Çocukluğun mezarı

Her şey, zorunluluktan dolayı diğer evlerle bitişip sokak olan, rengini taşından aldığı evlerin hafriyatında kalacak. Çocukluğumu hafriyat kamyonlarına doldurarak şehir dışındaki tepelere yığacaklar ve benim çocukluğumun mezarı orası olacak.

Google Haberlere Abone ol

Şahin Altuner

Hazirana sayılı günler var ama mayısın artması beklenen sıcaklarından eser yok. Köpeklerine eşlik ederken insanlardan sıkılmış olduklarını görebileceğiniz kadınların, ucuz ev bulmuş bekârların, yeni evlendikleri için eşya taksitleri bitinceye kadar yaşamak zorunda olanların mahallesinde. Devletin inşasıyla övündüğü şehrin ilk gettosu burası.

Sokakların sesi çocuklardır ama burada evlerden çıkmıyorlar sanki, okula gidip gelmekten başka. Sessizliği sabahın sahibi serçeler bozuyor sadece. Birinci katta, iki insanın zor sığacağı evimin balkonuna çıkan gözlerimi maviye boyuyor bulutlar, yağmur her an yağabilir gün ortasında.

İnsan bahardan sıkılabilir mi sorusunu geçirdim aklımdan ve aklımdaki diğer bütün cevapsız sorulara ekledim. Şehrin diğer ucunda kadim mahallelerin çok değil bir yıl önce savaş alanına dönüştürülmüş, ucunda ölümden başka bir seçeneği kalmamış olanların gelip geçtikleri, direndikleri, hatta gömüldükleri evlerini boşaltmaları için anonslar yapıldığı yazılıyordu internet haberlerinde. Her biri kaç kuşak ayrılık, kavuşma, ölüm, aşk ve daha nelerden ibaret anılarını bırakıp gitmemek için karanlıkta yemek yemeyi, çocuklarının korkmasını, giderek kokmayı, hastalanmayı göze almışlardı. Gidecek başka bir yerleri yok, aşikâr bu.

Doğduğum evin hafriyat yığınına çevrilmiş olmasının üstünden çok zaman geçmemişken çocukluğumun sokaklarına musallat olmuşlardı ve bu, buralarda yaşadığıma bir daha kimseyi tanık gösterememem demekti. Bazalt taşlarının düzeltilmeye gelmez inatçılığından yere yeterince sağlam döşenememiş oldukları için eğri büğrü duran, ayağımın burkulma ihtimaline karşın kaygısızca gezebildiğim ve geniş avlularında durup soluklandığım yerler yok artık. Her şey, zorunluluktan dolayı diğer evlerle bitişip sokak olan, rengini taşından aldığı evlerin hafriyatında kalacak. Çocukluğumu hafriyat kamyonlarına doldurarak şehir dışındaki tepelere yığacaklar ve benim çocukluğumun mezarı orası olacak.

Bütün mahalleleriyle susan şehirler kurmak modası bu; devletin, yağız ve genellikle siyah takım elbiseli müteahhitler ile beyaz gömlekli, jöleli bankacılarla muhteşem işbirliğinin eseri bu.

Köydeyken aralıksız ekip biçerek nefessiz bırakılan, şehirdeyken manipülasyonu bol yatırım aracına dönüştürülen toprağın ahıdır; ceplerdeki mavi paraları solduruyor ve öğütüyor sonra. Sokakları yok eden sitelerinin kapısında, iş bulamamış ancak boyu posu yerinde, iş çıkışlarında mahallenin kahvesine okeye dördüncü olmak için koşuşturan güvenlikçiler duruyor. Sitelerin içindeki binalar, yan yana dizilmekle sokak olamadıklarını anlamamışlar henüz. Çocuklar güvenlikli binalardan inip birbiriyle oynamakta mahcup davranıyorlar, o yüzden beraber büyümeyecekler belki de. Anıların nesnesi insan ve zamansa eğer, insan olmadığında zaten ne olacaktır ki?

Esnaf babamın ilk çocuğu olarak sokakta oynama fırsatım olmadı ama içinde çocukların birbirini kovalamadıkları, birbirlerine bağırıp çağırmadıkları sokakları hiçbir zaman sevmedim.

Sokak; kaçmak ve saklanmak demektir şehirde. TOKİ malı gettoların sokakları olmaz, çünkü kamunun konforu bozulmamalıdır. Eğer çocuklar dışarıya çıkamazsa, sokakların güvenli olacağını söylüyorlar. Sokaklara çıkan çocukların önce alanlara sonra da dağlara çıktığını biliyorlar.

Artık içimi sıkıyorlar ve bahar anlamsız bir zaman parçasına dönüyor.