Vatan haini olmayı becermek bu kadar kolay olmamalı!

Türkiye’de ahlak üzerine kurulan eksenin bir tarafında operasyonu destekleyenler var. Onlar için Afrin, 35 senedir terör saldırıları düzenleyen ve sivillerin hayatına kast eden PKK tarafından yönetilmektedir. Şiddet ahlak dışıdır ve şiddeti politik amaçları için benimseyen PKK da ahlak dışıdır. Dolayısıyla, ahlaki alanın dışında konumlanan bu örgüt ahlaki (barışçıl) muameleyi hak etmemektedir. Bunun içindir ki, Afrin operasyonuna karşı çıkanlar tersten bir mantık yürütme ile vatan hani ilan edilebilir.

Google Haberlere Abone ol

Burak Bilgehan Özpek

Türk ordusu Afrin’e bir operasyon düzenliyor. Konu birçok mecliste hararetle tartışılıyor. Gazete makaleleri, televizyon ekranlarındaki açık oturumlar, akademik toplantılar ve hatta magazin programları bile bu konuyu gündemlerine aldı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde tartışma tek bir eksende, operasyona destek veren “vatan sevdalıları” ile operasyona karşı çıkan “vatan hainleri” arasında cereyan ediyor. Bu kutuplaşma sanıldığı kadar basit değil ve ülke olarak meseleleri ele alış tarzımız hakkında birçok ipucu veriyor. Kanaatimce, tartışmalar ülkemizin çıkarı ve güvenliği gibi konulara hiç temas etmeden ilerliyor.

İçinde akıl ve bilgi olmayan, tamamen belagat ve vicdana seslenen karşıt görüşlerin gürültüsü sürerken dış politika alanında yakın tarihimizin en önemli hamlelerinden birini yapıyoruz. Diğer bir ifadeyle, tartışma ahlaki bir eksende ilerlerken, ve kaçınılmaz olarak romantik ve duygusal söylemler havada uçuşurken, Afrin operasyonunun akılcı ve pragmatik ekseni ortaya çıkmıyor. Afrin’e düzenlenen operasyon reel politikanın dayattığı kaçınılmaz bir mecburiyet olarak sunuluyor. Dolayısıyla, bu operasyonun rasyonalitesine ve üreteceği fayda ve zararlara kimse dokunmuyor. Günün sonunda ortaya, gerçeklerin dayattığı ve güvenliğimiz için elzem bir operasyonun olduğu ve bunun sorgulanmasının veya savunulmasının tamamen ahlaki söylemlere emanet edildiği bir tablo çıkıyor. Burada bir gariplik var.

OBJEKTİF REEL POLİTİK Mİ SUBJEKTİF AHLAK MI?

2003 senesinde Irak işgal edildi ve bu ABD hükümetinin öncülük ettiği koalisyon tarafından yapıldı. Dönemin Amerikan yönetimi bu politikanın ülkelerinin güvenliği için gerekli olduğunu savundular. Onlara göre, otoriter yönetimler altında yaşayan insanlar için radikal örgütler oldukça cazip bir muhalefet seçeneği oluşturuyordu. Eğer, ABD radikal terör örgütlerinin hedefindeyse bu durumu önlemenin yolu bataklığı kurutmak yani Ortadoğu’yu demokratikleştirmekti. Böylece, demokratikleşen Ortadoğu ülkeleri hem diğer demokratik devletlerle iyi ilişkiler içinde olacak hem de radikal unsurların cazibesini yok edecekti.

Bush yönetimi, demokratikleşme ile ulusal güvenliği birbirine bağlama konusunda oldukça orijinal bir argüman üretmişlerdi. Mamafih, Bush’un planı kamuoyundan ve akademik çevrelerden pek takdir görmedi. Operasyon başlamadan hemen önce, önemli bir uluslararası ilişkiler dergisinde, “Lüzumsuz Bir Savaş” başlığıyla bir makale yayınlandı. Realist uluslararası ilişkiler okulunun iki önemli temsilcisi olan John Mearsheimer ve Stephan Walt tarafından kaleme alınan makale işgal kararını eleştiriyordu. Onlara göre, Amerikan yönetimi savaşın fayda ve maliyetlerini hatalı hesaplamış ve romantik bir karar alarak ülkenin çıkarlarına uygun olmayan bir karar almıştı.

