Müvekkillerin savaşa hayır beyanları baş ağrıtıyor

Afrin harekâtının başladığı günden bu yana kolluk tarafından gözaltı operasyonları yapılıyor. İnsanların sosyal medya hesaplarından yaptıkları savaş karşıtı paylaşımlar, soruşturma dosyalarında örgüt propagandası suçuna delil gösteriliyor. Kişiler bu sebeple tutuklanıyor ya da ‘adli kontrol’ tedbirlerine mahkûm ediliyorlar. İnsanların bu operasyonlar sonrası karşılarına çıkarıldıkları savcı ve hâkimler ise operasyona ilişkin laf dinlemek istemiyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan

Bir meseleyi konuşur veya tartışırken, konu dışına çıkma, alakasız çıkışlar yapma, tartışmayı şova çevirme ve özünden koparma konusunda ülkece epey başarılıyız. TV’de her gün yüzlercesinin döndüğü tartışma programlarında, önceden hazırlanmış sorulara ezberden birkaç cevapla karşılık veren unvan sahibi kişilerin, beğenmedikleri hususlarda konuyu değiştirmelerine, o hususta ısrar edenleri bir ithamla mahkûm edişlerine herkes tanıktır.

Özellikle herhangi bir platformda devlet yöneticisi sıfatıyla konuşanların, tartışmaları manipüle etme, yöneltilen soruları soğurma, istemediği konuyu hemencecik atlama meziyetleri takdire şayandır.

Herhangi bir siyasi titri bulunan kişilerin bu türden özelliklerinin ‘siyaset’ denen şeyin bir parçası olduğunu kabul edebiliriz. Kendi tabirleriyle “günah işleme özgürlüğünün” dahi bulunduğu bu mecrada, konu dağıtmanın, sorulan soruya soruyla karşılık vermenin ve hatta beğenmediği bir soruyu sorana çemkirmenin, küfür etmenin de mubah olduğu kabul edilebilir.

Peki, ya bu hâkimlere ne demeli? Onlara ne oluyor?

Hafta içi, sosyal medyada savaş karşıtı paylaşımlar yapmış olması nedeniyle gözaltına alınmış ve tutuklamaya sevk edilmiş bir müvekkilin sorgu hâkimliğindeki sorgusuna hasbelkader katılmış bulundum. Sorguya benimle birlikte katılmış iki avukat arkadaşım daha vardı. Sorgu başladı, müvekkil tek cümleyle savaş karşıtı olduğunu beyan edip savunmasını bitirdi. Avukat arkadaşlar dosyaya, delillere, tutuklama şartlarına vs. ilişkin birtakım beyanlarda bulundular.

Sıra bana gelince, kalkıp öncelikle diğer meslektaşlarımın beyanlarına katıldığımı ve genel birkaç değerlendirme yapacağımı ilettim hâkime. Ve savaşın aslında ne olduğuna, kimin savaş istediğine ve kimin istemediğine dair birkaç kelam ettim. Niyetim uzun uzun uzadıya konuşmak değildi ki zaten hâkim de yüzünü ekşiterek “avukat bey tamam, müvekkilinizin durumuna ilişkin konuşun artık lütfen” gibisinden bir lafla beni kesti. “Müvekkilimin durumu bu” diyebildim. Ne diyem, mesela Mahmut mu diyem?

Şimdi; hâkimin önünde tuttuğu dosyanın, hukuki herhangi bir yanının bulunmadığını ortada. Kaldı ki yakalama, gözaltı, tutuklama ve hatta tahliye işlemlerinin hiçbiri artık hukuki saiklerle yapılmıyor. Henüz taze olması bakımından gazeteci Deniz Yücel’in tahliyesi meselesini bir örnek olarak buraya bırakmış olayım. İzaha gerek yok.

Afrin harekâtının başladığı günden bu yana neredeyse her sabah, kolluk tarafından gözaltı operasyonları yapılıyor. İnsanların sosyal medya hesaplarından yaptıkları savaş karşıtı paylaşımlar, soruşturma dosyalarında örgüt propagandası suçuna delil olarak gösteriliyor. Kişiler bu sebeple tutuklanıyor ya da ‘adli kontrol’ tedbirlerine mahkûm ediliyorlar.

İnsanların bu operasyonlar neticesinde savunma yapmaları için karşılarına çıkarıldıkları savcı ve hâkimler ise operasyona ilişkin laf dinlemek istemiyorlar. İstedikleri, kendilerinin dahi inanmadığı, ezberden söylenecek birkaç hukuki laf.

Savaşa hayır dediği için tutuklanması istenen bir kişinin, neden savaşa hayır dediği istenmiyor. Kişinin avukatının (olayda ben) müvekkilinin gerçek durumuna ilişkin beyanları baş ağrıtıyor, yüz ekşimesine neden oluyor. Gerçek, hukuk dünyasında gerçekten sayılmıyor. Asıl konu, konu dışı; konu dışı olan da asıl konu sayılıyor. Mesele manipüle ediliyor.

Yine geçtiğimiz günlerde bir infaz hâkiminin, siyasi konuşuyor diye bir hükümlünün savunmasını yarıda kesip, hükümlüyü duruşma salonundan dışarı çıkardığını biliyorum. Bir sonraki duruşmada hükümlünün bu kez hâkimi yargıladığını, siyasi konuşuyorsun dediği şeyin kendi hayatı açısından bir bedel olduğunu, zaten bunun için hapishaneye kapatıldığını söylediğini de…

Tüm bunlar, hukukun gerçek yaşamdan soyutlanmış ve dolayısıyla yabancılaşmış yapısının savcı ve hâkimleri de nasıl soyut ve yabancılaşmış kişiler haline getirdiğini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Özellikle siyasi davaların sanık ve avukatlarının savunmalarını yaparlarken bir boşluğa karşı konuştuklarına, bu davaları izleyen herkes ikna olabilecektir. Adalet mekanizmasının asli unsurları olduğu iddia edilen savcı ve hâkimlerin, bu mekanizmada sadece birer imgeye dönüştükleri, karar alma yetkilerinin değil alınan kararlara “imza atma görevlerinin” kaldığı da artık izaha muhtaç değil.

Buna rağmen bu savcı ve hâkimlerin, hukukun yalan dünyasında yaşama gayretleri gözlerimi yaşartıyor. Hukukla en ufak ilgisi bulunmayan bir durumda, hukuki açıklama bekliyorlar. Tümüyle siyasal olan bir yargısal işlemin, hiç siyasal olmayan bir dille tarif edilmesini istiyorlar. “İsteyenin bir yüzü kara” utangaçlığında da değiller ve bilmiyorlar ki artık isteyenin yüzü yok. Flu…

Avukat, İzmir Barosu