Sorun enflasyon, reçete 'piyasacılık' değil!

Beyaz peynir fiyatı son 12 ayda yüzde 19,8, yumurta yüzde 30,3, çay yüzde 20,7, tereyağı ise yüzde 45 oranında arttı. Tereyağının yerine ikame edilmeye çalışılan margarinin ortalama fiyatı dahi yüzde 20,5 artış gösterdi. Aslında gıda malzemelerindeki artışı bir anlığına bırakıp başka temel ihtiyaç maddelerine bakıldığında da durum benzer. Örneğin en hızlı fiyat artışlarından birisinin görüldüğü sabunun ortalama fiyatı TÜİK’e göre son 12 ayda yüzde 62,4 arttı.

Google Haberlere Abone ol

Ali Rıza Güngen

Çok kaba bir bölümlendirme yaparak başlayalım. Türkiye’de iki tür insan bulunur. Pazarda, markette almaya kalktığı ürünü fiyatına bakıp zaman zaman da olsa geri bırakmak zorunda kalanlar ve fiyatlara bakmadan alışveriş yapabilenler. Enflasyon rakamı elbette çok daha kalabalık olan birinci gruptakiler için daha önemlidir, ama her enflasyon rakamı açıklaması genel bir tepkisizliğe kadar uzanan alışılmış hayat pahalılığı tekerlemeleriyle karşılanır.

TÜİK’in 4 Aralık’ta açıkladığı veriler Türkiye’de enflasyonun yüzde 12,98’le son 14 yılın rekorunu kırdığını gösteriyor. Yıllık en fazla artış yüzde 18,56 ile ulaştırmada gerçekleşirken fiyat artışlarında domates, kabak gibi sebzeler ve kaban gibi ürünler son ayda başı çekmiş görünüyor.

Bu rakamların arkasında daha dikkatli bakılması gereken bir hikaye var. Çünkü enflasyon rakamı TÜİK’in ağırlıklandırdığı sepetteki mallara göre açıklanıyor. Bu sepette gıda, ulaştırma ve konut en başta görünüyor. Başka bir ifadeyle fiyat artışının yaklaşık yüzde 53’ünü bu üç kalemdeki artış belirliyor. Ancak maaşının üçte birini kiraya ve elektrik-su faturalarına vermek zorunda olan bir ücretli için konutun resmi sepetteki ağırlığı (yüzde 14,85), elinde ne kaldıysa gıdaya harcayan yoksul çalışan için gıda harcamalarının aynı sepetteki ağırlığı (yüzde 21,77) anlamsız görünecektir. Bunun nedeni ise harcama kalıplarının gelir gruplarına göre muazzam farklılıklar sergilemesi.

Harcamalarında gıda, barınma vb.'ye daha fazla pay ayırmak zorunda olan yoksullar hayat pahalılığından ortalamaya nazaran çok daha fazla etkileniyorlar. Gıda ve konut harcamalarının fiyatların ortalamasından daha yüksek artışı aynı zamanda bütün AKP dönemi için geçerli. 2003 yılı temel alınarak oluşturulan TÜİK endeksinde gıda ve konut harcamaları 3,5 kat artış sergilemiş. Ulaştırma harcamaları ise son 14 yılda ortalamada TÜİK’in açıkladığı enflasyon kadar (yaklaşık 3,2 kat) artış sergilemiş.

ORTALAMA FİYATLARA BAKILMALI

Türkiye’de asgari ücret dört kişilik bir aile dikkate alındığında açlık sınırının altında. Dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı Türk-İş araştırmasına göre 5 bin lirayı geçtiği için çok sayıda hane günümüzde, hanede çalışan ya da çalışanlar olmasına karşın, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Güvencesiz istihdamın yaygınlığı, istihdamda yer alma ve almama dönemlerinin birbirleri içine geçmesi başka bir açıdan değerlendirildiğinde, aslında aynı zamanda çalışan yoksulluğunun yaygınlaşmakta olduğunu ifade ediyor. Çalışma fırsatı bulanlar borçlarını kapatmaya değil sürdürmeye ve bir sonraki işsizlik dönemine mümkün olduğunca hazırlanmaya uğraşıyor. Temel iktidar politikası ise bilindiği üzere, bir yandan sosyal yardımlarla diğer yandan borçlanma olanaklarıyla ve finansal içerilme uygulamalarıyla idare etme mekanizmalarını devreye sokmak. Aynı zamanda da çalışan yoksullara kendilerini geliştirmelerini salık vermek.