Bu yargıya varırken yazarlar, savaş için harcanması planlanan para ile elde edilmeyi umulan maddi kazançları kıyasladı ve ABD hükümetinin Saddam Hüseyin ile anlaşmayı seçmek gibi daha maliyetsiz ve güvenli bir yolu görmezden gelerek kör bir romantizm içinde davrandığını iddia ettiler.

Bu tip yazılar, o dönem ABD politikasına yön veren neo-con isimleri oldukça mutsuz ediyordu zira onlar meselenin demokrasi ve insan hakları çerçevesinde tartışılması taraftarıydı. Bu kavramların sağladığı ahlaki söylem üstünlüğüyle, Irak politikasına karşı çıkan herkesi bir diktatöre yardım etmekle suçlayabiliyor, Amerikan ideallerine ihanet etmekle itham edebiliyorlardı. Bu yüzden neo-con çevreler, Immanuel Wallerstein tarafından yazılan Avrupa Evrenselciliği kitabını büyük bir memnuniyetle karşılamış olmalılar.

Kitap, herhangi bir ahlaki değere evrensellik atfetmenin güçlü devletler için kullanışlı bir araca dönüşeceğinden bahsediyor, böylece sömürge ve işgal faaliyetlerine ahlaki bir maske sunacağını iddia ediyordu. Bu argüman Irak’ta demokrasi inşa etmek isteyen Bush yönetimini hedef alıyor gibi gözükse de Irak politikasının sadece ahlakını tartıştığı için mevcut politikayı gerçekçiliğin ve ulusal çıkarın dünyasına hapsediyordu. En azından kendisi böyle sanıyor ve Bush yönetimini yargıladığını düşünüyordu.

Oysa bu hapishane, neo-conlar için bir iltifattı. Tarih, ahlaki açıdan sorunlu ancak pragmatik açıdan faydalı bir dış politikayı yürütmekle övünen hükümetlerle doludur çünkü.

Neyse ki, tartışma sadece ahlaki zeminde ilerlemedi. Amerikan dış politikası için tanımlanan amaçların ve bu amaçlara ulaşmak için ödenecek maliyetlerin ele alındığı rasyonel bir noktaya oturmayı başarabildi. Bu sayede, hükümetlerin tanımladığı dış politika programlarının tartışılmaz ve objektif bir çıkar kavramı içermeyebileceği bir kez daha anlaşılmış oldu. Ulusal çıkar kavramının liderlerin algılamaları ve karar alma süreçlerinde etkili olan figürlerin ideolojik eğilimlerinden bağımsız düşünülemeyeceği görüldü. Bu durum ise, gerçek olarak dayatılan dış politika seçeneğinin en az ahlaki kavramlar kadar sübjektif olabileceğini gösteriyordu.

ZEYTİN DALI RASYONEL Mİ AHLAKİ Mİ?

Bu örnek bize Türkiye için de bir şeyler anlatmalı. Dış politikada yaşanan kriz durumlarında tek eksenli bir analiz yapmak ve bu ekseni de salt ahlak üzerinden tanımlamak eksik ve hiç kimseye faydası olmayan bir yaklaşımdır. Türkiye’de ahlak üzerine kurulan eksenin bir tarafında operasyonu destekleyenler var.

Onlar için Afrin, 35 senedir terör saldırıları düzenleyen ve sivillerin hayatına kast eden PKK tarafından yönetilmektedir. Şiddet ahlak dışıdır ve şiddeti politik amaçları için benimseyen PKK da ahlak dışıdır. Dolayısıyla, ahlaki alanın dışında konumlanan bu örgüt ahlaki (barışçıl) muameleyi hak etmemektedir. Bunun içindir ki, Afrin operasyonuna karşı çıkanlar tersten bir mantık yürütme ile vatan hani ilan edilebilir. Zira PKK’nın ahlaki muameleyi hak ettiğini savunmak ancak terör eylemlerini ahlaksızlık olarak görmeyen bir düşüncenin sonucudur. Bu da vatan hainliğidir.

