Filistin ve Yemen'de hesaplaşma zamanı

Yemen ile Suriye’de başarısız kalan maceraperest Suudi yönetimi, İsrail üzerinden Filistin yönetimi ve Lübnan’da Hizbullah-İran hattına saldırmaya niyetlendi. Trump, Netanyahu ve Salmanoğlu Muhammed, işbirliği halinde Filistin başkanı Mahmud Abbas’ı sıkıştırdılar: “Ya İsrail ve ABD’nin istediği/dayattığı barışa razı olursun yahut senin yerine adamımız Muhammed Dahlan’ı koyarız.”

Google Haberlere Abone ol

Faik Bulut

Dolaysız bir soru: Eski Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih ile Husiler arasında nasıl bir ilişki vardı? Husi hareketi, katledilen Salih’in siyasi hesap, plan ve tertiplerinin sonucu olarak Yemen’de ortaya çıktı. Ayrıntılara bakalım: Yanlış yere “Arap Baharı” diye isimlendirilen ama gerçekte tek adam yönetimine, yolsuzluk ve yoksulluğa karşı 2011’de başlattıkları ayaklanmaların rüzgârı Yemen’e ulaştı. Aç, yoksul ve hoşnutsuz kitleler (bu arada birleşmeden memnun kalmamış olan Güney Yemen hareketi), ülkeyi 33 yıl tek başına ve kurnazca yöneten Ali Salih’e başkaldırdılar. Başkan bir cephede, onlarca yıl boyunca Salih’ın ortağı veya destekçisi kalan Müslüman Kardeşler hareketinin siyasi kanadı Islah Partisi ile onun askeri ve aşiret müttefikleri diğer cephedeydiler. Mücadele çıkmaza girince Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) devreye girip çözüm yolu buldular: Salih başkanlıktan ayrıldı, yerine Güney Yemen kökenli yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi geçti. Hadi’nin esas görevi, milli mutabakat sağlayıp barış koalisyonu kurmaktı. O ise, hasım gördüğü her iki tarafı birbirine düşürmek ve zayıflatmak üzere harekete geçti. 2004-2010 yılları arasında Salih iktidarına karşı altı kez savaşmış olan Husi milisleri, bu oyun için biçilmiş kaftandı. Hadi, Hem eski başkanı Salih hem de muhaliflerini uğraştıracağını düşündüğü Husilere alttan alta destek verdi; onlara yönelik askeri operasyonları durdurmak suretiyle aşiret bölgelerinde ve kendi denetimlerindeki üslerde güçlenmelerini sağladı. Husilerin devlet imkânlarından yararlanmalarının, ülke çapında meşruluk kazanmalarının ve başkent Sana’ya gelmelerinin yolunu açtı. Bunun üzerine başkanlığı eski yardımcısına kaptıran Salih, yeni denge arayışına girdi. O sırada Husi hareketi, ana karargâhı olan Saade bölgesinden başkente doğru harekete geçtiğinde, Salih kendi tarafını tutan aşiretleri ve askerlere, Husilerle çatışmaktan kaçınmayı öğütledi. Zira Husilerle çatışmak demek, Salih karşıtı cephenin genişlemesi ve Sana’yı alması kaçınılmaz gibi görünen Husi milislerinin devrik başkanı anında yargıya havale edip hakkında idam fermanı çıkarması demekti. Esasen Salih’in derdi, kendini iktidardan düşüren hasımlarıylaydı. Husiler, onun açısından yakın bir tehlike değillerdi. Özetle düşmanımın düşmanı, dostumdur ya da muhtemel düşmanlar birbirlerini yesinler politikası güttü. İkinci adımı şöyleydi: “Barış Belgesi ve Milli Katılım” adı altında ülkedeki bütün güçlerle bir anlaşma imzaladı. Üçüncü adımda, Salih Husilerle ittifakın kendisi için en iyi çare olduğuna karar verip, dediğini yaptı. İki taraf, birbirinin samimi dostu görünmek suretiyle karşıdakinin güç ve imkânından fazlasıyla yararlanmaya baktı. Salih, elinde tuttuğu kadarıyla devlet ve ordunun olanaklarını, siyasi ve askeri bürokrasinin kapılarını Husilere açtı; onların meşru bir güç olmalarına ve başkentte faaliyet göstermelerine yardımcı oldu. Husi önderleri de, Salih’i, 2011’deki halk ayaklanmasının gazabından (veya kendisini devirme girişimlerinden) kurtarmış oldular. Bu süre içinde devletin hassas kuruluşlarına, bürokrasinin kilit yerlerine, ordu ve istihbaratın mahrem mevkilerine sızmayı başardılar; başkenti önemli oranda denetimlerine aldılar.

