinde her öğrenci bir ödev konusu seçiyordu. Bizim kız ‘balina avcılığının çevre üzerinde etkisi’ konulu bir ödevi seçmiş. Oturup bu konuyu çalıştı. Öğrendikçe, heyecanlanıyor ve biraz bize de anlatıyordu. Çalışırken belli kurallara uyuyorlar; internet ortamında kolay erişilen bilgi ile yetinmeyeceksin, makale kullanıyorsan belli kriterlere bakacaksın, referanslarını belirteceksin vs. Akademisyenlerin bildiği ve uyguladığı çeşitli kurallar. Bu çalışma sırasında, para için insanların neler yapabildiğini, yapılanların çevreye zararlarını öğrendi. Balinaları hızlıca öldürmeye çalıştıkları, ama yöntem başarısız olduğu için hayvanların çoğunlukla acılar içinde, uzun sürede öldükleri, balinalar öldürülünce besin zincirinin nasıl bozulduğu vs. Detaylar iç kaldırıcı. Şöyle bir konuşma yaptığımızı hatırlıyorum "Dünyada iki çeşit insan var; balinaları avlayanlar ve balinaları korumak için çalışanlar. Sen bunları öğreneceksin ve bir taraf olacaksın; balinaları koruyan tarafta olma şansın da var, bunun için önce neler olduğunu öğrenmen gerekiyor". İçimden de bildiğim duaları sıralıyorum, "Lütfen, sen öldürenlerden olma çocuğum" şeklinde.

Sömestr devamında bilim ahlakı dersi aldılar. Öncelikle bilim hırsızlığı, intihal üzerine çalıştılar. Hırsızlığın kötü bir şey olduğunu öğrenmek ve içselleştirmek lazım değil mi? Çok lazım bence. Bilim öğretmeye başlarken, ahlakını da öğretmek, basit ama iyi düşünülmüş.

Bilim ahlakı dersinde, konunun anlatılmasının yanı sıra gruplar oluşturuluyor ve öğrenciler kendi aralarında tartışıyorlar. Bir tartışma konusu ‘etik dışı toplanan bilgi bilim için kullanılır mı kullanılmaz mı?’ Bizim kız bu tartışmada ‘bilgi bir kez edinildiyse elbette kullanılır’ demiş, ondan tartışma sırasında söylediği şeyin tam aksini savunan bir ödev yazmasını istemişler. Bu ödevi nasıl yazacağını araştırırken birden kendisini ‘Holokost’ okurken buldu. Okudukça ve öğrendikçe ‘etik olmayan biçimde bilgi toplamanın’ ne demek olabileceğini örnekleriyle anladı. "Ben okuduklarımdan çok etkilendim, çok üzülüyorum" diye bize telefonlar etti. Teselli etmedik, bazı bilgiler ağırdır ama öğrenmek gerekir. Oturdu, ödevini yazdı ve ilk önerdiği şeyin aksini, okuyup, araştırarak yazmış, savunmuş oldu.

Ben izlediklerimden çok etkileniyorum.

Bir problemi bütün olarak görüp, anlamaya çalışıyorlar.

Birbirleriyle tartışıyorlar.

Çok yönlü düşünmeye alışıyorlar.

Araştırıyorlar.

Bizler, ben ve pek çok arkadaşımı kastediyorum- çoğumuz çevre, politika, tarih gibi konularda öğrendiğimiz şeyleri kendi tırnaklarımızla kazıyarak öğrendik. Lise müfredatımızda İkinci Dünya Savaşı yer almıyordu, ya da bir, iki sayfaydı, hatırlamıyorum. Yahudi Soykırımı'nı tamamen kendi okuduğum kitaplardan öğrendiğimi hatırlıyorum.

Bilim ahlakı mı, o da ne? Okuduğum okullarda benim böyle bir konum olmadı. Lisede, sınavlarda kopya çekilmesini engellemek için sınıf masasının üstüne çıkan ahlak öğretmenimiz vardı. Masada zıpladı kopya çekilmesin diye, ama ahlaki bir kavram öğretemedi maalesef. Kendisini hiç unutmadık. Okulda, ahlak ile ilintimiz, bu insan oldu.

Gene lisedeyken, Alan Paton’un ‘Ağla Sevgili Yurdum’ kitabını İngilizce olarak okumuştuk. Kitap Johannesburg’da geçer, Afrika anlatır. İngilizce öğretmenimize "Johannesburg neresi?" diye sorduğumuzu ve onun bize "Yok öyle bir yer, hayali bir şehir" diye cevap verdiğini hatırlıyorum. Hayır, ben bir liseli olarak bu soruyu sorduğum için kendimden, bilgisizliğimden bugün geriye bakınca utanıyorum (inanın dünya atlasına bakmış ve bulamamıştım) ama ya İngilizce öğretmenine ne demeli? Sen bir araştır bari kadın, 120 genç insana, dört sınıfa bu kitabı okutuyorsun, kim bilir bu, aynı kitabı okuttuğun, yorumlattığın kaçıncı sınıf? Bir aç, bak, merak et. Henüz internet yoktu ama ansiklopediler vardı. Senin işin bu. "Johannesburg hayali bir şehirdir" deme gençlere. Tek tek kişiler fark yaratıyor çocukların ve gençlerin hayatında. Şimdi eğitim sisteminde Johannesburg’u bilmemekten çok başka noktalara geldik, o ayrı.

Ben kızım için yurt dışında üniversiteleri araştırırken ve sonrasında onun üniversite deneyimlerini izlerken; keşke şimdi ben de öğrenci olsaydım böyle bir ortamda diyorum. Elbette çok genç bir insan olarak kızım neden onu şanslı bulduğumu henüz anlayamıyor. Ama zamanı gelince, şimdi yaparken söylendiği ödevlerin, tartışmaların ona neler kattığını fark edecek. Araştırmayı ve çok yönlü düşünmeyi öğreniyor. Ne güzel.

Biz de, ülkede ‘oranj’ (portakal, turunç, bağzılarına Hollanda çağrıştıran meyve) bıçaklamaya devam.