Türkiye ve ABD Suriye'de 'modus vivendi' sağlamalı

Çok sayıda sorunlar ağında bocalayan Türk-Amerikan ilişkileri yakın bir gelecekte düzelmeyecektir. Ancak daha kötüye gitmesini önlemek mümkündür. ABD yetkilileriyle şimdi yapılacak görüşmelerde tarafların Suriye konusunda hiç olmazsa bir “modus vivendi” (geçici anlaşma) sağlamaları önemlidir. Böyle bir adım taraflara nefes aldıracak ve ileri dönük güven artırıcı bir etki yapacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

Türk-Amerikan ilişkileri yakın tarihinin belki de en sıkıntılı dönemini yaşamakta: zamanında çözülemediği için artık hepimizin ezberinde olan birikmiş ikili ve bölgesel sorunlar; karar vericilerin saplantıları nedeniyle var olanlara eklenen yeni sorunlar; ortamı ve gerginlikleri kızıştıran ve zihinleri allak bullak eden karşılıklı söylemler! Ve Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihine hâkim ciddi köşe yazarlarında bile ilişkilerin geleceğine dair artık hâkim olmaya başlayan kötümserlik!

Öte yandan, bu kötümser yorumların ABD Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Ulusal Güvenlik Danışmanının Türk tarafıyla gerçekleştirecekleri üst düzey görüşmelere denk gelmesi konuyu bilenlerce bile ilişkilerin düzelmesine, iyileşmesine fazla bir şans tanınmadığını göstermekte. Onlara göre “rubicon” artık geçilmiştir.

Diğer bir deyişle, durum gerçekten ciddi. Zira Sedat Ergin’in birkaç gün önce “Nerede o eski Pentagonlar!” yazısında çok doğru bir şekilde değerlendirdiği üzere, eskisi gibi Türkiye’yle ilişkilere sahip çıkan Pentagon, Dışişleri ve İsrail’le ilişkilerimizin bozulması nedeniyle Kongre’deki Yahudi lobisi artık yanımızda değil. Kongre’deki Türk karşıtlığı ise eskilere göre çok daha yüksek. Amerikan medyası da Türkiye’yi sürekli hedef alıyor, eleştiriyor, hatta NATO’dan çıkartılması çağrısında bile bulunuyor. Önde gelen Amerikan düşünce kuruluşları arasında Türkiye'yi savunan pek kalmadı. ABD Yönetimi ise sürekli karışık sinyaller veriyor, hem Türkiye’yi yeriyor, hem sahipleniyormuş gibi yapıyor ve dolayısıyla inandırıcı, güvenilir bir politika oluşturamıyor. Trump Türkiye’ye doğrudan – henüz - sataşmıyor fakat Ankara’nın beklentilerini karşılamadığı gibi uyarılarına da pek kulak asmıyor.

Amerika’daki bu tablonun aynısı Türkiye’de fazlasıyla dengini buluyor. Hükümet yetkilileri, siyasi partiler, medyanın hemen tamamı, konuyla ilgilenen STK’lar çoğunlukla ABD’yi hedef alıp suçluyorlar. Bütün bunların bir çıktısı olarak, kamuoyunda ABD karşıtlığı zirve yapmış durumda. Makul bir ses çıkarmaya çalışanlar ise hedef tahtası haline getiriliyor. ABD karşıtlığı da iç politika malzemesi haline dönüştürülüp, Batı karşıtlığının önemli bir unsuru olarak siyasi iktidar tarafından topluma zerk ediliyor ve bu yolla, yaratılmak istenen ‘yeni düzen’e geçiş kolaylaştırılmak isteniyor.

Netice olarak siyasilerce her vesileyle çekiştirilen, medya ve sivil toplum tarafından “vur abalıya” dürtüsüyle sürekli dövülen, korumasız bir ilişkiden söz ediyoruz. Bu koşullarda kötümser olmak, ilişkilerin kopmasında endişe duymak, iki müttefikin “hasım” haline geldiğini düşünmek haliyle zor olmuyor.

