'Parrhesia': Hakikati dillendirme sorumluluğu ve cesareti

Parrhesia sözcüğü, İngilizce’de (‘free speech’) ‘özgür konuşma’; Almanca (‘freimüthigkeit’) ve Fransızca’da (‘franc-parler’) ‘açık sözlülük’ olarak karşılanmıştır. Parrhesia bizde kıttır; bir avuç insana mahsustur. Olsa olsa ölümcül eşiklerde yaşanır; ya ölüm oruçlarına yatılır ya da ölüme yatırılarak -Hrant Dink, Tahir Elçi misali: Hepimiz Ermeni, hepimiz Kürt, hepimiz mağdur ve madun ötekinin hakikatini sırtlanmadıkça; demokrasiyi, özgürlük ve eşitliği talep edip “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” diyen hekimlerimizi kucaklamadıkça.

Google Haberlere Abone ol

Halûk Sunat

Kendi olmaklığımız, kendiliğimiz, aşkın bir gücün eseri (Tanrı vergisi, kader) değil de, kendi hikâyesi içinde kurulagelen bir şeyse; nedir, bu, kendiliğin kurucu hakikati? İnsan, verili bir ilişkiler gerçekliğine (anne-baba/aile dünyasına) doğuyor; giderek, genişleyen çevresi ile hemhal olup kendi olma hikâyesini kuruyorsa; kendiliğin kurucu hakikati, ‘ilişki/lerimiz’ (öteki ile münasebetimiz) değil midir?

Peki; söz konusu ilişkiler, koyu tâbiyet sarmalında yaşanıyorsa -kendiliğin özgürce serpilmesine olanak tanınmamışsa-, genelgeçerin yeniden üretimi (bir ‘replika’sı) olmanın ötesinde, kendine mahsus ve özgür bir varoluş kurması (özerk ve özgün bir ‘birey’ olması) mümkün müdür o kendiliğin? Kendine mahsuslukla kendiliğini kurmanın yolunun, tâbiyetin kuşatıcılığını kırmaktan; kendini inşa sürecinde -mümkün mertebe- kurucu iradeyi ele geçirmekten geçtiği açık değil midir?

‘Özne’ karşılığı kullanılan ‘subject’; uyruk, tebaa, kul, bende, maruz olan kimse, hedef, denektir, İngilizce sözlüğe göre (Fransızca ‘sujet’ de öyle). ‘Subject to’, bir şeye tâbi, maruz kalma hâlidir. ‘Subjection’sa, itaat etme, boyun eğme, tâbi olma. Peki; mütessir olan, tesir altında kalan, bir uyruk olan özne, nasıl bir Özne, bir ‘fail’ olacak; tebaa ya da tâbi olmaktan nasıl sıyrılacaktır? İzleyegeldiğimiz muhakemenin tabiatından mülhem; her aşamada kendi verili hakikatine yüksüzce, özgürce bakabilme; kendi hakikatini açık sözlülükle dillendirebilme ehliyetini kazanarak değilse, nasıl?

*

Parrhesia sözcüğü, ilk kez Euripides tarafından kullanılmış ve MÖ V'inci yüzyıl sonundan itibaren Antik Yunan edebiyatında sıklıkla yer almıştır. İngilizce’de (‘free speech’) ‘özgür konuşma’; Almanca (‘freimüthigkeit’) ve Fransızca’da (‘franc-parler’) ‘açık sözlülük’ olarak karşılanmıştır. Parrhesiastes ise, ‘hakikati söyleyen’dir (‘truth-teller’).(1) Parrhesiastes, kalbini ve zihnini, hiçbir şeyi saklamadan başkalarına açan kişidir. ‘Retorikçi’, -söylediği şeye dair fikrinden bağımsız olarak- dinleyenin muhakemesi üzerinde hâkimiyet kurma eğilimindeyken; parrhesiastes, neye inanıyorsa onu mümkün olduğunca dolaysız ve açık seçik söyleyendir. Sadece sözü kuran değil, sözü kurulanın da öznesidir; “Ben, şunu ve bunu düşünen kişiyim”dir.

Parrhesiastes, ‘boşboğazlı’, niteliksel bir ayrım gözetmeden aklına eseni söyleyen de değil; kendisi için tehlike arz edeni, dolayısıyla belli bir risk içeren şeyi (hakikati) dillendirendir. “Peki parrhesiastes doğru olduğunu düşündüğü şeyi mi söyler, yoksa gerçekten doğru olan şeyi mi?” Bence, der, Foucault, “doğru olan şeyi söyler; zira o şeyin doğru olduğunu bilir ve o şeyin doğru olduğunu bilmesi, o şeyin gerçekten de doğru olmasından kaynaklanır”. Demek ki, parrhesia’da, inançla hakikat arasında her zaman tam bir örtüşme vardır.(2) Dahası; hakikatle ilişkisi öylesine inanç ve samimiyetle yüklüdür ki, başını belaya sokacak olsa da hakikati dillendirmekten kaçınmaz.(3) Hakikatin görmezden gelindiği ‘uygitsinli’(4) hayat konforunun, hayatını kaybetmeyi (bile) göze alarak gözden çıkarılmasıdır, parrhesia tutumu. Öyleyse, -açıktır ki- parrhesia, parrhesiastes’in kendiyle kurduğu özgül bir ilişkiye dayalıdır; kendiyle ilişkisini sahtekârlık üzerinden kurmaktansa, hakikat dillendiricisi olarak kendinden vazgeçmeyi göze alabilendir o. Kendini ve kendisine kulak verenleri dönüştürecek bir hakikati dillendirirken, hakikati örtbas etmek isteyenleri inciten ve öfkelendirendir. Öyle birisine seslenir ki o, hitap ettiğinin gücünü bilir; ona rağmen, aşağıdan yukarıya seslenmeyi (eleştirmeyi!) ‘ödev’ sayar kendine. Şöyle açıklık getirir Foucault: “Ancak bir filozof bir tiranı eleştirdiğinde, bir vatandaş çoğunluğu eleştirdiğinde ya da bir öğrenci öğretmenini eleştirdiğinde parrhesia kullanılmış olabilir”.(5) Kandırma yerine dürüstlüğü, sessiz kalma yerine konuşmayı, konfor yerine riski, yaltaklanma yerine eleştiriyi, çıkarcılık veya kayıtsızlık ahlakı yerine hakikati dillendirme ahlakını tercih etmektir parrhesia.

