'Üst akıl': Hedge fon, banka, vergi cenneti ve Bitcoin imparatorluğu

Ağır bir şekilde finansal sistemi eleştirdiğim bu yazıyı, piyasaların varlığını reddeden Marksist bakış açısıyla değil; sistemin bozuk işleyişini eleştiren sosyal demokrat perspektifle yazdım. Çünkü doktora öğrenimim ve mesleğim olan fon yöneticiliğinin sonucunda; finansal piyasaların kesinlikle gerekli olduğuna fakat atılan zarların hiçbir zaman adil olmadığına kanaat getirdim. O adil olmayan zarları atanlar ise: “üst akıl”. Özetle Tapınak Şövalyeleri ve İlluminati gibi organize hayal ürünleri; CIA ve Mossad gibi devlet kontrolündeki yapılara odaklanmak yerine finansal sisteme bakın demek istiyorum.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Murat Kubilay

Batı’yı “en baskın güç” yapan nedir diye sorsam. Aklınıza ilk gelen muhtemelen askeri gücü olurdu. Bir hakkınız daha var desem, ekonomisi diyebilirdiniz. Bu çok genel ya onun arkasında ne var diyerek ısrar etsem; teknolojisi veya üniversiteleri olsa gerek karşılığını verirdiniz. Bu yanıtların hiçbiri yanlış olmazdı. Ancak esas yanıt tüm bunların kökeninde yatan başka bir şey. Batı’nın gücünün temeli, “kapitalizmin kitabı”nı yazmasıdır; başka bir ifadeyle sermayenin kanunlarını koymasıdır. Görünmeyen “üst akıl” bu kitabın “finans” sayfalarının arasında gizlidir.

Yazıya başlamadan komplo teorileriyle işimizin olmadığını belirtmeliyim. Amerikan dolarının üstündeki Mason gözü, ya da ABD Merkez Bankası’nın (Fed.) Rothschild ailesi kontrolünde olduğu iddiası gibi kanıtlanamayacak teoriler konumuza dahil değil. Yine de “Bırakın ABD’nin merkez bankasını, Türkiye’nin merkez bankasının mülkiyeti yalnızca devlet hazinesinde midir?” diye küçük merak uyandırıcı bir soruyla komplo severlerin de gönlünü almak isterim. Bir de anlam bütünlüğünü kaçırmamak için, bu yazı dizisinin ilk bölümü “Üst Akıl” Korkumuz ve “Piyon” Olmanın Dayanılmaz Hafifliği yazısını şiddetle tavsiye ederim.

Derebeylerinin köylülerden aşırdığı; coğrafi keşifler sonrası emperyalist ulusların zayıf düşmüşleri sömürdüğü ve 2. Dünya Savaşı sonrası adil olmayan dış ticaretle sanayisiz ülkelerin borçlandırıldığı sermaye birikimi geçmişte kaldı. 1980 sonrası neo-liberal dönemle birlikte sermaye oluşumunun temel aracı finans. Yani ya para yaratmak ya paradan para kazanmak ya da kazancını vergiden kaçırmak. Finansal düzeni yüceleştiren filmlerin de bu dönemde Wall Street filmiyle başlaması bir tesadüf olmasa gerek.

.

HEDGE FONLAR

Döviz kuru, tahvil ve hisse senetlerinin alım-satımının yapıldığı finansal piyasalarla başlayalım. Bu piyasalar küçük de olsa tasarrufları olanların girebildiği, çalışanların emeklilik birikimlerini değerlendirdikleri ve reel sektörün desteklendiği yerlerdir. Bu cümleyi yazarken rakıyı fazla kaçırmış olmalıyım; çünkü gerçek çok başka.

İşin aslı: 1980 sonrasında finans merkezleri birbirlerine kan damarları gibi bağlanmıştır. Örneğin Jakarta ya da Bangkok’taki (kılcal damarlar) piyasalarda Sydney gibi (atar-toplar damarlar) bölgesel merkezlerin etkisini gözlemleyebilirsiniz. Bu bölgesel piyasalar da Londra ve New York (aort damarları) ya da finans sektöründeki isimleriyle “The City” ve “Wall Street” merkezli fonların etkisi altındadır. Detayları bu linkte olan finans merkezlerinde kim at koşturuyor? Hedge fonlar. Türkçeye serbest fon olarak çevrilse de pek yaygınlaşamadığı için orijinal ismini kullanacağım.