Husilerle birlikte Suudi destekli hükümeti boşa çıkarmayı başaran Salih, bu kez, “yakın tehlike”nin Husiler olduğunu etinde kemiğinde hissetti. Aslında iki müttefik arasındaki iktidar savaşı, 26 Mart 2015’te başlayacaktı. O sırada Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, aniden Yemen’e saldırınca, Salih-Husi çatışması ertelenmiş oldu. Suudi destekli başkan Hadi ile ayrılıkçı Güney Yemen güçleri de, fırsattan istifade, kendi merkezlerini kuvvetlendirmek maksadıyla Salih-Husi cephesine karşı askeri harekât başlattılar. Bu karmaşa içinde Husiler geri çekilirken ordunun cephaneliklerine el koyarak yanlarında götürdüler. Salih’in askerlerinin bir kısmı silah bırakıp eve döndü; diğerleri de dağınık birimler halinde farklı yerlere dağıldılar. Böylece devrik başkanın yanında yakın koruma birliğinden başka kimse kalmadı. Suudi Arabistan, bu noktada devreye girdi ve istenilen talepleri yerine getirme sözüne karşılık Salih’i, müttefiki Husilerden ayırdı. Salih, açıkça Husilere savaş ilan etti.

Salih ile Husi yetkilileri arasında ne geçti? Bunu da, arabuluculuk görevini üstlenen İsmail el Caeli anlatıyor: “Diğer arabulucularla birlikte, iki tarafın savaşmaması için eski başkan Salih’i ziyaret ettik. Salih’in yanında kardeşinin oğlu General Tarık Muhammed ile ve özel muhafızlardan başka kimse yoktu. Kendisine, Ensarullah hareketinin (Husiler) şu taleplerini ilettik: Salih teslim olmalı ve evinde mecburi ikamete tâbi tutulmalıydı! Bu şartları duyan eski Başbakan kızıp köpürerek şöyle dedi: ‘Ben ki 33 yıl boyunca Yemen’i tek başıma yönetmişim. İsmim Yemen’le özdeşleşmiştir. Asla teslim olmam. Ev hapsinde olmak benim için züldür. Kanımın son damlasına kadar çatışır ve şerefimle ölürüm daha iyi.” Bunun üzerine Husiler, Salih’in yanından devşirdiği bir istihbaratçının verdiği bilgi üzerine, doğum yerine gitmek üzere yola koyulan devrik başkan, oğlu, akrabası ve birkaç yakın korumasına pusu kurup hepsine kurşun yağdırdılar. Böylece Salih, hasımlarına karşı kullanmak üzere “Mümin Gençler” adıyla besleyip büyüttükten sonra siyaset sahnesine çıkarttığı Husi ve benzeri İslamcı hareketlerle bir barıştı, bir savaştı, bir uzlaştı, bir kavga etti; son yıllarda kendileriyle müttefik oldu ve nihayet o militanların kurşunlarının kurbanı oluverdi.