*

Parrhesia, Euripides’in oyunlarında da yer aldığı üzere, Atina demokrasisinin asli özelliklerinden biridir. İyi bir vatandaşın etik tutumunu ifade etmekle birlikte, demokrasi için bir rehberdir de. Günümüze uzanırsak, ‘radikal’ talepleri ile şu bildik demokrasiyi demokrasi kılmak isteyenler için de elzemdir. Hele hele, gayrimeşruluğun yasallık kılıfına büründürüldüğü (giderek ona dahi lüzum hissedilmeyen) tahakküm rejimlerinde -suça tahvili ile tehdit olunsa da- tutunulabilecek tek daldır parrhesia. Lakin, bizde kıttır; bir avuç insana mahsustur. Olsa olsa ölümcül eşiklerde yaşanır; ya ölüm oruçlarına yatılır ya da ölüme yatırılarak -Hrant Dink, Tahir Elçi misali: Hepimiz Ermeni, hepimiz Kürt, hepimiz mağdur ve madun ötekinin hakikatini sırtlanmadıkça; demokrasiyi, özgürlük ve eşitliği talep edip “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” diyen hekimlerimizi kucaklamadıkça.(6)

Hasılı; kendimizle ilişkimizde, hakikatli, erdemli ve onurlu bireyler olmakla başlayacak her şey -başlayacaksa.

(1) Bu kesitte yararlanılan kaynak, Michel Foucault’nun Doğruyu Söylemek ismiyle (özgün adı, Fearless Speech) yayımlanan derslerinin metnidir (çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Y., 2014). Metin, 1983 sonbahar döneminde, Berkeley’deki California Üniversitesi’nde -İngilizce olarak- gerçekleştirilen altı dersin bant kayıtlarından derlenmiştir.

(2) Descartes’ta olduğu üzere, şüphe edilemeyecek denli açık ve seçik kanıtlar değil; ‘ahlaki’ niteliklerdir hakikat anlatısının güvencesi.

(3) Göze alınan risk, her zaman bir ölüm riski değildir. Bir dost karşısında açık sözlü (doğrudan ve eleştirel) olunduğunda göze alınan, o ilişkinin (dostluk olmayan dostluğun) kaybıdır çoğu kez -ve hele günümüzde!

(4) Meseleye, bilhassa, ‘kendilik kaygısı’ katında derinlik katan güzel yazısı (‘Kırda Hasar Ayinleri ya da İçtenliğin Ruhu Sakatlayıcı İlgası Üzerine Deneme’, Varlık dergisi, Ocak 2018) münasebetiyle Hüseyin Köse’yi anmak isterim.

(5) Edward W. Said’in, ‘entelektüel’i konumlandırışı da öyledir. ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisinde denge gözeten (devlete sesleniyor olmayı tek yanlı ve dengesiz bulan ve o nedenle parrhesia’dan uzak duran); ‘hakikat’ üzerine felsefe döktürürken şahsi hakikatsizliği için bahaneler üretmekten geri kalmayan ‘entelektüel’i de hatırlatır bana bu.

(6) Üstelik, TTB başkan ve üyelerinin ‘suç’u, en kabaca, ‘Halk sağlığı kaygısıyla -mesleki evrensel ilke ve sorumluluklarına da bağlı kalarak- savaşa hayır deme ve barış çağrısı yapma marifetiyle, kanaat, düşünce ve ifade özgürlüğü temel hakkını kullanma’ suçudur. Yurttaşın anayasal hak kullanımının, nesnellik dışı ilişkilendirmelerle suça tahvil edildiği müstesna ülkemizde, hak kullanımının ‘parrhesia’ raddesinde kabul görür olmasının yanında, daha da üzücü olanı, -güya mağdurla dayanışma niyetine- hak savunusu yerine, siyasi iradesi ile keyfen suç icat edeni ikna yolunun (‘… i tanırım; asla sandığınız gibi biri değildir; çok zarif bir insandır’, vb.) seçildiği bir memlekette yaşıyor olmamızdır. Ya da, ‘umarız, bekliyoruz, saygılarımızla’ havasının dayanışmadan sayıldığı bir ülkede yaşıyor olmak.