Siyasette fetüs müdahaleciliği

Siyasetteki fetüs müdahaleciliği, mahremin sınırlarını ihlal ederek anneliği politik bir süreç olarak düzenleme gayreti içerisinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan rakip addettiği “terörist” Kürtlere inat kadınlara “doğurun” talimatı verdi. Devletlû açısından emir çok açıkmış! Nikâhlanın, evlenin, çoğalın!

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

Kadın bedenine ve cinselliğine yönelik toplumdakinin de üstünde bir müdahaleciliğin siyaset kurumunca gerçekleştirildiği, siyaset otoritesinin kadın ve nüfus politikalarını ideolojisi bağlamında patriarkal bir yorumlamaya tabi tuttuğu bir atmosferin içerisindeyiz. Erkek egemen değerleri ile mayalanmış, işlevselci ve topluma rağmen olmayan bir popülizmi de bünyesinde barındıran Türk siyasetinin güncel durumdaki icracısı konumundaki iktidar kanadının söylemlerinin ve politikalarının kadın ve özgürlüğü aleyhine giderek daha sertleştiğine şahit oluyoruz. Konuya yaklaşımlarıyla üsluplarıyla “sokağın” içinden geldiklerini bilhassa gösterme gayreti içerisinde olan bu siyasi cenahın retoriklerinde gözlemlenen şey; kadın bedenini daha fazla kullanışlılaştıracak stereotipleri toplumda sayıca arttırmak, kanıksattırmak ve kadın bedenini olabildiğince cinselleştirmektir. Bu mühendislik sürecinde kadın bedenine ve kadınlara ilişkin toplumda en geniş yeri kaplayan ve en fazla sonuç alıcı bir stereotip olan doğurganlık stereotipi kullanılmakta. Çünkü doğurganlık, kadının iradesinin kırılarak içerisine hapsedildiği yegâne alanlardan biridir ve doğurganlık stereotipi ile özdeşleştirilen her kadının da kendi bedeni ile ilgili kararı iradesinin tamamen dışındadır. Aklı bedenden, ruhu bedenden kopartan bu türden bir Kartezyen müdahalecilik sonuç itibariyle bedeni ile ilgili kararları vermekten kadını alıkoyar. Ataerkil ve erkek egemen bir toplumda bu türden bir karardan mahrum olmak demek, kadınlar açısından kendileri ile ilgili tüm karar verme süreçlerinde içerisine girecekleri korkuların derinleşmesi demektir. Hak ve özgürlüklere ilişkin korkuların doruklarda yaşandığı Türkiye gibi bir toplumda ise kadınların özgürlüklerine dair korkuları ise daha da derindir. Kadınları doğurganlığa hapseden, kadınların kendi bedenlerini, cinselliklerini nasıl kullanacaklarına dair müdahaleciliği pervasızca sergileyen bir siyaset biçimiyle karşı karşıyayken nasıl ürpermesinler ki?

Siyasetteki fetüs müdahaleciliği, mahremin sınırlarını ihlal ederek anneliği politik bir süreç olarak düzenleme gayreti içerisinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan rakip addettiği “terörist” Kürtlere inat kadınlara “doğurun” talimatı verdi. Devletlû açısından emir çok açıkmış! Nikâhlanın, evlenin, çoğalın! Müslümanın çoğalması gerekmiş. Olası bir Haçlı ittifakına ya da saldırısına karşı Müslüman kadınların hassasiyetine güveniyormuş. Terörist Kürtlerin en az 10-15 çocuğu var da siz Müslüman Türkler neden bunun aşağısında kalasınız!. Cinsiyetçiliğin ve ırkçılığın böylesine başarılı bir şekilde iç içe kullanıldığı bir cümle, düşünce sistematiği ile karşılaşmak mümkün olmasa gerek. Emir çok açık! Kadınları nasıl gördüğü mevcut bağlamıyla daha da bir açık! Akıl ve beden ayrımına dayanarak bedeni üzerinde dilediğince deneyler gerçekleştirebilecek bir mekanizma olarak gören bu Kartezyenci düşünme biçimi;

Cinselliği sadece doğurganlıkla bağdaştıran ve sadece bu şekilde görünür olabileceği şartını dayatan, doğurganlık dışındaki cinsellikle ilgili tüm kararların ve ihtiyaçların gayrimeşru olduğunun resmidir. Bu düşünceyle kadınlığı tanımlayan ve cinselliğini meşrulaştıran doğurganlık “yetisi” kadınlığı tanımlayan bir araç olarak sunulmuştur. Doğurganlığın bu denli kutsandığı bir düşünce sisteminin nazarında çocuk doğurma özelliğini yitirmiş olan kadınların kadınlıkları ise zaten otomatikman iptaldir. Beraberinde de toplumsal cinsiyet kategorilerini keskinleştiren bu yaklaşım, kadınların, Türkiye gibi evliliğin heteroseksüel bir kuruluşa ev sahipliği yaptığı, kişinin tercihine bakılmaksızın toplumsal cinsiyet hiyerarşisini ve toplumsal cinsiyet kategorilerini destekleyen toplumun “cinsiyetli bedeni” olarak daha fazla görülmesine yol açar. Kadınlıkla ilişkili stereotipleri perçinleyen 10-15 çocuklu fetüsçü siyaset, söyleminde barındırdığı ırkçı ifadelerle sadece kadın düşmanlığına alıcılar değil, Kürt düşmanlığına da alıcılar buldurtmuş bir söylem kullanmıştır.

Kadınlar ve Kürtler adlı iki dezavantajlı grubu üreme üzerinden hedefe koyan sözlerle nasıl ki bir taşla iki kuş vurulduysa, bu sözleri ayrıca İslamla faşizmi gömlekle kravat misali birbirine uydurması bakımından bir taşla iki kuşun vurulması cihetinden de görülebilir. Bir İslamofaşizm örneği olan bu sözler, Türkiye’nin hal-i pür melalinin de aynasıdır. İslamileştirilen siyasetin Türkiye’nin sınıfsal, ırksal, etnik, cinsel ve bölgesel kimlik halleriyle-farklılıklarıyla bağdaşmayan gerçeğinin görmezden gelindiğinin ve ayrımcılık gibi kötücül bir gerçeğin tercih edildiğini gösteriyor. Kadınlar, Kürtler bu tercihin ölümcül olduğunu görüyor ve muhatabını yakınlaşan tehlikeye karşın uyarıyorlarsa da muhataptan mizansenli bir “görmüyorum, duymuyorum, bilmiyorum” cevabı geliyor ısrarla. Halbuki bizler ‘görüyor, duyuyor, biliyoruz’ hakikati. Görmeye de, duymaya da, bilmeye de devam…