İran’ın ruhani lideri Ali Hameney’in Dış İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, eski Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih suikastı için, “O, hak ettiğini buldu” dedi. Orgeneral Caferi, Ali Salih’in Husilere sırtını dönmesini, “darbe tezgahı” olarak niteleyerek şöyle demişti: “Irak Kürdistan’ında olduğu gibi ülkeyi bölmeye yönelik bir komploydu. Neyse ki Ensarullah, bu tertibi bastırıp boşa çıkardı.” İran Devrim Muhafızları (Pasdaran) komutanı Orgeneral Muhammed Ali ise şu ifadeyi kullandı: “Yemenliler talep ederlerse, İran, tıpkı Suriye’de yaptığı gibi, kendilerine manevi ve istişari yardımların seviyesini yükseltebilir.” İsrail gazetesi Maariv, “Lübnan Başbakanı Saad Hariri ve Ali Salih olayını kastederek, Suudi Arabistan Veliahdı Salmanoğlu Muhammed’in iki büyük darbe aldığını” yazdı. Bağlantılı olarak İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, Elaf isimli Suudi gazetesine verdiği demeçte, “İsrail ile Suudi Arabistan’ın İran'ın kötü niyetleri konusunda hemfikir olduklarını ancak İsrail’in Hizbullah mevzilerine saldırmaya henüz niyetlenmediğini, zira istenen sonucun şimdilik alınamayacağını” söyledi. Uzman görüşlerine başvuran New York Times gazetesine göre, Suudi Arabistan’a Yemen’den fırlatılan füzeler, Suudi hava savunma sisteminin bu tür tehlikeleri bertaraf edemeyeceğini gösterdi. Keza Suudilerin Yemen’deki adamı sayılan Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’ye destek verilerek Yemen’deki savaş kazanılamaz.” İran, Suudi yönetiminin, Yemen’de bir şekilde galip gelebilmek amacıyla Lübnan’a (Hariri’yi ev hapsinde tutup istifaya zorlama, Hizbullah’ı tehdit etme gibi) baskı yaptığını tahmin etmişti. Olayın farkına varan Suudi Veliahdı, BAE veliahdının tavsiyesiyle Husi (Ensarullah)-Ali Salih ittifakını bozma girişiminde bulundu. Ali Salih ile gizli temas ve pazarlıklar başladı. Salih’in Suudilerden talebi şunlardı: Kendisi hakkında uluslararası alanda alınan ceza kararı kararının iptal edilmesi, kendisi ve ailesinin selametinin garanti edilmesi, mevcut Yemen Başkanı Mansur Hadi’nin azledilerek yerine kendisinin başkan seçilmesi veya koalisyon ortağı olması, yeterli miktarda petro-dolar yardımı alması.”

Görünen o ki İran, Yemen’de orta vadeli bir döneme kadar kalıcı ve söz sahibi olmak istiyor. Husiler, muhaliflerinin dağınık olmaları nedeniyle şimdilik ülke çapında denetim kurabilecek biricik askeri ve siyasi güç gibi görünüyorlar. Tek açmazları, halkın gözünde belli bir mezhebin (Zeydilik) temsilcisi sayılmalarıdır. Salih’in partisi Halk Kongresi, birkaç parçaya bölünmüş; bir kısmı Suudi destekli Hadi yönetimiyle ittifak kurabilir; belli bir kesimi de Husilerle iş tutabilir. Suudi Veliahdı Salmanoğlu Muhammed ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) veliahdı Muhammed bin Zayid, askeri bakımdan yenemedikleri Yemen sorunun kendi lehlerine çevirebilecek manevraları deniyorlar: Doğrudur, Salih’in BAE’de rehin kalmış oğlu General Ahmed, kendisinden istenileni yerine getiremedi. Buna rağmen BAE, Yemen’de güçlü İslamcı tabana sahip Islah Partisi’ne el attı. İstanbul’daki zirve konferansına gelmiş bulunan parti başkanı, Suudi destekli Yemen Başkanı Hadi’nin eşliğinde Riyad üzerinden Abu Dabi’ye uçtu. Yetkililerle yapılan görüşmede, Sünni meşrepli Islah Partisi, kendisini Müslüman Kardeşler hareketinden (güya) ayrı tutan bir demeç verdi. Suudi-BAE yetkilileri, bu partiyi, Yemen’de Husilere karşı muhalefetin odağı yapmaya çalışıyorlar. Yanına eklemlenmesi düşünülen iki hareket daha var: İlki Salih’in Halk Kongresi partisinin büyük bölümü; diğeri eski Aden Valisi önderliğindeki Güney Geçiş Meclisi. Bu cephe kurulursa, Husi hareketi ve İran’ı savaş gibi zor günler bekliyor denebilir. Suudiler daha çok ideolojik, siyasi ve güvenlik gibi nedenlerle Yemen’le ilgilenirken; baş müttefiki BAE, olası bir bölünmede Yemen’in batı ve güney (limanların, deniz seferleri ve enerji nakil hatlarının olduğu) bölgeleriyle yakından ilgilenip kontrol altında tutmak istiyor.

