Susun Bozdağ konuşuyor, konuş Bozdağ!

"Bunlar rehin durumda adeta orada. 'Şu ifadeleri kabul ederseniz şu kadar ceza ile kurtulur tahliye olursunuz.' yazıyorlar ellerine veriyorlar..." Bozdağ’ın bu açıklamaları, Türkiye’de özellikle devrimci, yurtsever avukatların savunmalarını andırıyor. Hani şu mahkemelerin hiç kulak asmadığı ve hüküm verirken bir kez dönüp bakmadığı savunmaları...

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan

Geçtiğimiz yıl mart ayında kara para aklama ve dolandırıcılık suçlamalarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde tutuklanarak cezaevine konulan ve yakın bir zamanda (4 Aralık deniyor) duruşması görülecek olan Rıza Sarraf (1), ülkece (Türkiye) dikkatleri üzerine çekmiş bulunuyor.

Kendisinden bir süredir haber alınamadığından bahisle Amerika’ya notalar veriliyor, endişeler dile getiriliyor. Eline mikrofon alan kimselerce en az on kez kumpas, darbe, siyasi dava gibi kelimeler telaffuz ediliyor. Sarraf davası lanetleniyor ve mahkûm ediliyor.

Hükümet kanadında paniğe sebep olan bu dava daha çok su kaldıracakmış gibi görünüyor. Paniğin nedeni açık: Rıza Sarraf’ın anlaşma yoluna giderek, “itirafçı” olduğu yönündeki kuvvetli şüphe. En son (17 Kasım’da) ABD’nin önde gelen yayın kuruluşlarından NBC, Rıza Sarraf’ın savcılıkla işbirliğine vardığını iddia etmiş ve bunu iki kaynağa dayandırmıştı.

Hal böyleyken RTE önderliğindeki hükümetin eteklerinin tutuşmuş olması normal. Hükümetin Rıza Sarraf olayı ile neden paniğe kapıldığını, yine en iyi cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın açıklıyor. Kalın, France 24 kanalına yaptığı açıklamalarda her ne kadar cumhurbaşkanı ile Sarraf ve Sarraf davası arasında bağ bulunmadığını yinelese de, bu bağı dolaylı olarak yine kendisi ortaya koyuyor. “Bunu hep söyledik.” diyor Kalın, “Son derece siyasi motivasyonlu bir dava. Biz, dışarıdan aldığımız enerjiye bağımlıyız, yaptırımlar esnasında İran ile bu ticareti yapmak zorundaydık. Bunu başka yollarla yapmayı denemek zorunda kalacağımızı söyledik. Bankalarımız, ekonomi bakanımız işin içine girdi.”

İran ile yapılmak zorunda olunan “ticareti”, denenmek zorunda kalınan “başka yolları”, “bankaların” ve “ekonomi bakanının” olaya dahlini üstü kapalı bir şekilde açıklıyor. Dilini ısırıyor ağzından fazlasını kaçırmamak için, yutkunuyor belli.

Hükümet kanadında yaşanan bu paniği ve paniğin nedenlerini cumhurbaşkanlığı sözcüsünün yaptığı “üstü kapalı” açıklamalarla sınırlı tutalım. Daha fazla laf edilecek bir durum da zaten bulunmuyor. Hiçbir araştırma yapmaksızın, son birkaç yıldır, sadece yapılan açıklamaları dinleyen bir kişi dahi neler olup bittiğine dair bir fikir edinebilecektir.

Rıza Sarraf’ın ve görülecek olan davanın akıbeti konusunda ve bunca yaygaranın arasında, bir avukat olarak dikkatimi en çok cumhurbaşkanı yardımcısı Bekir Bozdağ’ın yapmış olduğu açıklamalar çekiyor.

Bir dönem Adalet Bakanlığı da yapmış, adaletten pek az anlayan ve eminim pek de hazzetmeyen Bozdağ, burjuvazinin ve onun iktidarının ikiyüzlülüğünü, hukuk devleti safsatasının, yargının ve yasaların kara yüzünü bıyığının altından sakin sakin açıklıyor.

Bozdağ’ın yaptığı açıklama uzun. Ben şahsen dikkat çekmek istediğim kısımları alıntılayarak derdimi anlatmaya çalışacağım.

Rıza Sarraf davası Türkiye'ye dönük açık bir kumpastır. Siyasi bir davadır. Hukuki dayanaktan yoksundur.” diyor Bozdağ.

Bu dosyadaki delillerin hiç birisi hukuki değildir. Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir. Kanuna aykırı hiçbir şey hiç bir adalet mekanizmasında kullanılamaz.

Bu dava çok net siyasidir. Hukuki dayanaktan yoksundur. Türkiye'ye karşı bir kumpas davasıdır. Gelen şeylerde de davanın sanıkları üzerinde çok net bir şekilde yargılamayı yapanlar baskı uygulamaktadır. Bunlar rehin durumda adeta orada. 'Şu ifadeleri kabul ederseniz şu kadar ceza ile kurtulur tahliye olursunuz.' yazıyorlar ellerine veriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Devletini suçlayan hükümeti suçlayan, kurumlarını suçlayan Türkiye'nin aleyhinde karar çıkmasına yardımcı olacak itiraflarda daha doğrusu iftiralarda bulunmaya zorluyorlar.”

