‘Soylu ruhlarımız ırkçıdır’

İnsan onuru öyle sizin sandığınız gibi ortaya serilen hayalarla zedelenecek türden çıtkırıldım değildir. İnsan onuru anca ırkçılık, sömürü, yalan ve hile ile zedelenir ve utanma duygusu da anca bunlar olursa uykusundan uyanma zarafetini gösterir.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

“Sömürgeci teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle, sömürge halkına “Burada efendi benim”i yüksek sesle hatırlatır. Sömürgeci, sömürge halkında dışarıya çıkmasına izin vermediği öfkeyi canlı tutar. Sömürge halkı, sömürgeciliğin sık dokunmuş örümcek ağı içine sıkışmıştır…”

Yukarıdaki analiz, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabından kolonyalizmi araştıranlar ve sorgulayanlar açısından önem atfedilen bir alıntıdır. Sömürgeci-sömürülen ilişkisinin psikopatolojik bir bağlama oturtularak içerisinde analiz edildiği Yeryüzünün Lanetlileri’nde geçen her değerlendirme değerlidir elbette ki ama özellikle bu alıntının benim açımdan aktüel bir tarafı var. Aktüelliği ise, uluslararası siyaset ilişkilerinden tutalım da hayatın her alanındaki ezen-ezilen ilişkisini betimlemesinden, günümüz birtakım “efendi”lerin ve efendiliğin sömürgecilik düzeyindeki karşılıklarını doğru vermesindedir. ‘Sömürgecilik dönemi kapandı, dünyamız artık demokrasi ve insan hakları çerçevesinde bir hesap mekanizmasının işlediği bir küredir’ deniliyorsa da, her şekilde şahit olduklarımız sömürgeciliğin pek de miadını dolduran bir süreç olmadığını gösteriyor. Delice dönen sömürü çarkında un ufak olan hayatlara bakıldığında sömürgeciliğin bilinen kurumsal anlamıyla değilse dahi mayasını sömürgecilikten alan güç ilişkileriyle devam ettiğini gösterir bize. Hal böyleyken de ne sömürü ilişkileri görünmezleşir ne de biz tok bir ağızla bir dönem kapandı diyebiliriz.

Güç mekanizması işlediği müddetçe sömürü düzeni devam edecek demektir. 20’nci yüzyılda kaleme alınan Yeryüzünün Lanetlileri, nasıl ki kolonyalist dönemi ve bu dönemden yadigâr sömürü ilişkilerini yazıldığı dönemdeki sömürü ilişkilerine eklemlendirerek anlattıysa, bu eklektiğin 21’nci yüzyılın ‘demokrasi’ dünyasında bile olumsuz örneklerin anlatımında kullanılıyor olması ibretliktir. Çünkü dile getirilmeyi bekleyen sayısız acı dolu hikâyenin, tüm ‘Yeryüzünün Lanetlilerinin’ duygularının tercümanlığa ivedilikle ihtiyacı var. Soylu ruhlu ırkçılara dur denilmesi açısından bunu yapmak elzemdir!

Jean Paul Sartre, Yeryüzünün Lanetlileri’nin ön sözünün bir yerinde “Soylu ruhlarımız ırkçıdır” ifadesini kullanır. Sömürgeciyi ve sömürgecilik ilişkilerinin aktörlerine ilişkin eleştirel Sartre’cı bir yorumdur bu. Ruhlarını soylu addeden ırkçıların sömürgeciliği sadece, kıta işgal ederek oralara asimilasyon ihraç etmek şeklinde bir coğrafik müdahale değildir elbette ki. Fanon’un da dediği gibi ‘sömürgeci teşhircidir!’, hem de her türden ve türlü teşhircidir. Bu teşhirciliğin bir türü de bedenin çıplaklıkla teşhiridir. Teşhir edilen kişiye ya da kişilere bu sayede uslanmaları yönünde bolca utanma duygusu zerk edilir. Oysaki ortada utanılacak bir durumdan ziyade sömürgecinin içerisine düştüğü püriten bir çaresizlik hali vardır. Çaresizliğini, bir günah nesnesi olarak tasavvur ettiği beden ve onun üzerinde sergilediği davranış bozuklukları ile gösterir. Utanma duygusunun aslında kendisini tüm varlığıyla ele geçiren nefreti olduğunu bilmez. “Burada efendi benim” diyen soylu ruhlu ırkçıların debelenen süper egoları onları kurtaramaz haldedir. Ancak debelenirken dahi varlığını hissettirecektir illa ki! Amaçlarına ulaşmak için her türlü baskı yöntemlerini karşıtına kullanan sömürgecinin, her şeye rağmen, varlığını hissettirmesi için de teşhirciliğe başvurması kaçınılmazdır. “Burada efendi benim” i yüksek sesle hatırlatacaktır illa ki! Bir ara Sur semalarında yankılanan o ses, şimdi ise Muğla’da yankılandı. Muğla’da yükselen o sesin sahibi efendiler, kötülüğün sıradanlığının bir ispatı olarak bir kez daha korkuttular doğrusu. Sur’da bodrumlarda yanan bedenlerden yükselen et kokusunu mangal ziyafeti keyfiyle, çığlıkları ise gürültülü bir sessizliğin nişanesi olarak algılayan bu efendiler için kötülük bu denli sıradan. Bu sıradanlıkla, Muğla’da ‘sık dokunmuş örümcek ağının içine sıkıştırılmış’ yedi Kürde/insana efendinin kim olduğu öğretiliyor. Sömürgeci teşhircidir kabilinden bir seremoniyle… Çıplak bir şekilde ters kelepçe ile asfalta yatırılan ve fotoğrafları çekilerek teşhir edilen yedi kişi şahsında gerçekleştirilen seremoniyle maksat kesinlikle hâsıl olmuştur.

Bizce hâsıl olunan ise; efendinin çaresizliği ve soylu ruhlarına giydirdikleri ırkçılık elbiselerinin, bir ya da iki metre daha kumaş eklemeleri gerekir önerilerimiz eşliğinde, kendilerine dar gelindiğinin fark edilişidir. Çıplaklıkla teşhir gerçekleştirmenin pek de üstün bir hayal gücünün ürünü olmadığı, hatta demode bir yöntem olduğunu, hayal güçlerini zorlayarak teşhirciliğin daha en iyisini nasıl gerçekleştirebileceklerini düşünmelerini öneriyoruz kendilerine. Soylu ruhlu efendi! Çünkü beden utanılacak bir şey, nesne değildir. İnsan onuru öyle sizin sandığınız gibi ortaya serilen hayalarla zedelenecek türden çıtkırıldım değildir. İnsan onuru anca ırkçılık, sömürü, yalan ve hile ile zedelenir ve utanma duygusu da anca bunlar olursa uykusundan uyanma zarafetini gösterir.

Uykusundan, böylesi bir bayağılık için uyandırılan utanma duygusunun size vereceği tepki ise anca, onun yüzünüze doğru patlayan güçlü kahkahası olur. Nitekim de 4 Ekim 2017 tarihinde onu kendinize bu şekilde güldürmeyi başardınız ey efendiler!