Öte yandan Afrin operasyonuna karşı çıkanlar ise savaş kavramına gerekçesi ne olursa olsun ahlak dışı bir eylem olarak bakmaktadırlar. Onlara göre, aktörlerin birbirleriyle müzakere ederek çözebileceği bir problem varsa savaşı tercih etmek ahlak dışıdır. Gündelik hayatında birbirini hiç görmemiş dolayısıyla düşmanlık geliştirecek bir fırsatı olmamış olan insanlar üzerlerine üniformalarını geçirdikleri an düşman olup birbirlerini öldürmeye çalışırlar. Oysa bir insanın tanımadığı başka bir insanı öldürmesi kutsal bir ülkü için atılmış bir adım değil cinayettir.

Dolayısıyla, devletleri yönetenler savaş kararı alarak ahlak dışı bir eylemin önünü açar ve buna meşruluk kazandırırlar. Liderlerden beklenen, ahlaklı olması ve savaşı tercih etmemesidir. Eğer Afrin’den Türkiye’ye yönelik sistemli bir saldırı yoksa soyut ve muhtemel tehdit algılamaları üzerinden bir savaş başlatılmamalıdır.

Takdir edeceğiniz üzere bu tartışmanın çözümlenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Taraflar birbirlerine ellerindeki medyanın gücü oranında, algı oyunlarıyla, coşkulu şiirlerle ve sloganlarla cevap vermeye çalışmaktadırlar. Amaçları daha fazla taraftar toplamaktır. Netice de kim daha kalabalıksa o daha ahlaklı olacaktır.

Tartışma zemininin ahlak üzerine kurulması ancak Afrin operasyonu konusunda teknik ve akılcı bir tartışma yürütememek bizim büyük bir ayıbımızdır. Devleti yöneten karar alıcıların belirlediği dış politika stratejisini bizi güvende kılacak tek ve biricik bir program olarak kabul ettik. HDP dışındaki bütün siyasi partiler neredeyse sıraya girerek bu operasyona olan desteklerini açıkladılar. Halbuki, bir dış politika eylemine rasyonalite atfedebilmek için en azından iki konuda bilgi sahibi olmak gerekir.

Birincisi, eylemin amaçları. İkincisi ise bu amaçlara ulaşacak araçların varlığı. Mesela, bahçemde avokado yetiştirmek beni çok mutlu edebilir ve bu yüzden avokado fidanı dikmek beni mutlu edeceği için rasyonel görünebilir. Ancak amacın rasyonel olması için bu yeterli değildir. Bu amaca ulaşacak araçların da mevcut olması gerekir. Bu yüzden, bir öğretim üyesi olarak avokado yetiştirebilmek için her gün 200 TL harcama mecburiyetinde olduğumu öğrenirsem, bu maliyetleri karşılamam mümkün olmadığı için bahçemde avokado yetiştirmek benim açımdan irrasyonel bir hal alır. Eğer zengin bir işadamı olsaydım, bahçemde yetiştireceğim avokado için günde 200 TL para harcamak beni üzmeyeceği için bu eylem yine rasyonel bir hal alabilirdi. Dolayısıyla, bir dış politika eylemini rasyonel kılacak iki parametre vardır; bu eylemin amacı ve bu eylemin maliyeti.

Halen daha muhalefet partilerinin, rasyonel olup olmağını bilmedikleri Afrin operasyonuna ne gerekçe ile destek verdiklerini anlayabilmiş değilim. Hiç kimse bu operasyonun somut, elle tutulur amacı nedir sorusunu sormadı. Operasyon nerede bitecek? Suriye içerisinde 30 km’lik bir güvenli bölge kurulduğu zaman mı? Afrin’in merkezi ele geçirildiği zaman mı? Fırat’ın doğusu tamamen PKK’dan temizlendiğinde mi? Yoksa son teröristin nefesi kesildiği anda mı?