Ancak durumu farklı değerlendirmemizi mümkün, gerekli kılan nedenler de mevcut. En baştaki neden aralarındaki sorunlara rağmen iki ülkenin bölgemizde örtüşmeye devam eden önemli çıkarlarının varlığıdır. Ticaret, ekonomi, savunma sanayii, eğitim, kültür ve turizm alanlarındaki ikili ilişkilerimizin ötesinde, ABD’yle bağlarımız Batı dünyasıyla ilişkilerimizin merkezinde yer almakta, NATO çerçevesinde, ciddi aksamalar da olsa, güvenliğimizin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ayrıca, Türk-Amerikan ilişkileri Rusya’yla ilişkilerimizin sağlıklı yürümesi için de bir denge unsurudur. Stratejik öneme sahip Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Karadeniz, Ege ve Akdeniz havzalarının kesiştiği noktada yer alan Türkiye stratejik çıkarları bağlamında ABD için ise önemli bir müttefiktir.

Yapılması gereken ilk iş ilişkileri PYD/YPG sultasından çıkarmaktır. Bunun için Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması noktasında Türkiye ile ABD arasında gerçek bir mutabakat sağlanmalıdır. Çünkü IŞİD başta olmak üzere her türlü terör sorununun kesin çözümü barış, istikrar ve güvene kavuşmuş bir Suriye’dir. Dolayısıyla, odak noktası savaştan Cenevre’deki barış görüşmelerine kaydırılmalı, ABD’nin YPG bağlamında verdiği sözleri tutması için Türkiye girişimlerini sürdürmeli, Menbic konusunda da Türkiye’nin taleplerini karşılayacak adımlar ABD tarafından atılmalıdır. Türkiye’nin kendi Kürt meselesiyle hangi araçlarla meşgul olmaya devam edeceği de şüphesiz PYD bağlamında yapılan tartışmalar için merkezi önemdedir. Türkiye, Suriye’de barışı hedeflediğini somut adımlarla göstermeye ve içeride de demokrasiye dönmeye başlayabilirse, şimdi güvenlik parantezine sıkıştırdığı sorunları diplomasi yoluyla çözebileceğini görecektir.

Bu konjonktürde önümüzdeki günlerde ABD üst düzey yetkilileri ile yapılacak temaslar her iki taraf için de önemli bir – belki de uzunca bir süre için – son bir fırsattır. Belli ki ABD yönetimi Türkiye’yle yaşadığı sorunları çözmek için çaba sarf ediyor. Ankara veya bölgede daha önce görev yapmış James Jeffrey, Ryan Crocker, Eric Edelman ve Stuart Jones gibi Amerikan Büyükelçileri de ABD’nin Türkiye’yi kaybetmek istemediğini düşünüyorlar. Elbette eleştirileri, kayıt ve kaygıları var ama bu diplomatlar aralarında nüanslar olmasına karşın sonuçta ilişkilerin iki ülke için de önemli olduğu, vazgeçilmez ortak çıkarlarının bulunduğu ve ilişkilerin onarılması gerektiği noktalarında hemfikirler.

Çok sayıda sorunlar ağında bocalayan Türk-Amerikan ilişkileri yakın bir gelecekte düzelmeyecektir. Ancak daha kötüye gitmesini önlemek mümkündür. ABD yetkilileriyle şimdi yapılacak görüşmelerde tarafların Suriye konusunda hiç olmazsa bir “modus vivendi” (geçici anlaşma) sağlamaları önemlidir. Böyle bir adım taraflara nefes aldıracak ve ileri dönük güven artırıcı bir etki yapacaktır. Türkiye ve ABD’nin dostluk ve müttefiklerini sürdürmesi, birbirlerine hasım olmalarından daha yararlıdır. Hem iki ülke hem Ortadoğu için.

*Eski CHP Milletvekili, emekli diplomat