Peki bu fonlar ne demek? Gazetelerde gördüğümüz A-tipi, B-tipi ya da BES’te gördüğümüz esnek fon, altın fon veya sön dönemin popülerleri olan Norveç, Katar varlık fonlarına benziyorlar ama yalnızca benziyorlar. Bu fonlara sadece büyük yatırımcılar paralarını yatırabilir. Hepsi olmasa da önemli bir kısmı kirli paradan oluşur. Yalnızca vergiden kaçırılmış gri para da olabilir, suç sonucu elde edilmiş kara para da. Dışarıdan bakıldığında finansal mühendislik dehasıyla para kazandıkları imajı verilir. İşin aslıysa şirket veya devletin gizli bilgilerine erişim, manipülasyonlar ve bizim gibi sığ ülke piyasalarında küçük yatırımcıları silkelemektir. Para kazanmak ve kirli kazandıklarını temizleyebilmek için her şeye yatırım yapabilirler. Örneğin Steven Cohen gibi 1 milyar dolar ederinde sanat koleksiyonu sahibi olmak zorunda kalabilirler. Güçlerini hiç küçümsememek gerekir; örneğin 1992’de başta George Soros olmak üzere birçok hedge fon İngiltere Merkez Bankası’nı (BoE) tuş etmişlerdir; Türkiye gibi orta sıklette olan ülkelerin halini siz düşünün. Gözünüzde canlandırmakta zorlandıysanız eğer; şu an hala devam eden 8,4 IMDB puanlı Billions dizisini şiddetle tavsiye ederim.

BANKALAR

Finansal sistemin bir diğer önemli ayağıysa ticari bankalar. Bankalar, tasarruf sahiplerinden mevduat toplayıp yatırım ya da tüketim amaçlı fon talep edenlere kredi verirler. Böylece hem mevduat sahibi hem kredi alan hem banka sahipleri hem de tüm reel ekonomi kazanç sağlar. Yazdığım bu cümleyi okuyunca rakıdan artık epey bir sarhoş olduğumun farkına vardım; çünkü gerçek tam tersi istikamette.

Ticari bankalar, merkez bankaları harici kimsede olmayan bir yetkiyle, kredi vasıtasıyla, elektronik para yaratırlar; buna kaydi para denir. Bu nedenle ekonominin babası devletse anası da bankalardır diyebiliriz. Gevşek kamu düzenlemeleri harici bu gücün sınırları yoktur. 2007 yılı ile başlayan küresel krize karşı Batı’da parasal genişleme politikası uygulandı. Bu, merkez bankalarının sürekli elektronik para üretip neredeyse sıfır faizle ticari bankalara vermesi demek. Bankalardan beklenense bu paraları reel sektöre ve tüketicilere kredi olarak verip ekonomiyi canlandırmalarıydı.

Peki ne oldu? Bu paralar reel sektör yerine spekülatif amaçlı finansal işlemlere kaldıraç olarak kullanıldı. Sadece finansal yatırım mı? Ayrıca rant ekonomisinin can suyu konut kredilerine dönüştü. Bunun sonucunu “Ben Değil, Ali Koç Söylüyor: Kapitalizm Çökebilir” isimli önceki yazılarımızda detaylı bulabilirsiniz. Kısaca özetlersek eğer; tüm zamanların en yüksek hisse senedi, tahvil ve konut fiyatları oluştu. Aşağıdaki grafiklerin ilkinde ABD hisse senedi piyasası endeksindeki, ikincisinde de Londra konut fiyatları endeksindeki sert artışları görebilirsiniz. Son 10 yıldaki düşük büyüme ve düşük enflasyona rağmen endeksler adeta çıldırmış durumda.

.

.

Bu kredileri veren kimlerdi? İflas etmeleri halinde tüm küresel ekonomiyi mahvedebilecek; başka bir ifadeyle “Bize karışırsanız bizimle birlikte siz de batarsınız.” şeklinde devletlere şantajda bulunabilecek güçteki Batı bankaları. Bu linkteki listede isimlerini bulabilirsiniz. Kimler yok ki: Citigroup, JP Morgan, Bank of America, Deutsche Bank, BNP Paribas, HSBC, Goldman Sachs. İşin enteresan tarafıysa bu bankaların birçoğunun en büyük hissedarı kurumsal fonlar; yani arkasında kimin olduğu belli değil. Ötesi aynı fonlar listedeki birçok bankada mülkiyet sahibi; yani ortada rekabetten çok kartel yapısı var. Her şeyi karıştırmak istemem ama ya birkaç paragraf önce bahsettiğim hedge fonların da bu bankalarda payları var ya da bu bankaların hedge fonlarda. Özetle mülkiyet hiç şeffaf değil ve dar bir gruba ait; biz ise isimlerini dahi bilmiyoruz. Ama üst akla dahil olmayanlarını komedi filmlerinden tanıyoruz.

.