Ancak mızrak çuvala sığmıyor. TÜİK’in hesapladığı ortalama fiyatlar dikkate alındığında temel ihtiyaç maddelerinin ne kadar fiyat artışına maruz kaldığı daha iyi ifade edilebilir: Sadece birkaç kahvaltı malzemesine bakalım: beyaz peynir, yumurta, çay, tereyağı vb. Ortalama beyaz peynir fiyatı son 12 ayda yüzde 19,8 artarken, yumurta fiyatı yüzde 30,3, çay fiyatı yüzde 20,7, tereyağı fiyatı ise yüzde 45 oranında arttı. Tereyağının yerine ikame edilmeye çalışılan margarinin ortalama fiyatı dahi yüzde 20,5 artış gösterdi. Aslında hiçbir zaman kenara bırakamayacağımız gıda malzemelerindeki artışı bir anlığına bırakıp başka temel ihtiyaç maddelerine bakıldığında da durum benzer. Örneğin en hızlı fiyat artışlarından birisinin görüldüğü sabunun ortalama fiyatı TÜİK’e göre son 12 ayda yüzde 62,4 arttı.

Başka bir ifadeyle ortalama fiyatlara ve Türkiye’deki yoksulluk sınırına bakıldığında hem ufak fiyat artışlarının dahi alt gelir grupları ve yoksullar için çok büyük etkilerde bulunacağı hem de temel harcama kalemlerinde artışların çok daha yüksek olduğu ortaya çıkıyor.

MERKEZ FAİZ Mİ ARTIRSIN? PEKİ, SONRA?

Bir ülkede temel ekonomik göstergeler insanların gündelik yaşamlarında deneyimlediği sıkıntıları açıklamaktan uzaklaştıkça ilk bakışta çelişkili görünen bir gelişme gerçekleşebilir. Gerçek rakamların farklı olması ve dolayısıyla sıkıntıların çok daha ağır olmasının otomatik biçimde tepkilere yol açacağını düşünmek hatalıdır. Burada en önemli değişken mücadele ve muhalif kurumların kapasitesidir. Etkili ve örgütlü mücadelede zayıflık söz konusuysa örneğin hayat pahalılığının muhataplarının ses çıkarma, tepki verme olasılığının da azaldığını gözlemleyebilirsiniz.

Türkiye’de enflasyon önemli bir sorun. Tartışmaya bakarsanız bir yanda standart parasalcı iktisat reçetesi sunan uzmanlar, öte yanda klasik neoliberalizme muhalif gibi görünen ama onun sadık takipçisi muktedirler duruyor.

Enflasyon karşıtı mücadeleyi Merkez Bankası’nın faiz ayarlamalarına sıkıştıran iktisatçılara aldanmamak gerek. Gelir adaletsizliğini ortadan kaldıracak bir müdahale tasarısına uzanmayan bütün enflasyonla mücadele önerileri çalışanları, kendisini düzenlediği düşünülen piyasaya ayak uyduramadıkları için suçlayan ya da onlardan fedakarlık isteyen bir yere savrulmak zorunda. Aynı zamanda hatırlanacağı üzere enflasyon hedeflemesi rejimi, aksayarak da olsa beklentilere etkide bulunarak, reel ücret artışlarını engellemek için yıllarca kullanıldı.

Her ne kadar kendi açıkladığı enflasyon hedefini bir sonraki raporda yok sayan bir Merkez Bankası olsa da, ortalama fonlama maliyetini düşürmediği için Merkez’e çatanların, aynı zamanda bir yandan da emekçinin fedakarlıkta bulunmasından bahsedenlerin söylemlerine de kanmamalı. Çünkü haftada ortalama 47 saat çalışan (dünyadaki en uzun ortalama çalışma sürelerindendir) ve halihazırda ailesini geçindiremeyen bir emekçiden fedakarlıkta bulunmasını istemek absürttür.

Enflasyon karşısında hoşnutsuzluğun bireysel tepkilerin ötesinde etkili bir mücadeleye dönüşmemesinde baskı ortamının, iktidar için kullanışlı OHAL rejiminin önemli payları bulunabilir. Ancak bütün bunlara karşın yine de asgari ücretlinin kayıplarının telafi edilmesi için mücadele etmek, sendikalar öncülüğünde halkın enflasyon rakamını açıklamak, ilk etapta emekli maaşlarında büyümeden verilen payın yüzde 30’dan yüzde 100’e çıkarılması, memurların maaşlarının hesaplanmasında gıda ve konut harcamalarının payının daha yüksek olduğu bir sepetin referans alınması için uğraşmak gerekli.

Kısacası, beslenmek ve barınmak haktır, temel haklardan faydalanmayı ve sağlığımızı korumayı daha zor kılan bir iktidar karşısında sarılacağımız mekanizma ise piyasa değildir.

Dr. Siyaset Bilimi