Devletin sonu: Deneyimin piçlerini kendi çocuğu sanan akıl

“…Koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır…”

Google Haberlere Abone ol

.

Gülgün Türkoğlu

#gulguntp

Marcus Aurelius’un “Düşünceler” isimli eseri evren, akıl, erdem, yasa, iyi, erdemli yaşam gibi ilkelere günümüzde de kılavuz edebilecek zengin fikirler, önermeler içerir.

Bugün, bu eseri okurken, aniden parti iç tüzüklerine bakma ihtiyacı duydum. Erdem kelimesi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tüzüğünde beş kez geçiyor. Erdem yerine tercih edilmiş olabileceğini düşündüğüm fazilet kelimesi ise hiç geçmiyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzüğünde ise erdem iki cümlede üç kez kullanılmış ve partili olmanın ön koşulu olarak belirlenmiş: içi boş bir belirlenim. Erdemsiz bir kişi CHP’ye katılmak isterse ölçü nedir? Buna kim karar verir? Fazilet kelimesi ise kullanılmamış. AKP’de Siyasi Erdem ve Etik Kurulu olmasına rağmen, şimdiden içi boş olan görev tanımları genel başkan ile sınırlanmış. İçi boş, çünkü erdem ve etik dile getirildiğinde “kurucu değerler ve ilkeler” genellemesine gönderme tercih edilmiş. İYİ Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin iç tüzüğünde ne erdem ne de fazilet kelimesi geçiyor.

***

MS 121-180 yılları arasında yaşamış olan Marcus Aurelius, Roma İmparatoru’dur ve “Beş İyi İmparator”un sonuncusudur. Platon’un filozof kral tanımlamasının hakkını vermek üzere sürdürülen bir yaşamdır onunki.

İmparatorluğu sırasında Roma’da bir milyon, devasa imparatorluk topraklarında ise toplam elli milyon kişi yaşıyordu. Yaşadığı dönemde, dünyanın tartışmasız en güçlü insanı olan Aurelius’un, yukarıda dile getirdiğim kavramları kendisine dert edinip içlerini doldurmaya çalışması bitimsiz bir hayranlık duygusu yaratıyor.

Erdem, iyi, bilgelik, akıl, doğa, insan ilişkileri, yaşam, ölüm gibi konuları irdelediği Düşünceler’de, hitap ettiği “sen” halkı, ötekiler, talipleri değil bizzat kendisidir; çabası hakikidir.

Erdemliliği, ulaşılan bütünlük sonucunda gelen dinginliğin zorunlu olduğu bir durum olarak nitelemiş. Dingin olmayan ruh durumunun erdemsizlik olduğunu sıkça vurgulamış.

Ona göre:

*Erdemli bir insan öfkeli olamaz.

*İktidar sahibi olan kişi, birini kışkırtıcı duygulardan kaçınır, ölçüsüz davranmaz, özellikle kendini beğenmişlik tuzağından kaçınır.

*Her davranış toplumsal yaşamın bütünleyici parçasıdır.

*Erdemli insan özgürdür ve özgür insan, “Çocuğumu yitirmesem!” diye yakarmaz, şöyle yakarır: “Çocuğumu yitirmekten korkmayabilsem!”

***

Erdemin korunduğu evin çatısı adalettir. Adaletli olduğu için Kanuni ismini alan I. Süleyman, “Adalet ile hükmedersen her günün ibadet sayılır” demiştir. İnsanları robotlaştıran içi boş tekrarları, tek hamlede alaşağı eden ne muhteşem bir idrak!

Kanuni Sultan Süleyman, devrin meşhur âlimi Yahyâ Efendi’ye bir devletin hangi halde çökeceği sorusunu sorar. Mektubuna aldığı yanıt kısadır. “Neme lâzım Sultânım!”

Açıklaması istendiğinde şöyle demiştir:

“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…”

***

Ünlü Alman filozof Immanuel Kant “Prolegomena”sında, Hume’u, usun neden ve etki bağlantısını a priori olarak getiremeyeceği savı konusunda eleştirirken ilginç bir tanımlama yapar: Usun bu kavram ile kendisini aldattığını, kavramın deneyim tarafından gebe bırakılan imgelem yetisinin bir piçi iken, onu yanlışlıkla kendi çocuğu olarak kabul ettiğinden söz eder.

Hak, hukuk, adalet, erdem, iyi, kötü, güzel, aşk, sevgi… Kullandığımız tüm kavramların içi nasıl da boş! Dirimsiz, kupkuru… Deneyimin kendisine sunduğu piçleri, öz evladı sanacak bir aklımız bile yok sanırım. Duyu algılarımıza çarpan ile; demek istiyorum ki beslenme, barınma, üreme, giyinme kaynaklı tüketim ile yetinmeyeli kaç zaman oldu? Piçlerimizi savunmak bile bizi daha onurlu kılabilirdi.

Platon "Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı” demiş. Felsefecileri bilmem de filozoflar değil devlet yönetimini, insanlarla olan ilişkilerinde bile iktidarı telep etmiyorlar. Bu durumda, iktidardakiler ucundan da olsa düşünmeye başlasa ne güzel olur!