VERGİ CENNETLERİ

Uluslararası ticaret ve finans uygarlığımızın gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Ancak şirketler her sınırda ayrı ayrı vergilendirilip ek maliyetler oluşur; bu maliyetler fiyatlara yansıtılarak tüketiciler mağdur edilir. Vergi cennetlerindeki düşük vergi oranlarıyla bu adaletsizlikten çokuluslu şirketler kendilerini korumayı başarırlar. Bu sefer zil zurna sarhoş olmalıyım, çünkü üstteki cümlenin hiçbir doğru tarafı yok.

Vergi cennetlerinin temel olarak iki fonksiyonu vardır: vergi kaçırmak ve kara para aklamak. Yoksa ekonomik aktivitenin neredeyse hiç olmadığı tropik adalarda birkaç personelli milyar dolarlık şirketler neden kurulsun ki. Bunun için de nitelikli muhasebecilere ve avukatlara ihtiyaç vardır. Sayısız paravan şirket kurulur, üstelik bu şirketlerin sahipliğini de bilemezsiniz. Kapitalizmin yatak odası olan bu vergi cennetlerindeki temel esas paranın kaynağının hiçbir zaman sorulmaması ve asla el konulmamasıdır. Usame bin Laden ile ABD Başkanı’nın aynı bankada hesabı olabilir.

Bu vergi cennetlerini de kabaca iki gruba ayırabiliriz. İlk grupta İrlanda gibi daha çok vergi kaçırmak üzerine olanlar var. Örneğin Apple birçok patentini ve dolayısıyla patente bağlı gelirini İrlanda’ya taşıdı. Sonuç mu? İrlanda ekonomisi kadar büyük olan Apple nedeniyle, 2015 yılında İrlanda büyüme oranı aşağıdaki grafikte görebileceğiniz üzere yüzde 26,3 oranında gerçekleşti. Şaka gibi ama resmi istatistik bu ve vatandaşın cebine giren bir şey yok.

.

İkinci tür vergi cennetleri ise çoğunlukla Britanya ve ABD kolonisi olan küçük ülkeler. Cayman Adaları, Virgin Adaları, Panama, Lüksemburg ve tabii ki İsviçre. Buralarda daha çok kara paranın temizlenmesi yapılır. Bizim gibi birçok ülkelerde rüşvet alan siyasiler bu hesapları kullanırlar ya da uyuşturucu baronları. 2015 yılında ortaya çıkarılan Panama Mossack belgelerinde vergi cennetlerinde usulsüz hesabı bulunan kimler yoktu ki. Britanya ve Pakistan başbakanlarından; Michel Platini ve Lionel Messi’ye kadar sayısız bilinen isim. İsviçre ise elbette filmlerden en bilindik olanı. 8 milyon nüfuslu ülkede çoğunlukla özel bankacılık yani varlıklı müşterilerle iş yapan ve dünyanın en büyükleri arasına girebilen üç banka var: UBS, Credit Suisse ve Julius Baer.

Ağır bir şekilde finansal sistemi eleştirdiğim bu yazıyı, piyasaların varlığını reddeden Marksist bakış açısıyla değil; sistemin bozuk işleyişini eleştiren sosyal demokrat perspektifle yazdım. Çünkü doktora öğrenimim ve mesleğim olan fon yöneticiliğinin sonucunda; finansal piyasaların kesinlikle gerekli olduğuna fakat atılan zarların hiçbir zaman adil olmadığına kanaat getirdim. O adil olmayan zarları atanlar ise: “üst akıl”. Özetle Tapınak Şövalyeleri ve İlluminati gibi organize hayal ürünleri; CIA ve Mossad gibi devlet kontrolündeki yapılara odaklanmak yerine finansal sisteme bakın demek istiyorum.

Finansal sistemin son parçası ise merkez bankaları. Merkez bankaları; finans lobisinin gücüne rağmen tam politikleşmemiş ve az çok hesap verebilir düzeydeler. Ve inanın yazının bu kısmını ertesi gün ayılıp sağlam kafayla yazdım; yani bunlar gerçek. Mesele şu ki bir de bitcoin gerçeği var ya da daha kapsayıcı ismiyle kripto para birimleri.

Bitcoin birçok insan için bir bilmece. Buna şaşmamak lazım; çünkü para politikası iktisatın, şifreleme de yazılımın zor alanlarıdır ve iki zordan bir kolay çıkması beklenemez. Ayrıntılı bir şekilde değinmek gerektiği için; bitcoini bu yazı dizisinin bir sonraki kısmına bırakıyorum. Yine de küçük bir ipucu vermek istiyorum. Bu kadar güçlenmiş olan üst akıl; sizce para basma yetkisini kamuya bırakır mı?

Bu yazı ilk olarak rhetorica.blog'da yayınlanmıştır.

Yazının üçüncü bölümü 19 Kasım Pazar günü yayınlanacak.