Yemen’in Filistin ve Kudüs’le bağlantısına gelelim: Yemen ile Suriye’de başarısız kalan maceraperest Suudi yönetimi, İsrail üzerinden Filistin yönetimi ve Lübnan’da Hizbullah-İran hattına saldırmaya niyetlendi. Trump, Netanyahu ve Salmanoğlu Muhammed, işbirliği halinde Filistin başkanı Mahmud Abbas’ı sıkıştırdılar: “Ya İsrail ve ABD’nin istediği/dayattığı barışa razı olursun yahut senin yerine adamımız Muhammed Dahlan’ı koyarız.” Bu minvalde; İsrail, 1967’de işgal edilen ama 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması gereğince Filistin yönetimine verilen Filistin toprakları (Batı Şeria ve Gazze) üzerindeki yetkilerini artırma yoluna gitti. Çıkardığı işgalci yasalar gereğince; Filistin’deki sivil idare içindeki Yahudi kadrolarını ve görev alanlarını kendi lehine genişletti. Yahudi yerleşim birimlerinde çalışan Filistin işçilerinin sayısını arttırdı. C bölgesindeki Filistin kentleri arasında dolaşma yetkisine sahip Filistin güvenlik subaylarının izin belgelerini kaldırdı. Adli suçlardan mahkûm olmuş Filistinlilerin, bir cezaevinden diğerine naklini talep eden Filistin Yönetimi'ni cevapsız bıraktı. Filistin Yönetimi’ne daha önce tanınmış olan güvenlik ve asayiş yetkilerinin hepsini iptal etti. Bu haliyle bakıldığında Filistin Yönetimi, İsrail’in büyükşehir belediye başkanlığı görevini yerine getirmekten başka bir şey yapamıyor.

Tam da bu noktada Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı çıktı. Arap ve İslam devlet yöneticileri pratikte değil ama sözde hem İsrail hem de ABD yönetimine sert tepki gösterdiler. Mahmud Abbas, bu ortamda İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine katıldı; moral ve destek aldı. Arap ve İslam kamuoyunun tepkisinden çekinen İsrail ile Amerika’nın gizli işbirlikçisi Suudi yönetimi, göstermelik bile olsa, “Kudüs’ün Yahudileştirilmesine” karşı çıktı. Böylece Mahmud Abbas, İsrail’deki Maariv gazetesinin yerinde tespitiyle, “Amerika-İsrail-Suudi mengenesinin baskısından şimdilik kurtulmuş oldu.” Gerisi kendi ferasetine kalmış: Ya Filistinli örgütlerin güç birliğini sağlayarak önceki ayaklanmalardan farklı bir niteliğe sahip intifadayı ileriye taşıyacak dirençli, kararlı ve mücadeleci bir çizgi izleyecek; yahut İsrail’den medet umarak bir türlü yapılmayan barışı dilenecek. Abbas’ın barış için ABD’nin arabuluculuğunu reddetmesi umut verici olmakla birlikte, ne zaman ne yapacağını henüz kestirebilen yok. Muhtemelen kendisi de bilmiyor ne yapacağını.