İzmir O Tipi Yüksek Güvenlikli Adalet Sarayı

İzmir’in adalet sarayının iyiden iyiye yüksek güvenlikli bir hapishaneye dönüştüğü ortada. Her yere demir bariyerler, çitler, turnikeler, arama noktaları… Bir tek gardiyanları eksik diyeceğim ama birkaç ay önce işe alınan ve adliyenin her katında kol gezen çok sayıda özel güvenlik görevlisini yok saymış olmaktan çekiniyorum.

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan

İzmir Adliyesi'nde birtakım değişiklikler yaşanıyor bugünlerde. Tüm girişler bariyerler ve demir parmaklıklı çitlerle çevriliyor. Giriş kapılarının önüne küçük ön binalar inşa ediliyor demir ve betondan. Adliyeye gelen herkes, bu değişikliklere şöyle göz ucuyla baksa da kimse henüz ne olup bittiği konusunda pek kafa yormuyor. Kumun, çimentonun ortasında fosforlu yelekleriyle işçiler, sabah akşam geleni geçeni seyrediyor.

Olan şu;

Türkiye’nin son birkaç yıldır içerisinde bulunduğu aşırı dozlu gerilim ve baskı ortamı, en büyük yansısını kamu binalarında buluyor. Özellikle de “adalet” saraylarında. Bu sarayların girişlerinde aramanın, taramanın, x-ray cihazlarının, turnikelerin bini bir para. En ufak işinizi halletmek için gittiğiniz bu saraylarda survivor’ı aratmayacak birtakım engelleri aşmanız gerekiyor. Yapacağınız ya da yaptıracağınız iş için adeta badire atlatmanız, onu hak etmeniz, onun için bir bedel ödemeniz bekleniyor.

Üzerinizde ne varsa bir kutuya döküyor, ışınları olan dar bir kapıdan (x-ray), öyle elinizi kolunu sallayarak değil kollarınız iki yanınızda, hazır ol vaziyetinde geçiyorsunuz.

Güvenlik gerekçesiyle yapıldığı söylenen bu uygulamaların neyi veya kimi güvence altına aldığı meçhul… Örnek olsun, adalet sarayları içerisinde işlenen kadın cinayetleri haberleri, gazetelerde veya haber sitelerinde, hiç de eksik olmuyor.

Bu sebeple, çok sayıda silahlı kişinin, demir bariyerlerin, x-ray cihazlarının bir yeri güvenli yapacağı konusundaki tartışmamız baki kalsın. Oraya hiç girmemiş olayım.

İzmir Adliyesi'nde yapılan son değişikliklerin, adliyeye yolu düşen herkesi ilgilendirdiği ortada. Arama, tarama uygulamalarının vatandaşlar yönünden yıllardır geçerli olduğu göz önüne alındığında ise, bu uygulamaların özellikle avukatlar yönünden daha çok önem arz ettiği de anlaşılabilir.

Adliye girişlerinde avukatlara yönelik engelleme çabaları yeni değil. Önce İstanbul adliyelerinde başlatılan ve daha sonra diğer adliyelerde uygulanan üst düzey güvenlikli giriş süreçlerini birçok insan anımsayacaktır. Avukatlık Kanunu açık şekilde cevaz vermezken avukatlara arama dayatması, kabul etmeyene adliyeye girişte engel, tutanak, vs.

İzmir Adliyesi'nde ise avukatlara yönelik bu arama dayatması, sayısız kavga dövüşten sonra, “çipli avukatlık kartlarının okutulması suretiyle turnikelerden geçmek” şeklinde tezahür etmişti vaktiyle. Ve uzunca bir süredir de uygulama bu şekilde devam ediyor. Sanıyorum bu da artık yetmiyor.

Fakat yine de yapılan son değişikliklerin özel olarak avukatları (vatandaş her türlü etkileniyor zira) hedefleyip hedeflemediği henüz bilinmiyor. Hiçbir kanaldan bu konuya dair bir açıklama yapılmış değil. Barodan da herhangi bir ses çıkmıyor. Çalışmalar öyle sessiz sedasız devam ediyor bir taraftan. İnsan en azından, başsavcılık imzalı ve üzerinde “çevreye verdiğimiz zarardan ötürü özür dileriz” yazılı bir tabela görmek istiyor.

Değişiklikler hayata geçirilmediğinden başsavcılığın ne düşündüğünü haliyle kimse kestiremiyor. Fakat İzmir’in adalet sarayının iyiden iyiye yüksek güvenlikli bir hapishaneye dönüştüğü ortada. Her yere demir bariyerler, çitler, turnikeler, arama noktaları… Bir tek gardiyanları eksik diyeceğim ama birkaç ay önce işe alınan ve adliyenin her katında kol gezen çok sayıda özel güvenlik görevlisini yok saymış olmaktan çekiniyorum.

Bir ülkeyi, bir şehri, bir mekânı böylesi bir güvenlik duvarıyla çevirmenin, güvenlik kaygısından daha fazla sebebinin olduğu kanaatindeyim. Bir adalet sarayının böyle korunuyor olmasının kendisinin, yargılama faaliyetinin evcilik oyununa dönüştüğü bir süreçte, insanların adalet saraylarını hedef alabileceği düşüncesi ve korkusuyla bir ilgisinin bulunduğunu sanıyorum.

Ve yine, bir insan kitlesini biçimsel olarak sıraya sokmanın, insanların ceplerini boşaltmanın, üstlerini aramanın sadece güvenlikle ilgisinin olduğunu düşünmüyorum. Bu bir iktidar biçimidir. Arayanın aranan üzerinde, kamu görevlisinin vatandaş üzerinde kurduğu bir iktidar…

Sürekli uzatılarak olağan bir yönetim biçimine dönüştürülen OHAL’le, hemen her konuda çıkarılan KHK’ler ile ne hedefleniyorsa, bir adliyeyi bu hale sokmakla da o hedefleniyor olmalı. Toplumu “terbiye” etme, onu bir biçimde hizaya sokma, devletin gücünü tahkim ve tesis etme…

(1) Başlıktaki o, onların o’su.

(2) Yazının fikri ve yaratıcı başlığı için ÇHD İzmir Şube Başkanı Av. Serdar Gültekin’e buradan teşekkür etmiş olayım.

Avukat