Özgürlük esas, tutuklama istisnadır

Temel hak ve özgürlüklerin ihlali konusunda, özel ve özgün bir yargılama ve içtihat yaratma işlevi olan anayasa yargısı kararlarının mahkemeler ya da devlet organlarınca uygulanmaması söz konusu olamaz. Çünkü böyle bir durum, mahkemeler ya da devlet organları kararı ile anayasa yargısının “etkin hukuk yolu” ve Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararlarının da “geçerli” olmadığı sonucunu yaratır.

Google Haberlere Abone ol

Sedat Vural*

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru uluslararası hak arama yoludur, ulusal ceza yargılaması ile kıyaslanamaz. Asıl anayasa yargısı kararlarını uygulamak ve uymak mahkemeler yönünden anayasal zorunluluktur.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında temel alınan evrensel hukuk ilkesi "özgürlük esas, tutuklama istisna"dır. AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin karar dayanakları uluslararası sözleşmelerin güvenceye aldığı başta tutuklama, özellikle tutuksuz yargılanma hükümleri anayasadan da öte en üst normdur.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi'nin, bu uluslararası sözleşmelere dayalı verdikleri “ihlal kararları” başta mahkemeler olmak üzere, tüm devlet organlarını bağlar. Her mahkemenin tutuklama kararında dikkate alacağı normlar, yasa ve anayasadan önce uluslararası sözleşmelere dayalı bu konudaki AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarıdır.

Ne yazık ki bu evrensel çağdaş uygulama ülkemizde mahkemeler tarafından gözardı edilerek, temel insan hakkı güvencelerine karşın onlarca milletvekili ve gazeteci tutuklandı.

AİHM gibi Anayasa Mahkemesi “ihlal”kararları da tüm devlet organları için anayasal bağlayıcılık ve emsal niteliğine sahiptir. Bu kararı uygulamamak ya da karara uymamak anayasal görev suçunu oluşturur.

Bireysel başvurunun subjektif işlevi; bireyin temel hak ve özgürlüklerinin, anayasa yargısı yolu ile korunması; objektif işlevi ise bu korunmanın sağlanabilmesi için anayasa yargısı içtihatlarının geliştirilmesi ve tüm mahkemelerde bu içtihatları temel alan uygulama birliğinin yaratılmasıdır. Böylece tüm ülkede temel hakların aynı şekilde anlaşılıp uygulanmasının sağlanmasıdır. Zaten bu amaçla ülkemizde başta yargı olmak üzere “hak ihlalleri” kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu açılmıştır.

Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlali konusunda, özel ve özgün bir yargılama ve içtihat yaratma işlevi olan anayasa yargısı kararlarının mahkemeler ya da devlet organlarınca uygulanmaması takdiri ve işlevsiz bırakılması söz konusu olamaz.

Çünkü böyle bir durum, mahkemeler ya da devlet organları kararı ile anayasa yargısının “etkin hukuk yolu” ve Anayasa Mahkemesi'nin hak ihlali kararlarının da “geçerli” olmadığı sonucunu yaratır ki; bunu demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun bulmak mümkün değildir.

Nasıl ki aynı yargılamayı içeren AİHM kararlarına uymak ve bu kararlar ile içtihat ve uygulama birliği yaratmak anayasal zorunluluk ise, anayasa yargısı da aynı nitelikte olup, temel hakların tüm ülkede aynı şekilde anlaşılmasını sağlama temel işlevi nedeniyledir ki, anayasa yargısı kararlarını uygulamak ve uymak anayasal zorunluluktur.

AİHM'e göre “Sözleşen devletçe mahkeme kararının yerine getirilmesinde dikkat edilecek husus, kararın hüküm fıkrasıdır. Hüküm fıkrasında yer almış olan ihlalin, amaca uygun bir şekilde giderilmesi gerekir.”

İhlal kararının yerine getirilmesi demek, maddi imkansızlıklar hariç, saptanan ihlalin ve bu ihlalden doğan sonuçların ortadan kaldırılıp silinmesi demektir. Kararın yerine getirilmesi yönünde gereken önlemleri almak davalı devlete düşer. (Marcks/Belçika-Dudgeon/İngiltere-Belilos/İsviçre mahkeme kararları.)

Federal Alman Anayasa Mahkemesi ise, temel içtihadı "Zweigert" kararında; anayasa şikayetinin kazuistik bir temyiz etkisi (kasuistischen kassationseffekt) yanında, tüm ülkede temel hakların aynı şekilde anlaşılıp uygulanmasının sağlanması yönünden genel bir eğitim etkisinin (generellen edukationseffekt) olduğunu hüküm altına almıştır.

*Avukat (Ankara Barosu)