Bozdağ’ın yaptığı bu açıklamalar, Türkiye’de bir ceza avukatının (özellikle devrimci, yurtsever avukatların), mahkemelerde yaptığı savunmaları andırıyor. Hani şu mahkemelerin hiç kulak asmadığı ve hüküm verirken bir kez dönüp bakmadığı savunmaları...

Bir parantez: (Bozdağ, savunmayı andırır bu çıkışını, kendi avukatlık pratiğinden de hatırlıyor olamaz ayrıca. Olsa olsa saydığım avukatların savunmalarını, kendisinin bizzat (yahut müsteşarları aracılığı ile) ilgilendiği (2) dosyalarda görmüş ve oradan öğrenmiştir. Neyse o ayrı bir konu.)

Bozdağ’ın Sarraf davasını siyasi bir dava olarak belirtmesi, onu hukuki dayanaktan yoksun addetmesi, yargılamayı yapanların davanın sanıkları üzerinde baskı kurduğunu belirtmesi, sanıkları rehin olarak kabul etmesi ve her şeyden öte, sanıkların hükümeti suçlayan itiraflarda bulunmaya zorlandıklarını belirtmesi tam da burjuva ikiyüzlülüğünü ortaya seriyor.

Bozdağ’ın endişeyle dile getirdiği ve karşı çıktığı (önceki paragrafta özetlemiş olduğum) tüm durumlar (istisnasız), bugün Türkiye Cumhuriyeti ceza yargılamasının temelini oluşturuyor. Türkiye mahkemelerinde hukukla ilişkilendirilebilecek pek az ceza davası görülüyor. Yargılananlar üzerinde her türden baskı kuruluyor. İnsanlar adeta rehin alınıyor. İtirafçılığa zorlanıyor.

Hatırlanacaktır, özelikle 15 Temmuz sonrasında etkin pişmanlığı/itirafçılığı düzenleyen Türk Ceza Kanunu 221'inci maddesi, cemaat soruşturma ve kovuşturmalarında şüpheli veya sanıkların tahliyeleri bakımından neredeyse tek kıstas sayılıyor. Bu madde, kolluk ve her kademede yargı makamları açısından besmele haline gelmiş durumda. “Konuş!” deniliyor herkese adeta, “yaratan Rabb'inin adıyla konuş!”

Bir basın açıklaması nedeniyle yakalanan, gözaltına alınan yahut tutuklanan birine dahi, artık en temel şüpheli veya sanık hakları hatırlatılmadan TCK m.221 hatırlatılıyor. Kişiler bu madde üzerinden teşvik ve telkin ediliyor.

Bozdağ, kendi ülkesindeki tüm bu uygulamaları yakinen bildiğinden olsa gerek, ABD’ye karşı öyle hiç duraksamadan konuşabiliyor. ABD yargısının ne şekilde işlediği, Bozdağ’ın yaptığı açıklamaların bir karşılığının olup olmadığı konusu tartışma konumuz değil. Kalkıp, bir başka burjuva devletinin yargı mekanizmasını övecek, onun doğru çalıştığı iddiasında bulunacak değilim. Zira Sarraf davasının bir yönüyle siyasi bir dava olduğu ve ABD’nin bu davayı siyasi bir koz olarak kullandığı da açık.

Burada Bozdağ’ın yaptığı açıklamaların ABD’de olmasa bile Türkiye’de tam olarak karşılık bulduğu gerçeği önemli. Bir burjuva iktidarı, kendisinin artık ayyuka çıkmış haksız ve hukuksuz uygulamalarını göz ardı ederek, bir başka burjuva iktidarını suçluyor. Ve bu durum bizler açısından sadece gülünüp geçilebilecek bir durum değil. Bozdağ’ın bu suçlamaları burjuva dünya düzeninin aklanamaz karalığını, yalanını, ikiyüzlülüğünü ve bunun teşhirini içeriyor. Bu açıdan bakıldığında, Bekir Bozdağ ne kadar doğru konuşursa, burjuvazi o kadar yalan söylemiş sayılıyor. Ve mevcut durumda iki taraftan hangisinin söylediği doğru olursa olsun, her halükarda burjuvazinin söylediği yalan oluyor. İkiyüzlülük oluyor. Evet, buna gülünebilir ama sadece gülünemez. Gerçeğin öfkesini, yalanın iktidarına göstermek de gerekir aynı zamanda.

Adam “Kanuna aykırı hiçbir şey hiçbir adalet mekanizmasında kullanılamaz.” diyor ya. İşte buna sadece gülebiliriz. Gülelim.

(1) Dileyen kulağına hoş gelen biçimiyle okuyabilir bu adı. Rıza Zarrab, Reza Zarrab, Reza Sarraf vs.

(2) Hükümetlerin mahkemeler üzerindeki baskıları ve mahkemelere verdiği talimatları, bu ülke yargı pratiğinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Yalan söylüyorsam KHK çarpsın.

Avukat