Bunun yanı sıra, operasyonu gerçekleştirmek için ülkemizin mevcut araçlara sahip olup olmadığı ya da eğer sahipse bunları nasıl elde ettiği de sorgulanmadı. Rusya’nın Suriye hava sahasını açmak için Türkiye’den hangi tavizleri talep ettiği sorgulanmadı. ABD’nin Afrin’de susma ve tepki vermeme karşılığında Fırat’ın doğusu için dokunulmazlık sözü alıp almadığı sorgulanmadı. Yabancı bir ülkenin vatandaşı olan Özgür Suriye Ordusu’nun ülkemizin menfaatleri için niçin savaşmayı kabul ettiği sorgulanmadı.

KISIR DÖNGÜYÜ KIRMAK

Günün sonunda, Afrin operasyonunun rasyonel bir dış politika kararı olup olmadığını bilmiyoruz. Bence umurumuzda da değil. Bütün siyasi partiler oluşan toplumsal histerinin dışında kalmamak için ahlaki ve romantik bir söylemin peşinden gitmeyi tercih etmiş görünüyorlar. Operasyona destek verenler sorgusuz sualsiz operasyona destek veriyor ve devlet tarafından belirlenen ahlaki alanın güvenli sınırları içinde kalmayı tercih ediyorlar.

Operasyonun rasyonalitesini sorguladıkları anda vatan hainliği ile suçlanmaktan çekinmelerini anlıyorum ancak bu korku gerçeğe ulaşmanın ve politika yapmanın doğru bir yolu değil. Hatta siyasi partilerin varoluş amacına aykırı. Afrin operasyonunun rasyonel olup olmadığını sorgulamak ve alternatif bir çıkar tanımlaması yapmak PKK’nın bir terör örgütü olduğunu kabul etmeyi ve şiddetin siyasi amaçlar için kullanılmasını reddetmeyi engellemez. Diğer bir ifadeyle, akılcı ve ahlaki olmak aynı zamanda mümkün olabilir.

Öte yandan, Zeytin Dalı Operasyonu’na karşı çıkan kesimlerin de ergen ve bir sonuca ulaşmaktan ziyade kendisini tatmin etmeyi amaçlayan tavrı da bu kısır döngüye hizmet ediyor. Barış ideali felsefi bir problem olduğu kadar pratik hayatın da dayattığı bir ihtiyaçtır aynı zamanda. Barışın sadece ahlaki yanına dikkat çekmek yeterli değildir. Aynı zamanda onun üreteceği çıkarları ve Türkiye’nin barışı tercih ettiği zaman ne gibi faydalar elde edeceğini de gündeme getirmeleri gerekir. Operasyona karşı çıkmanın akılcı zeminini oluşturmadıkları takdirde, güvenlik gibi somut ve vazgeçilmez bir ihtiyaç karşısında barış ve vicdan gibi cılız ve sadece soyut düşünme yeteneğine sahip insanları etkileyebilecek söylemlere sıkışıp kalacakları muhtemeldir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 15 senelik iktidar hikayesi bizlere artık bir şeyler öğretmiş olmalı. AKP’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren bir düşman seçen, onu ahlaki olarak mahkum eden ve onunla savaşma yöntemi konusundaki tartışmaları bu ahlaki söylem üstünlüğüyle bastıran bir strateji benimsediğini bizzat tecrübe ettik. Bu mücadelelerin sonunda, daha fazla merkezileşen ve güçlenen bir AKP bulduk karşımızda. Bu düşman, kimi zaman askeri vesayet, kimi zaman Kürt sorununda barışı istemeyenler, kimi zaman devleti ele geçirmeye çalışan bir cemaat ve kimi zaman da toprak bütünlüğümüze ve canlarımıza kast eden PKK oldu. Bu aktörlerin ahlaki olarak savunulacak hiçbir tarafı olmadığı için AKP bu aktörlerle yaptığı mücadelenin metodolojisini keyfi bir şekilde belirledi ve sistemi ele geçirmek için istismar etti. Bu kısır döngüyü kırmak için ise sonunda AKP’nin kazanacağı muhakkak olan bir ahlak tartışması yerine mücadelenin metodolojisine odaklanmak, konuyu teknik bir tartışma eksenine çekmeyi artık öğrenmek gerekiyor. Vatanı kimin daha çok düşündüğünü anlamanın en zor ancak en sağlıklı yolu da budur.

Doç. Dr., TOBB Ekonomi Ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler Bölümü